Siretü’l Kur’an 43. Ders | Kureyş Suresi “Homo Ekonomikus Olma İnsan Ol!” Dersi

 

 

SİRETÜ’L KUR’AN 43. DERS |

KUREYŞ SURESİ “Homo Ekonomikus Olma İnsan Ol! Dersi  | 17.04.2022

 

Değerli dostlar! Hepinizi selamların en güzeliyle selamlıyorum. Günümüz, dünümüz ve meçhul  sonumuz mübarek olsun, bereketli olsun. Kur’an’ın Hayat Yolculuğu, dersinde yine beraberiz.  17 Nisan 2022, 43. Dersimiz bugün… Nice 43. derslere, diyorum inşallah. Sağlık, huzur ve mutlulukla…

Bugün işleyeceğimiz sure, ders; insanlığın en kadim durumlarından biriyle alakalı, insanlığın temel ihtiyaçlarından biriyle alakalı. İnsanlık tarihinden bu temel ihtiyacı çektiğinizde, koca ama koskoca bir boşluk kalıyor. İnsanlık tarihindeki bu temel ihtiyacın istismarları, zaafları, meziyetleri, artıları, eksileri ve daha birçok şeyleri var. Bu ticaret, ekonomi… Aranızda sanırım ‘Ben hiç ekonomiye bulaşmadım.’ diyen herhangi biri yoktur. Daha doğmadan evvel ekonomiye bulaşıyor, anne karnında bebeler ekonomiye bulaşıyor öyle değil mi? Dolayısıyla ya satın alansınız ya satansınız ama çoğu kere ikisisiniz de. Mutlaka gıdanızı, ihtiyaçlarınızı, barınmanızı, giyinmenizi ve daha birçok şeyinizi bir yerden alıyorsunuz dolayısıyla ekonomiyle iç içesiniz bu bir hayat ihtiyacı. Hele hele bugün kaçınılmaz bir biçimde eski dünyadaki gibi takas ekonomisi işlemiyor, mübadele yapmıyorsunuz yani siz ona buğday verip siz ondan mısır almıyorsunuz, siz ona hurma verip siz ondan tuz almıyorsunuz, siz ona mısır verip siz ondan fındık almıyorsunuz, anlatabiliyor muyum? Dolayısıyla, ekonomi her tarafımızda hatta olmaması gerektiği kadar her tarafımızda… Ama ekonominin olmaması gerektiği yerler var mesela, imanınız yani din alınıp satılmamalı değil mi? Din ekonominin konusu olmamalı. Ne yapıyorsun? Din pazarına gidiyorum. Ne yapacaksın? Din alacağım. Ne yapıyorsun? İman satacağım. Kaça? Nerede belirlendi? Borsası neresi? Pazarlık yapıyorum. Neyin pazarlığını? İman pazarlığı yapıyorum. Yüzde doksan beş inansak da yüzde beş inanmasak olmaz mı? Yüzde doksan beş Allah’a inansak da yüzde beşcikte putlarımız olsa böyle, yani cici putlarımız olsa? Ya bundan 1400 sene evvel: Lat, Menat, Uzza varmış. Bugün onlar yok ama bugün bu çağın putları var. Şöyle eser miktar aralarına şey yapsak, serpsek olmaz mı? Serpme inanç yapsak, serpme kahvaltı gibi. Bakınız; Ekonominin girmemesi gereken yerler var, pazarlığın girmemesi gereken yer, satışın girmemesi; adamlığımı satıyorum, karakterimi satıyorum, ruhumu satıyorum. Kime? Şeytana… Efendim, onun için bir insanlık durumuyla karşı karşıyayız.

 

