Sıkılgan katil

Yazıya başlık olarak kullandığım bu söz, ünlü İtalyan şair ve yazar Cesare Pavese’nin intihar edenlere verdiği isim.

Tabi, Pavese’nin kendisi de “sıkılgan katil”ler kervanına katılarak 1950’de küçük bir otel odasında uyku hapıyla intihar yolunu seçecektir.

İntihar, varoluşa yönelik bir suçtur ve self-cinayettir. İntihar eden kimse yalnızca kendisine değil, topluma da hakaret etmiştir. Daha da kötüsü, hayat emanetine ihanet etmiştir. Emanete ihanet, emanetin sahibine ihanettir; dolayısıyla her intihar Yaratan’a ihanet anlamını taşır.

Hiçbir intihar, normal bir ruh halinin eseri olamaz. Bu nedenle her intihar teşebbüsü, psikiyatrik bir vakadır ve müteşebbis psiko-patolojinin konusu kabul edilir.

İnsanı intihara yönelten sebeplerin başında irade zayıflığı gelir. İrade zayıflığı ise, çoğunluk inanç zafiyetinden kaynaklanır. Çünkü iradeyi güçlü kılan inançtır. Bu nedenle, inanan insanlar başlarına gelen belalara karşı daha dirençli olurlar ki bu dirence Kur’an, “sabır” adını veriyor.

Tek dünyalılar, eğer ahirette sabırlarının karşılığını alacaklarına inanmıyorlarsa, dahası ahiret hayatının varlığına iman etmiyorlarsa, neden sabretsinler ki? Onlar, işte bu yüzden “tek dünyalı” olarak isimlendirilirler. Dünyaları yıkıldığı an hayatları da yıkılmıştır; ya kendilerini alkol, uyuşturucu, kadın ve kumar gibi günahlara vererek yavaş ve “soft” bir intiharı seçecekler, ya da doğrudan canlarına kıyarak “hard” bir intiharı.

Bilir ve inanırım ki Allah ihmal etmez, imhal eder, yani mühlet verir. Saçlarından sürüklenen başörtülü kızların gözyaşlarının, bağrı yanık anaların beddualarının, okulları kapatılan İmam-Hatiplilerin ahlarının, kurslarına kilit vurulan Kur’an kursu öğrencilerinin serçekuş yüreklerinde düğümlenen kederin boşa gideceğini beklemek, tarihin yasasını bilmemek demekti.

Mazlumlar ve mağdurlar, eğer direnmeyi ve beklemeyi bilirlerse, daha neler görecekler, Allah bilir. Her zeminde dile getirdiğim bir gerçek vardı: Mağduriyet bir nimettir, mağduriyetinizin kadrini bilin ve göğün halkasına yapışmayı sürdürün.

Sahi, intihar etmesi beklenen, bunaltılan, analarından emdikleri süt burunlarından fitil fitil getirilmeye çalışılan, psikolojik harbin muhatabı olan mazlum kesimler iken, ne oldu da psikolojik harp ilan edenler intihar etmeye başladı? Bu işte bir terslik var gibi.

Aslında, bir terslik falan yok. Her şey, yasalara, değişmez ve değiştirilemez yasalara uygun gidiyor. O yasalar halkın dilinde “Zulm ile âbâd olanın âhiri berbâd olur” şeklinde dile gelmişti. Şairin dilinde “Zalime kürbet ne lazım ah-ı mazlum elverir” dizesine dönüşmüştü.

Başörtüsünden dolayı okulundan edilen yavrusunun elinden tutup gözyaşları içerisinde yanıma gelen ve “sırf kızım okusun diye kocamı memlekette yalnız bırakıp buralara geldim” diyen acılı ana için kaleme aldığım yazıda, şairin şu dizesini hatırlatmıştım:

“Bir ah ile bu alemi viran ederem ben!”

Tarihten bir ibret vesikası

“Hayat iman ve cihaddır” sözünün sahibi İslam’ın büyük şehidi Hz. Hüseyin ve ehl-i beytini katleden orduda yer alanların akıbeti daha o zamandan merak konusu olmuştur. Bir görgü tanığı olan Yakub b. Süfyan’ın ağzından nakledilen şu olayı hemen tüm ilk ve muteber tarih kaynakları aktarırlar:

“Çiftliğimdeydim. Cemaatle yatsı namazını kıldıktan sonra oradakilerle oturup muhabbete başladık. Hz. Hüseyin’e geldi söz. Orada bulunan adamlardan biri dedi ki: “Ben ısrarla takip ettim; Hüseyin’in üzerine yürüyüp onunla savaşanların hemen tamamının akıbeti feci oldu.”

Bizimle bulunan çok yaşlı bir adam “Ben de ona karşı savaşanlardandım, fakat şu ana kadar başıma hoşlanmadığım hiçbir şey gelmedi” dedi. Yanmakta olan kandil o sırada sönmeye yüz tuttu. İhtiyar onu yakmak için kalktı. Fitille oynarken, ateş birden parlayıp ihtiyarın elbisesini tutuşturdu. İhtiyar canını kurtarmak için, çiftliğimin hemen önünden akan Fırat’a koştu. Fakat ne yanmaktan kurtulabildi ne boğulmaktan.”

Büyük Alim İbn Teymiyye, “iktidarlar küfürle değil, zulümle yıkılır” der. Bu, inanan insanlara savaş açanların akıbetiyle ilgili ibret-i alem bir örnek. Günümüzde açılan savaş, sadece inanan insanlara yönelik değil; aynı zamanda Allah’a, Kur’an’a, İslam’a karşı da savaş açılmış durumda. Eğer birileri kalkıp tüm İslam peygamberlerine “hayalperest ve dengesiz” diye hakaret eden, Ulu Önder Hz. Peygamber’e “Arap hikayeci”, Yüce Kitabımız Kur’an’a “Muhammed’in hikayeleri” diye küfreden raporlar kaleme alıyor; “Allah’ı insan yarattı” tezini işleyen broşürleri ülkenin güvenliği kendisine emanet edilen gözbebeği kurumlarda ders kitabı olarak okutuyorsa; ve onların yeni yetme çömezleri Kur’an’ın bazı ayetlerini tartışmaya açarak “Kur’an’la hesaplaşmaktan” söz ediyorsa; bu düpedüz Allah’a, Kur’an’a, İslam’a savaş açmak demektir. Kur’an’ın ve İslam’ın sahibi olan Allah, ona saldıranlarla başa çıkar.

Mekke’nin yaşlı reisi Abdulmuttalib’in, Kâbe’yi yıkmak için Mekke üzerine yürüyen ve develerini gasp eden Ebrehe’ye dediği gibi: “Ben develerimin peşindeyim, verin bana develerimi!

“Kâbe mi? Onun sahibi var; onun sahibi onu nasıl koruyacağını ve saldırganlarla nasıl başa çıkacağını çok iyi bilir.”

Yorum Yaz