Servise konulan yeni bir andıç mı?

Bu ülkede faili meçhul cinayetler devri geride kaldı derken, birileri kâtibi meçhul dilekçelerle kelle alma sevdasındalar. Kellesi istenen de kim? Hepiniz biliyor olmalısınız: Vakit’te yazılarını zevkle okuduğumuz D. Mehmet Doğan.

İri gazetenin yaptığı, tek kelimeyle yargısız infazdı.

Mehmet Bey, acaba bir gün gelip kendini Türkiye’nin en iri gazetesinin manşetinde göreceğini rüyasında görse inanır mıydı?

Bence inanmazdı, ama oldu. Çünkü “burası Türkiye”. Hâlâ sahibi meçhul dilekçelerle birileri muhalif avındalar. Gazetecilik adına utanç verici. Acaba bizim utandığımızın onda biri kadar bu çirkin işi yapanlar da utanmışlar mıdır? Bu çağda, sahte isim, sahte adres, sahte ihbarla muhalif avı ha?

Andıçlamanın yeni türü mü bu? Hatırlayacaksınız, şimdi uluslararası silah kartellerine komisyonculuk yapan eski bir general, üst düzey bir PKK’lının itiraflarının arasına sevmediği bazı gazetecileri, köşe yazarlarını, insan hakları savunucularını sıkıştırmıştı.

Malum gazetenin malum başyazarı, bu sahte belgeye dayanarak, “Alçakları Tanıyalım” başlıklı makaleler döşenmişlerdi.

Zat-ı devletleri sayesinde hep birlikte alçakları tanımıştık. Çirkin tezgâh, Nazlı Ilıcak’ın belgeyi yayınlamasıyla ortaya çıkmıştı. İşte “andıç” kelimesi de o zaman lügatlerimize girmiş, hafızalarımıza kazınmıştı.

O gün bu gündür hiç unutmadık.

Acaba diyorum, zaten “andıçları” servis yapmakta usta olan malum basın, yeni bir andıcı servise mi koyuyor? Bu ciddi bir kuşku ve mutlaka arkası araştırılmalı. Şimdiki komuta kademesi arasında “andıç” türü tezgâhlara prim vermeyecek kadar demokrat ve ilkeli askerlerin varlığına şahsen inanıyorum. Eğer varsa böyle bir teşebbüs bunu ortaya koymak da işte bu ilkeli zevata düşüyor.

Gelelim sahte ihbarlara dayanarak yıpratılmaya çalışılan isme.

Mehmet Doğan’ı tanıyanlar bilirler. Onu kendisi yapan ne RTÜK üyeliğidir, ne geçmişte kalan Türkiye Yazarlar Birliği Başkanlığı. Onun asıl meziyeti, bu toprakları vatan kılan değerlere duyduğu sarsılmaz aşk ve bağlılıktır.

Bu topraklarda aydın makulesi çok yetişmiştir. Fakat çok azı hariç, topunun aydınlığı kendinden menkuldür. Çünkü hormonludur. Çünkü statüko tarafından beslenmiş, büyütülmüş, korunmuş ve kollanmıştır.

Oysa ki aydın, bu kavramın anavatanı olan Batı’da “yürürlükteki düzene muhalif olan, statükocu olmayan”dır. Bu nedenle ona “aydın” kelimesi de küçük gelir. O sahici bir münevverdir ve Meriç’in gergedanlara benzettiği “besleme” aydınlarda olmayan yiğitlik ve dürüstlük ondadır.

Mehmet Bey, kendisinin niçin hedef gösterildiğini geçen Vakit’teki köşesinde bir bir yazdı. Meğer ne çok suç işlemiş?

Mesela bunlardan biri, Mehmet Akif’e ve Kur’an’a ağız dolusu hakaret eden bir dişçi generale karşı yüzyılın yüz akı Mehmet Akif’i savunmak?

Mesela; RTÜK’e gelen andıçvari talimatlara boyun eğmeyen üye vasfıyla muhalefet şerhi düşmek. “Bunun üzerine” diyor Mehmet Bey, “askerden gelen bu tür talimatların arkası kesildi”.

Bunlar TCK’ya göre suç teşkil etmez. Aksine, vatandaşlık görevi. Peki, ne yapmalı? Kâtibi meçhul ihbar mektuplarıyla “andıçlamalı”, öyle mi? Hayır, asla!

Hepsini anladık da, yeni duydum, Vakit’ten tazminat isteyen 312 generalin avukatıyla Uzanlar’ın avukatları aynı kişiymiş. Sahi, bu doğru mu?

Eğer doğruysa, bu bir skandal! Bu hamur daha çok su kaldıracak demektir.03

Yorum Yaz