KURAYŞ SURESİ: HOMOEKONOMİKUS

Kurayş Suresi: Homoekonomikus; ekonomi insanı olma insan ol dersi, dersimiz bu. Önce mübarek sureye bir göz atalım, ir şahit olalım, bir şahit kılalım ki bir çoğunuz bir ömür boyu namazlarınızda falan okuyorsunuz hepinizde hemen hemen ezberinde olan bir sure değil mi? Li îlâfi Suresi… Efendim, ama ne diyor bu? Allah bilir kaç sefer okudunuz? Kaç yüz hatta kaç bin kez okudunuz… olabilir mi, bin kez, olabilir mi?.. Bence olur. Peki bu kadar bin kez okuduğunuz bir sure, okurken ‘Ya ben ne okudum arkadaş, gerçekten şimdi ne okudum?’ Okudum mu daha doğrusu. Çünkü anlamadığınız bir şeyi okumamışsınızdır; okumak anlamaktır. Dolayısıyla, okudum mu? Bence okumadınız. Anlamadığınız şeyi okumadınız. Kıra’at: anlayarak okumaya deniyor çünkü. Yoksa seslendirmedir, telaffuz etmedir. O başka bir şey ama kıraat değil. Dolayısıyla, namazınızın bir rüknü eksik yani bir ana taşıyıcı kolonu eksik, kolonu kırmışsınız… Hani şu uyanıklar var ya binanın kolonunu kırmış galeri yapmış, içine araba koyuyor oysa araba konmak için yapılmamış. Taşıyıcı kolonu kırmış, galeri yapmış. Ondan sonra ne olmuş? Bina çökmüş. Niye çökmüş? Kolonu kırmışsın, taşıyıcı kolonu. Şimdi düşünün, namaz kılıyorsunuz, salât ediyorsunuz, ettiğinizi düşünüyorsunuz ama çöküyor, yedi şiddetinde bir depremde çöküyor içindekilere mezar oluyor ama salât, destekti değil mi? Binaya verdiğimiz destek, hayata verdiğimiz destek, kendimize, aklımıza, irademize, bilincimize, şahsiyetimize verdiğimiz destekti değil mi? Bu desteklerle ayakta kalacaktı, hayat denizinde fırtına kopunca sahili selamete bir limanımız olacaktı sığınacak, hayat denizinde deprem baş gösterince, sallanınca, hayat bizi sallayınca ayakta tutacaktı değil mi? Kolon olacak, kiriş olacak, lente olacaktı değil mi? Olmadı… Olmadı… Niye olmadı? Çünkü değildi, değildi. Bağlantılarını yapmamışsın, pabucunu atmamışsın, demirini kullanmamışsın, kullandınsa deniz kumu kullanmışsın, nervürlü demir kullanmamışsın dolaysıyla birbirine bağlamamışsın, hafif sallandı mı yerle bir… Yani hayat seni salladı mı seni ayakta tutmuyor salâtın. Niye? Salât değil. İşte bakınız bağlantılar çok önemli, kirişler çok önemli, lentolar çok önemli, taşıyıcı kolonlar çok önemli. Onlar taşımıyor, taşımayınca da hayat yıkılıyor, hayat çöküyor, hayatın getirdikleri karşısında bakıyorsunuz bizimki iki seksen yerde uzanmış, niye? Ne oldu? Niye bu kadar çabuk pes ettin? Çünkü; imanından istifade etmedin. İmanından istifade etmedin. Oysaki imanın sana yardımcıydı. Hani ne demiştim: Din hayatın amiri değil, din hayatın memurudur. Evet din, hayatın amiri değildir, hayatın memurudur. Hayatın kendisi bizzat Allah’ın memurudur… Anlatabiliyor muyum? Dolayısıyla din de hayatın memurudur. Hayatı kolaylaştırmak, hayatı yaşanabilir kılmak, hayatın size getirdiklerine karşı size daha güvenli kılmak içindir. İmanınızdan istifade edin arkadaşlar, köşeye sıkışırsınız, ara sıra öyle acılar yaşarsınız ki hiçbir hekim, hiçbir tabip derdinize derman olamaz, öyle köşelere sıkışırsınız ki ‘Bittim ya Rabbii!’ diyeceğiniz köşelerdir. Elinizi uzattığınız her yer boş çıkar, elinize bir el değmez işte o zaman bir elin uzandığını görürsünüz. Görür müsünüz?.. Allah hakkındaki, Allah’ın varlığına dair bilginiz kelamdan öğrendiğiniz bilgi olmasın. Felsefeden öğrenilmiş bilgi olmasın. Allah’ın varlığını ispat için girişilen bir takım teorik bilgiler olmasın. Allah’ın varlığına dair bilginiz bizatihi yaşanmışlıklarınız, hayatınızda köşeye sıkışmışlıklar anında, tükenmişlikler anında, kıyıya gelmişlikler anında, tam düşecekken-ler anında ve o kritik zamanlarda ‘Ben onun elini tuttum sen ne diyorsun arkadaş?’… Sen ne diyorsun? Ben şahsen Allah’a dair bilgim hayatımın içindedir. Yaşantımın ta göbeğindedir. Bittim ya rabbi dediğim anlarda yettim kulum diyen bir Allah’ı kaç kere gördüm. Dolayısıyla benim Allah’a ilişkin tecrübelerim, hayatımın imbiğinden damıtılıp gelmiştir. Onun için çektiğiniz zaman çökerim. Yani benim külahımı koyayım ona anlat çünkü ben yaşadım onları sen yaşamadın. Benim tecrübem bana hastır sana anlatamam, sana aktaramam da taşıyamam da. Onları ben yaşadım ama ben yaşadım bende o kadar köklüdür, o kadar arkası doludur. Peki hepinizin hayatında yok mudur böyle bittim, anları? Ha bittim, anları yok yani bir dert falan çekmediniz… ‘Dertsiz adam yoktur’ Sadi Şîrâzî’nin dediği gibi “Varsa da adam değildir.” O zaman gidin kendinize bir dert bulun, esaslı bir dert. Evet, rabbinizle anılarınız oluşsun, hatıralarınız oluşsun.  O zaman imanın nasıl kullanılacağını öğrenirsiniz. Ne işe yarar yahu? Öyle bir işe yarar ki. Her çare tükendiğinde, bakmışsınız o çare bir kapı, bir kapı “…men yetteki(A)llâhe yec’al lehu meḣracâ” ‘Kim Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olursa Allah onun için bir çıkış yolu, bir çıkış kapısı açar.’ Onu görürsünüz, o kapıdan geçersiniz. Bazen dar, bazen geniş kapıdır. İncil’in dediği gibi ‘Bazen dar kapıdır ama bazen de geniş kapıdır.’ Evet…

Bismillah …

“Li-îlâfi kurayş: Bari Kureyş’in birlik ve dirliği hakkı için. Îlâfihim rihlete-şşitâ-i ve-ssayf: Onların yaz ve kış yaptıkları ticari sefer güvenliği hakkı için. Felya’budû rabbe hâżâ-lbeyt: Kulluğu; şu Beyt’in Rabbi-ne tahsis etsinler.” Şu evin yani Kabe’nin Rabbi-ne tahsis etsinler, mahsus kılsınlar, has kılsınlar yani başkalarına da paylaştırmasınlar, kula kul olmasınlar. Ebu Leheb gibi kâra, paraya, servete kul olmasınlar. Dünyaya kul olmasınlar, iktidara kul olmasınlar, güce kul olmasınlar, insana kul olmasınlar, insanı kul etmesinler. Ya neye?.. Beyt’in Rabbi-ne kul olsunlar, Beyt’e de kul olmasınlar aslında burada zımnen altında bu var. Yani ekmeğe teşekkür edilir mi? Ekmek teşekkürden ne anlar? Ekmeğin sahibine teşekkür edilir. Öyle değil mi? Beyte teşekkür edilir mi? Beyte teşekkür eden, beyte tapmaya da başlar. Ben Kâbe’ye tapan çok hacı gördüm. Adam oraya Allah’ın bir ibadeti olduğu için gelmiş fakat Kabe’yi Allah zannediyor… İnanın böyle. Tabi başka şey zannedenler de gördüm. Ya iki hacı konuşuyordu otelin önünde, çıktım. Bir tanesi işte tavaftan gelmiş öbürü de işte yeni gidecek. “–Nereden geliyorsun? –Türbeyi döndük geldik.” diyor. Adam Kâbe’yi türbe zannediyor, anlatabiliyor muyum? Bu kadar bi’gane, bu kadar habersiz, bu kadar cehalet… Dolayısıyla, orada biri yatıyor zannediyor muhtemelen bazıları Allah Rasulü’nün türbesi falan zannediyorlar orayı. Onun için evet “Felya’büdü rabbe hazel beyt”… “Elleżî et’amehum min cû’in ve âmenehum min ḣav: Ki o, onları açlığa rağmen doyurmuş, her türlü tehlike ve tehdide rağmen de güvende kılmıştır.” Evet, suremiz bu, bu kadar yani çok değil. Efendim işte dört ayetlik bir sure… Ama insanlık durumuyla ilgili yani ekonomi ile ilgili, ticaretle ilgili bir sure. Bu kadar önemli bir şey mi ki ilk surelerde, 21. Sure bakınız bu iniş sırasında 21. Sure, iniş sırasında ilk dönemde, ilk aylarda inen sure demektir bu. Bu kadar önemli bir mevzu mu ekonomi? Evet bu kadar önemli. Ruhunu satanlar genelde para için yaparlar bunu, genelde kişiliğini, şahsiyetini pazarlayanlar servet için yaparlar bunu. Ya onun için 2. Halife Ömer Bin İbni Hattab öyle der; ‘İnsanların namazı, orucu sizi aldatmasın ona bakmayın. İnsanların parayla, servetle yani altın ve gümüşle alakaları, ilişkileri ne ona bakın.’ Anlatabiliyor muyum? Ölçü. İnanın Kur’an nezdinde de ölçü bu. İnsanın ölçüsü, hamı ve hası servetle, parayla ilişkisine bakarak çıkarılır, namazla oruçla değil. Namazına da orucuna da bakmayın. Servete, dünyalığa, iktidara, güce ki bütün bunlar gücü temsil eder, paraya, pula ilişkisine bakın bununla ilişkisini nasıl kurduğundan yola çıkarak notunu ona göre verin. Paranın bozmadığı adam, adamdır. Evet, adamdır. Onun için paranın bozup bozmadığını anlamak için de önce servet verip denemek lazım. Onun için de yokluğa sabretmek her kişi kârı, varlığa sabretmek er kişi kârıdır. Evet, er kişi kârı varlığa sabretmek.

 

 İNSAN VE BİR İHTİYAÇ OLARAK TİCARET

Evet ticaret bir insani ihtiyaçtır, çok temel bir ihtiyaçtır. Çok geriden aldım kusura bakmayın, efendim. Yani ben kökünü konuşmadığım ağacın, meyvesinden konuşmayı hazzetmiyorum. Hani mahallenin haşarat çocukları olur bilir misiniz? Gelirler taşları alırlar, erikleri taşlarlar ceplerine doldurup yerler. Yani bilgi elde ederken mahallenin erik hırsızı, haşarat çocukları gibi yamayalım. Bilginin köküyle de ilgilenelim, bilgi ağacının köküyle, saçaklarıyla, toprağıyla da ilgilenelim, gövdesiyle de ilgilenelim ki dalındaki meyveyi yemeyi hak edelim. Öyle değil mi? Onun için kökenlere gidiyoruz. En kökte ne var?

Hayatta kalma güdüsü: İnsanın iki güdüsü vardır; Bu insanı, tüm canlıları motive eden bu, insan değil tabi sadece. Yeryüzünde hayatın müddeti nedir? Dört milyar yıl. Evet, bu dünyada hayat dört milyar yıl önce başladı. Okyanuslarda siyanobakteri olarak başladı, bakteri olarak başladı, yola çıktı. Ondan öncesi kimyaya girer bakınız, biyolojiye girmeden evvel onun taşları vardı, yapı taşları; Kimya. Anlatabiliyor muyum? Onun için o kimyasal yapı taşları, yaratışın bir sonucu olarak hayata dönüştü, hayat buldu. İlk hücre, orada müthiş bir mucize var, ilk hücre…  İlk madde, orada müthiş bir mucize var… Ondan evvel ne? Hiçlik. Fizik, bugün ki Fizik “Big-bang’den önce ne vardı? Boşluk, hiçlik.” diyor. Dolaysıyla ilk madde, orada bir mucize,  orada bir el var bir el. Biz öyle inanıyoruz. Onun için “Allah, varlık sabititidir.” benim nezdimde. Ben öyle tarif ederim, böyle tanımlarım. Bu tanımda bana aittir. Varlık sabiti. Işık hızı gibi tıpkı, tıpkı pi sayısı gibi, tıpkı altın oran gibi, tıpkı Arşimet sabiti gibi, tıpkı Plank sabiti gibi yani fizik de matematikte sabitler vardır. Niye böyledir? Niye böyledir-i yok ki. Pi sayısı niye öyledir yani 3,14? Niye-si olmaz ki. Yani tüm kâinatta mikrodan makroya, efendim bir cismin çapının çevresine oranı 3,14, öyle mi? Öyle midir? Bu nano ölçekte de böyledir, galaksi ölçeğinde de… Böyle midir?.. Ya hiç mi matematik okumdanız niye cevap vermiyorsunuz? Evet öyledir efendim. Dolayısıyla “Matematik: Allah’ın dilidir.” Matematik iyidir. Onun için çocuklarınıza matematiği sevdirin lütfen. Ben elli yaşından sonra matematik çalıştım biliyor musunuz? Evet, integral çalıştım, üçüncü dereceden denklemler çalıştım. Yahu bir ilahiyatçı ya, bir ilahiyatçının matematikle ne alakası olur, diyeceksiniz… Ne demek ya; ilahiyat bunlardadır asıl. Fiziksiz metafizik olmaz anlatabiliyor muyum? Biyolojisiz teoloji olmaz, jeolojisiz teoloji olmaz, zoolojisiz teoloji olmaz. Çünkü bu kâinat, Allah’ın Kur’an’ıdır. Bu büyük Kur’an’ı es geçerek siz… bu yardımcı kitaptır bu kuran yardımcı kitaptır, ana kitap kâinat Kur’an’ıdır. ve bu kuranın ayetleri kainatı gösterir, varlığı gösterir, tabiatı gösterir. Onu okuyamıyorsan okuyamıyorsun demektir. Dolayısıyla, evet hayatta kalma güdüsü en temel güdülerden biridir, ikinci güdü nedir?

Soyunu sürdürme güdüsü: Motive ettiği bir insan aktivitesidir; Ticaret, ekonomi, hayatta kalma güdüsünün motive ettiği. Hormonların dürtüsü vardır. Hayatta kalma güdüsü tamam, sabit. Niye hayatta kalma güdüsüyle ticaretin ne alakası var? Efenim, ticareti çektiğiniz zamana bir bakıma hayatını çekmiş oluyorsunuz, öyle değil mi? Gıdayı nasıl alacak? Gıdayı almazsa nasıl hayatta kalacak? Beslenmezse nasıl hayatta kalacak? Beslenme bir ekonomi aktivitesi değil mi? Ekonomi unsuru… Dolayısıyla bakınız doğrudan hayatta kalmayla alakası var ticaretin. Onun için en temel zarurriyyattandır haciyat bile değil, birincil zaruriryyat. Evet ikincisi,

Hormonların dürtüsü  vardır: Nedir bu?

  • Haz- arzu: Evet, yani birinci hormon neydi o? Dopamin, haz hormonu. Haz hormonunun bir gerekliliği var. Nedir? Bir insan hazsız yaşayamaz, onun da ihtiyacı var. Yani en temel de amigdalanın iman ettiği bir hormondur ve o hayatta kalma güdülerimizin hemen alttaki dürtülerden ilkini teşkil eder. Refah onunla bağlantılıdır, haz hormonuyla bağlıdır. Refah, toplumsal dopamindir tabiri caizse, sosyal dopamindir.
  • Bağlanma: Bu da bağlanma hormonudur. Bu hormon eğer kontrol edilmezse, bu hormon eğer sizi yönetirse o zaman ne olur biliyor musunuz? Bağlanırsınız. Şeyh diye bağlanırsınız, taparsınız. Gavs diye bağlanırsınız, taparsınız. Kutub diye bağlanırsınız, taparsınız. Hoca diye bağlanırsınız, taparsınız. Üstat diye bağlanırsınız, taparsınız. Lider diye bağlanırsınız, taparsınız. Dolayısıyla, bağlanma hormonunu yönetemezseniz eğer o zaman karakterinizi kaybedersiniz, sürü olursunuz; yani yanaşma olursunuz, bir eleman olursunuz, koltuk değneği olursunuz, nesne olursunuz. Oksitosin hormonunu yönettiğiniz zaman bir işe yarar, o sizi yönettiği zaman bitirir. Mesela işinizle duygusal ilişkiye girersiniz. Ya işle duygusal ilişkiye mi girilir? İşinizle duygusal ilişkiye girdiğiniz anda işi işiniz olmaktan çıkar. Siz işin işisiniz, malın malı diyorum ben buna. Anlatabiliyor muyum? Sizin malınız yoktur ondan sonra, niye? Siz malın malısınız çünkü, malın malı olmuş bir adamın malı olmaz öznesi yok, öznesi servet. Dolayısıyla yer değiştirmiş hani tam da “Tebbet yedâ ebî lehebin vetebb” odur işte kurusun, kurumuş. Dolayısıyla bağlanma, tutku
  • Mutluluk hormonu: Hormonların en güzeli, evet. Serotonin: onunla da alakalı huzur verir, huzur hormonudur. Dolayısıyla ekonomi, huzur veren bir boyutu vardır, ekonomi refah veren, haz veren bir boyutu vardır, ekonomi bağlanma boyutu vardır anlatabiliyor muyum? Servet bağımlılık yapmıyor mu? Ben servet bağımlılarını görüyorum arkadaşalar yani kafayı bulsa, kafayı çekse eğer ondan daha ayık gezecek. Servet sarhoşu oldu mu, deniz ayıktırmıyor onu. Kafayı bulana bir kova su dökün ayıkır ama servetle sarhoş olmuş bir insanı bir deniz ayıltamaz, bir deniz ayıktıramaz ,o sarhoşluktan kurtaramaz öyle oluyor zaten.

Ve yan tesirleri de var:

Sahip olma tutkusu. Evet, tutkudan bahsediyoruz biz burada sahip olmaktan değil. Sahip olmak insanda en temel güdülerden biridir. Evet sahip olmak… Onun  için mesela Kur’an’da niye efendim mirasla ilgili bu kadar ayet var, sorusunu soran varsa aranızda ki mümkündür bu güzel bir sorudur aslında. Hatta itiraz sededin-de  sorulabilir: Niye ya bu kadar ayrıntı ya mirasla ilgili? Mal sahipsiz kalmamalı, sahipsiz kalan mal “niza” meselesi olur, kavga meselesi olur, cinayet meselesi olur. Anlatabiliyor muyum? Onun için bakınız mülkiyet duygusu Allah’ın insana yaratılıştan verdiği, fıtrattan verdiği bir duygu, peki bu duygu bizi yönetirse ne olur? Mülkiyet manyağı oluruz. Benim değil mi? Benim değil mi? O da benim değil mi? Hani üç ve üç beş yaş çocukları vardır ya. Annesinin bacağına sarılır ‘Benim annem’ Babasının dizine sarılır ‘Benim babam’. Eline her geçirdiğini benim, benim, benim. Dolayısıyla bu mülkiyet güdüsünün sizi yönetmeye başlamasıdır, sizi yerden yere çalar. Hayır senin değil! Ne der mübarek Kur’an: ‘Emanettir.’ Mülkiyet değildir, emanettir. Niye? Senin olan bir şeyi ölünce götürmen lazımdır, gerçekte seninse. Eğer ölünce bırakıyorsa senin değildir, elden ele tedavül ediyorsa senin değil, dolayısıyla senin değil emanet, eyvallah.

Hırs: hırs, hırs aslında insanın içinde bir şeytana dönüşebilir, özünde yönetilirse çok yararlı bir güdüdür veya dürtüdür ama sizi yönetirse şeytana çevirebilir insanı. Niye? Hiçbir şeyle doymazsınız, hiçbir şeyle yetinmezsiniz. Doksan dokuz koyunuzu var bir koyun da karşıda değil mi? O bir koyunu elinden almak için yapmayacağınız kötülük, yemeyeceğiniz nane kalmaz. Niye? Ya doksan dokuz tane var ama… Onu görmezsiniz ki illa bir de benim olsun. Dolayısıyla hırs, insanı yiyip bitiren bir ateş.

Rekabet: Rekabet eğer yönetirseniz güzel. Rekabet olmalı. Rekabetin olamadığı yerde neler oluyor onu görüyorsunuz değil mi? Rekabetin olmadığı yer kalitesizdir, kalite hemen kaybolur oradan. Niye? Çünkü ne koysan gidiyor arkadaş, ne sunsan satılıyor. Bitli bakla koyuyorsunuz, baklan bitli, diyen yok. Niye ? Bitsiz bakla yok da pazarda onun için. Rekabetin olmadığı yerde kalite kaybolur. Onun için mahlukattan hiç kimseyi rakipsiz bırakmamak lazım hiç kimseyi. Başta siyaset. Siyasette eğer birinin rakibi yoksa onun tiranı olmaması için hiçbir neden kalmamıştır. Hiçbir neden kalmamıştır. Dolayısıyla rakibi yok etmemek akıllı insanlar kendi rakiplerini de var kılarlar, anlatabiliyor muyum? Yaşatırlar, onun için rekabet kalite getirir, rekabet tiranlığı önler, rekabet firavunluğu önler, nemrutluğu önler; rekabet aynı zamanda seçme, beğenme, tercih etme yani irade yetisinin en güzel sonucudur. Seçeceksiniz değil mi? Onun için rekabet güzeldir, rekabetin olmadığı yer dediğim gibi “cehenneme” döner ama rekabet sizi yönetmemeli, siz rekabeti yönetmelisiniz. Rekabet sizi yönetmeye başlayınca, rekabet, rekabet olmaktan çıkar, ne olur? Rakibi şeytanlaştırırsınız önce ötekileştirirsiniz sonra şeytanlaştırırsınız sonra deccallaştırırsınız. Şeytanlaştırdığınız ve deccallaştıdığınız rakibiniz artık sizin anti-tanrınızdır, antitanrı… Antimadde var ya, antinötron var ya, antineutrino var ya, antitanrı, antitanrı da tanrıdır, puttur yani… Bazıları putlarını antiden seçerler tıpkı şeytana tapanlar gibi. Şeytana niye tapar ki insan? Şerrinden emin olmak için taparlar, bana ilişmesin diye taparlar, dolayısıyla antitanrı… Evet rekabeti, rekabet ölçeğinden çıkarmazsanız güzel.

Çıkar: Çıkar, her insanın Allah’a yaratılıştan verdiği bir güdüdür yine dürtüdür çıkar. İnsan çıkarını gözetir, menfaatini gözetir ama çıkarcılık başka bir şeydir. Çıkarcılık, çıkarın yoldan çıkmış halidir. Nedir, çıkarcı olursanız ne olur? Artık her şeyi çıkarcılık üzerinden ölçemeye, tartmaya başlarsınız ve ondan sonra çıkarınız için yapmayacağınız şey kalmaz. Hayrın yerini haz alır; hayır kalmaz orada ve tabii…

Güç: hepsinin toplamı, bu kelime de “GÜÇ”. Hepsi: Güç için yaşarsınız, güç için inanırsınız, güç için inkar edersiniz, güç için öldürürsünüz, güç  için yok edersiniz, güç için yakarsınız, güç için yalan söylersiniz, güç için haram yersiniz, güç için onun bunun malına el uzatırsınız, güç için hak hukuk dinlemezsiniz, güç için zulüm edersiniz, güç için şirk koşarsınız. Evet…

Zaruri ihtiyaç bölümü var:

İnsanlık tarihinde, ticaret tarihinde… Nasıl başladı ticaret, nasıl başlamış olabilir mesela? Efendim, evet ilk ticari metanın ne olduğu konusu ihtilaflı, ilgili bilim alimleri arasında ama muhtemel  ilklerden biri:

Obsidyen: Obsidyen ne? Volkanik cam, doğal cam yani. Silisten eritilmiş, ergitilmiş cam değil. Doğal cam, siyah olur zaten. Müzelerde görürsünüz. Bir milyon yıllık, bir milyona iki yüz bin yıllık Obsidyen-den hazırlanmış ok uçları, ilkel bıçaklar vardır. Dolayısıyla yani ilk takas ürünüdür. Mesela, Asurluların yirmi tane Karum’u vardı. Kayseri en büyükleriydi Kültepe Kaniş Karum. Karum nedir? O zamanın pazarı, o zamanın uluslararası Pazar. Yani bundan beş bin yıl öncesini, dört bin yıl öncesini düşünün neolitik dönemde… İşte o dönemden başlayıp daha sonra ki Asurlular tabii o zamanın uygarlığı değil. Bundan yaklaşık 3000-4000 yıl öncesinin uygarlığı ve obsidyen pazarları kuruluyor. Nedir? Niye? Demir daha keşfedilmemiş. Demir biliyorsunuz metaller içerisinde en geç keşif, MÖ 1000-1200 yılları arasında keşfedildi. Ama biz MÖ 4000 yıldan bahsediyorsak 4500 yıldan bahsediyorsak demirden bahsedemeyiz artık ama demirin yerine kesici olarak kullanacağımız bir şey lazım delici olarak kullanacağımız bir şey lazım. Ne o? Obsidyen ve çakmak taşı. Anlatabiliyor muyum? Bunlar mübadele aracıydı. Çok değerlilerdi. Silahtı yani. O günün silahı, o günün bıçağı. Dolayısıyla ilk ihtiyaçlardan biri. Estetik için mesela.  Nedir bu? Lacivert taşı. Mesela “Kıtalar arası ticaret ne zaman başlamış?” sorusunu sormuşlar. “4000-5000 yıl önce başlamış” cevabını vermişler. Biraz aralık geniş. Nereden çözmüşler bunu? Lapis lazuli-den çözmüşler; Lacivert rengini veren boya. Başka yok. Bir tek madde var lacivert taşı. Lacivert rengini bu taştan alıyorlar. Bu taşın da dünyada çıktığı tek bir yer var, Afganistan. Anlatabiliyor muyum? Ama ta Mısır’da var bu taş. MÖ 3000 yılında ta Mısır’da bu taş var. Peki ne olmuş nasıl gelmiş? Afganistan’dan Mısır’a ihracat var. Buradan çıkarmışlar. Anlatabiliyor muyum? Onun için böyle bir estetik  için: Hayvan dişleri, takı malzemeleri, ilkel para. Para kullanmadan evvel ilk kullanılan para neydi? Hemen tabi… paranın serüvenine geçince anlatayım onu. Takas, işgücü-hizmet-ürün mübadelesi. Ticaret, başlangıçta takasla başlamış. Dedim ya sen bana et ver ben sana tohum vereyim. Evet böyle. Böyle başlamış. Yani avcı-toplayıcı, bir toplayıcı bir avcıyla neyi takas eder? Toplayıcı topladığı meyveyi veya tahılı verir, avcı da avladığı ceylanın şunun bunun etinden verir. Dolayısıyla takas böyle başlamış. Ürün-hizmet mübadelesi.

Paranın serüveni:

Önce ürün daha sonra nadir eşya daha sonra değerli metal. Mesela deniz kabuklularının kabuklarının para olarak kullanıldığı bir dönem olmuş. Yeryüzü coğrafyasında farklı farklı yerlerde para olarak semeniye olarak -Arapçası budur- kullanılan para yerine kullanılan eşyalar var. Bu ille de değerli olması gerekmiyor bazı yerlerde deniz kabukları midye ve istiridye kabukları para olarak kullanılmış düşünün. Çok ilginç. Bu çok da eski değil üstelik. Yine altın gümüşü biliyoruz zaten o hep para değerini korumuştur altın ve gümüş. Ama düşünün ondan sonra neye geldik. Kâğıt, kâğıt para. Kâğıt paranın hikayesini en güzel Goethe anlatır Faust’ta. Okumayanlara tavsiye ederim kâğıt paranın. Yani orada şeytana ruhunu satan biri vardır. Dolayısıyla Mephisto karakteri vardır. Ve kâğıt para… işte kral askere altın dağıtması lazım fakat hazine tam takır. Kral eli kolu dökülmüş, asker ayaklanırsa eğer yeniçeriler gibi fena, devlet riskte. Ne yapacak? Hemen kralın orada akıl danesi Mephisto gündeme girer ve der ki -“Efendim ben bir çözüm buldum” Ne o?, “Böyle kağıtlar hazırlayacağız, siz altına imza atacaksınız. Onu biz altın yerine vereceğiz, gümüş yerine vereceğiz, dinar ve dirhem yerine vereceğiz.” Bu nasıl olur der önce aklı almaz. Altın alacak adam kâğıt alır mı? Altının yerini tutar mı kâğıt? Önce bir tereddüt ama kral imzalayınca tutar der.- Ve kral imzalar milletin askerin eline hayatlarına karşılık kâğıtları tutuştururlar. İşte öylece önce alın terini çalarlar, cebinize de kağıtları koyarlar, kağıtlar için savaşmaya başlarsınız bu sefer. Anlatabiliyor muyum? Kâğıt paranın, kaimenin yani hikayesini böyle harika bir biçimde hikayeleştirmiş üstat Goethe. Eyvallah. Sanal: Şimdi sanal paraya geldik bakınız. Para bile yok. Devreden bir şey yok. Sanal rakamlar gidiyor geliyor öyle değil mi? Dijital para: Coinler, altcoinler, bitcoinler şunlar bunlar bakınız nereye geldik. Dolayısıyla bambaşka bir yere gidiyor ticaret. Ekonomi bambaşka bir yere gidiyor. Onun için yeni dünyada çok farklı bir ekonomi olacağı belli. Tabi bu ekonomilerin bu farklı enstrümanların farklı sahtekarlıkları da gelişiyor değil mi? Adam milyar dolarları götürüveriyor bakıyorsunuz. Çünkü bunlar algoritma üzerinden yürüyen şeyler nihayetinde. İşte  kazıyıcılık yapıyor. Türkiye’de adam sığır bank diye bir sığır bank değil tabi Çiftlik Bank. Sığır bank açıyor sığırlar buluyor (!) binlerce on binlerce onları yoluyor topluyor… Yani ne denir başka ne diyeyim daha nasıl kibar olayım Allah aşkına. Kaç kere aldatılacak bu ülkenin halkı. Üstelik de bunlar muhafazakarlık adına aldatılanlar. Kaç kere aldatıldınız. Buluyor ve yoluyor. Adam çiftlikte şey yetiştiriyoruz inek diyor inek ve ineği pazarlıyor güya. Aslında adam Bitcoin çiftliği kurmuş biliyor musunuz? Gördünüz mü fotoğraflarını? Vay be… Meğer çiftlik varmış orada ve o da kazı yapıyor Bitcoin kazısı yapıyor. Vesair neyse…

 

BEKKE, KÂBE VE MEKKE

Bekke: Kur’an’da geçer. “bibekkete mubâraken” “Mübarek bekke” yani bereketli kılınmış. Gözyaşı diye çevrilir, gözyaşı vadisi olarak. Başka şekilde de tercüme edenler var. Etimolojisini başka yerden getirenler var.

Kâbe: Özgürlük evi. “Beyt-ül-‘atîk” Kur’an’daki ifadesiyle. Özgürlükle ne alakası var, diyeceksiniz? İsmail’e bağlayanlar var bunu. Hani İsmail’in özgür kılınması kurban edilecekken özgür kılınması. Aslında İsmail üzerinden eski dünyanın “insan kurban etme” cani geleneğini bitirme işidir bu. Eski dünyada neydi? İlk oğul kurban edilirdi. Sümerlerde var, Eski Mısırda var, Mayalarda bu insan kurban etme zaten 15. yüzyıldan Mayaların son gününe kadar devam etti. Anlatabiliyor muyum? Zigguratlarda böyle kıtır kıtır insan kesiyorlar. Kuzeyde: Vikingler, İskandinav halkları… insan kurban etmek çok yaygındı. Nil’de Nil’e her sene bakire bir kız atarlardı mesela. İnsan kurban etme… Ama ilk oğlu kurban etme geleneği çok yaygındı eski dünyada. Dolayısıyla ilk oğlu kurban etmeyi durdurun mesajıydı bu kurban hikayesi, kurban anlatısının maksadı buydu. İnsanlığın büyük bir zaafına “Durun artık!” Allah insanı kurban etmeniz için yaratmadı. Evet buydu. Kâbe özgürlük evi. Beyt’ül-‘atîk: Özgürlük evi, aynı zamanda insanı maddi bağlardan, insanı çevresel bağlardan da özgür kılan hatta kendisinden de özgür kılan bir ev. Ev mi? Ev evet. “İnne evvele beytin vudi’a linnâsi lelleżî bibekkete mubâraken” bakınız Bekke ismi burada geliyor işte. Yeryüzündeki ilk ev Bekke vadisindeki insanlık için kurulan bu evdir diyor. Böyle bir ayet var. “İnne evvele beytin” “beytin” yani “beyt” belirsiz bir ev. Ev ne evi? “Beytullah” ifadesi Allah içinde oturduğu için ev, Allah’ın evi denmemiştir. Haşa Allah bir yerde oturur mu, Allah mekâna sığar mı, Allah eve sığar mı? Öyle bir şey olur mu? 11x12x10.5 böyle bir ebatları olan bir küp yapının içine Allah sığar mı haşa. Beytullah denmesinin sebebi kamu malı olduğu içindir. Orada Allah kamuyu temsil eder. “Nâkatullah” Allah’ın devesi. Kamu malı deve yani özel mülkiyet değil. Devenin sahibi yoktu. Devenin sahibi olmadığı için deveye su vermediler, su vermedikleri için deve susuzluktan ölmek üzereydi, hunharca işkence ederek öldürdüler deveyi. Anlatabiliyor muyum? Yani kamu malı deve. Kamu malıysa o sahipsiz değildir o Allah’ındır demektir aynı zamanda. Ardullah: Allah’ın arazisi. Allah’ın arazisi mi var? Ne yaptı yani tapu kadastrodan Allah arazi mi aldı? Öyle bir şey mi var? Hayır. Kamu arazisi. Yani insanlığın tamamına tahsis edilmiş. İnsanlık malı demektir. Dolayısıyla bunu böyle bileceğiz. Kâbe yeryüzündeki ilk ev olabilir, insanlığın yaptığı ilk ev olabilir benim kanaatim bu. Niye? Bu insanlık tarihindeki insanlığın yeryüzündeki dağılışıyla o kadar uyumlu ki insanlığın bir kaynaktan çıktığını biliyoruz. Neresi? Bugün Doğu Afrika Rift Vadisi. Yani Tanzanya Kenya ve Rift Vadisi -ki 5000 kmlik bir vadidir o- şu anda kırılıyor ve her sene bir cm ayrılıyor 1-1.5 cm ayrılıyor 100 milyon yıl sonra ora Kızıldeniz gibi bir ara iç deniz olacak. Dolayısıyla Rift Vadisinden çıktı insanlık ilk defa. Paleontoloji bunu gösteriyor yani fosil bilimi. Yine efendim, genetik bunu gösteriyor, genetik bilimi bunu gösteriyor ve arkeoloji bunu gösteriyor; 3 bilim de buna işaret ediyor. Göç bilimi de buna işaret ediyor. Nasıl oldu? Nereden göçtüler? Afrika’dan Babülmendep. Yani Yemen Boğazı var ya Kızıldeniz’in Hint Okyanusuna açılan boğazı, oradan geçtiler. Daha önce ilk derslerden birinde işlemiştim hatırlar mısınız? Nefud Çölü’nde Arabistan’ın çöl kısmında 2019 yılında bulunmuş bir “parmak kemiği”. Şu kadar bir kemikten bahsediyorum “88 bin yaşında”. Çölde orada yaşamak mümkün değil. Orada bir parmak kemiği buldular. Yaşı 88 bin. Oysa ki mesela Avustralya’ya giden Avustralya’daki Avustralya yerlilerinin Yeni Zelanda olsun -Yeni Zelanda çok yeni bir yerleşim aslında o değil- Pasifik adalarındaki en eski yerleşim en eski insanların en eskisinin tarihi 50 bin yıl. Amerika’da Bering Boğazı donmuş Bering Boğazı’ndan Amerika’ya geçmişler. Eskiden 10 bin yıl verilirdi şimdi 14 bin 24 bin yıl arası veriliyor, biraz uzattılar hepsi bu kadar. 24 bin yıl kabul edelim biz, Amerika’ya insanoğlunun geçişi. Pasifik Adalarına geçişi 50 bin yıl, Amerika’ya geçişi 20 bin yıl 24 bin yıl en fazla. Peki, o zaman Arabistan’da bulunan insan kemiği 88 bin yıl baya bir eski. Anlatabiliyor muyum? O zaman ilk evin insanoğlunun yeryüzünde yaptığı ilk imar faaliyetinin Kâbe olmuş olması imkân dahiline girmiyor mu? Yani insan tarihi açısından paleontolojik olarak, efendim arkeolojik olarak nereden bakarsanız bakın evet… Yani o zaman Hac neyin ifadesi. Hac: aslında insanın baba ocağına gidişi. Baba ocağını ziyaret edişi. Onun için insanlık çağrılır Hacca biliyor musunuz? Çok ilginç. İnsanlık çağrılık bakınız.

İnsanlık anıtıdır Kâbe: İnsanlığı çağırır. “Veeżżin fî-nnâsi bilhacci” Hac Suresi’nin 27. ayetinde İbrahim’e hitaben, insanlığı Hacca çağırır; Müslümanları değil, inananları değil, Mü’minleri değil, insanlığı. İlginç değil mi!.. Biraz önceki Bekke konusundaki ayette de insanlık vardı. Yine insanlık üzerine Allah’ın hakkı. Ali İmran 97. “veli(A)llâhi ‘alâ-nnâsi hiccu-lbeyti meni-stetâ’a ileyhi sebîlâ” “‘alâ-nnâsi”… “İnsanlık üzerine Allah’ın hakkıdır beyti haccetmesi, beyti ziyaret etmesi.” Buyurun insanlık!.. Şu soru aklınıza gelmiyor mu sizin? Neden Hacca Müslümanların dışında insanlığın geri kalanının Hac beldelerine girmesi yasaktır, neden!? Hem insanlığı çağır diyecek hem insanlığın üzerinde Allah’ın hakkı diyecek hem de durun hele Müslüman olmayan… yok aslında başka mezhepleri de sokmazlar da bakmayın o kadarına güçleri yetmiyor. Niye? Tevbe Suresi’ndeki bugünden sonra buraya Mekke’ye yaklaşmasınlar ayetini kullanmışlar alakası yok. Orada o ayette söylenen Mü’minleri peygamberi Mekke’den çıkaran bizatihi suçlular bizatihi ülkesinden kovan haramiler. Zalimlerdir orada. Bizatihi isim isimdir bellidir bunlar. Anlatabiliyor muyum? Mümtehine Suresi’nin 8-9. ayeti de bunun şahididir. Peki, o zaman niye gayrimüslimler Mekke’ye giremez? İnsanlığın merkeziydi orası. Onların da babası değil mi? Sizin 3 tane oğlunuz var tutun ki biri Ateist biri Hristiyan biri de Müslüman. Müslüman’ın babasısınız ama Ateistin babası değil misiniz? Öyle bir şey olabilir mi? Hayır işte değil öyle. Gerçi İmamı Ebu Hanife bu konuda Ebu Hanif daha şey, Ehli kitap girebilir, diyor. Ama o da nihai tahlilde sorunlu, ayetlerle uyuşmuyor. Niye? İnsanlığın girmesi lazım. Bir şey dahilinde… çünkü insanlığın babasının ocağı orası senin babanın yeri mi? Tüm insanlığın babasının yeri. Dolayısıyla gördüğünüz gibi eğer Kur’an’ı adam gibi okursak bize garip gelen, uyuşmayan, yatmayan, hayır ya bu böyle olmaması lazım, dediğimiz yerlerde hemen error veriyor error, kırmızı ışık yanıyor orada. Anlatabiliyor muyum?

Kabe’nin sembolizmi: İlk ev, baba ocağı, sadelik, tevazu, kamu malı. Neyse…

 

ÎLÂF:

ESKİ̇ DÜNYANIN COĞRAFYALAR ARASI GÜVENLİ TİCARİ SEFERLERİ

ÎLÂF: Evet nedir bu îlâf, Bakalım…

KÂBE’NİN METALAŞMA SÜRECİ AYNI ZAMANDA. 

Kureyş ve tarihsel süreç. Şöyle bir bakalım mı?

Kureyş: kelimesi “köpek balığı” diyenler var buna. Köpek balığına Kureyş deniliyor. Ama ne alaka diyeceksiniz çölde bir kabile ama köpek balığı kökünden geliyor ismi. Köpek balığıyla ne alakası var, köpek balığına isim olarak almış bir kabile denizci olması lazım balıkçı bir kabile olması lazım öyle değil mi? Peki balıkçı bir kökeni olamaz mı? Olabilir. Belki ataları Kızıldeniz’de, genellikle Kızıldeniz’dedir balıkçı kökenliler. Bugünkü Katar bugünkü Birleşik Arap Emirlikleri bugünkü Irak yani körfez sakinleri. Dolayısıyla şeyde yok mu köpek balığı Kızıldeniz’de… Basra Körfezi’nden bahsediyorum. Basra Körfezinde olması lazım. Kızıldeniz’de yok mu? Kızıldeniz’de de var köpek balıkları. Hem de meşhurdur Kızıldeniz’in köpek balıkları. Dolayısıyla deniz kenarında olması lazım, önceleri deniz kenarındaymış da sonradan içeri çöl bölgesine gelmişler diyebiliriz. Mümkün.

Kırş: Toplama. Kuruş oradan geliyor. Aslında “Kuruş” aynı zamanda biliyorsunuz Perslerin hükümdarıdır, Şeyhinşahıdır. Dolayısıyla kuruş kuruş biriktirdi. Yani bir birikim bir toplama. Toplama bir millet anlamına da gelebilir Kureyş evet… DevşirmeKarş: Taze peynir anlamına da gelir.

Kabe’nin etrafında mesken inşa edilmezdi önceleri. Önceleri Kabe’nin etrafında mesken yoktu. Yani Kabe’nin etrafında ilk meskenin yapılması 200 yıllık, 2 asırlık bir meseledir peygamberimizden önce. Daha eskisi yok. Anlatabiliyor muyum? Kâbe tek. Kâbe’nin etrafına yapmıyorlar Mina taraflarına yapıyorlar. Orada oturuyorlar. Çadırlarını orada açıyorlar zaten Bedevi kavimler onlar. Dolayısıyla Kâbe’nin bulunduğu yere saygı icabı yapmıyorlar, çünkü herkesin malı olduğunu biliyorlar kimse sahip çıksın istemiyorlar. Peki bunu ilk defa yapan kim.

Kurucu Ata: Kusay bin Kilab, kamu malı Kabe’yi özelleştiriyor. Kusay bin Kilab: köpeklerin oğlu Kusay demektir. Niye bu adamın babasına… peygamberimizin dördüncü dedesidir Kusay. Kilab ise 5.dedesi. Niye köpek demişler? Adam çok zalimmiş. Çok yırtıcıymış. Onun için vurduğunu çöktüğünü elinden alırmış. Ya peygamberimizin 5.göbekten dedesi, köpek mi koymuşlar adını. He ne olacak? Beğenmediniz mi? Babanın hesabı torundan sorulur mu? Dedenin hesabı torundan sorulur mu? Torunun hesabı dededen sorulur mu? Yok böyle bir şey. İşte bir nur varmışta o Ademden oğluna ondan oğluna ondan oğluna ondan oğluna peygamberimize kadar geçmiş Şia’ya göre oradan da yürümüş böyle: Fatıma’dan Hüseyin’e, Hüseyin’den Zeynelabidin’e ondan ona ondan ona İmamları geçe geçe geçe geçe 12. İmam’a kadar gelmiş. Bu mitolojiler… Ah bu yalanlar… Ah bu tumturaklı yalanlar… Başımızın püsküllü belaları. Evet bir türlü insanı insan olarak algılayamadık. Kişiyi kişi olarak algılayamadık. Kişinin kendi amellerini kendi ürünü olarak algılayamadık. Onun için de kişi özgürlüğü kişi hürriyeti bizde yoktur. Hep oğlu babasının mülkiyetidir, malıdır yani. Çocuk babanın malıdır. Malı mıdır! Mal mıdır yani?.. Böyle bir muamele görünce böyle oluyor zaten. Ve özgürlükleri bir türlü geliştiremiyorsunuz, geliştiremiyoruz.  Kurucu ata öyle yapıyor.

Kureyş adına hacıları doyurdu. Güzel bir şey, diyeceksiniz. Hayır efendim hayrına doyurmadı. Hacıları suvardı, suladı yani “sikaye” diyorlar birincisine “rifade” diyorlar. Bu güzel bir şey. Evet görünürde güzel bir şey ama hayrına yapmıyorlar. Ne için? Kâbe’yi özelleştirmek için yapıyor. Kâbe’ye sahip çıkmak, daha önceki kabilenin elinden almak için yapıyor bunu. Dolayısıyla Kabe’yi alıyor böylece. Kabe’ye yüksek eşik yaptı. Kabe’nin İbrahim Peygamber Kabesi’nde eşik.., yani o hani asıldığınız dua ettiğiniz eşik var ya orada değildi, yerle birdi, hemzemindi. O hemzemindi. Kâbe’nin bir de arka kapısı vardı. İbadet içinde yapılırdı. Anlatabiliyor muyum? Arka kapısının hala kapı yeri bellidir. Şöyle gidince bakın arkadan orada bir kapıyı doldurmuşlardır. Anlatabiliyor muyum? Aslı öyle olduğu için öyle koymuşlar yoksa çok yıkıldı yapıldı Kâbe. Yani bir kapı yüksek kapı yapıyor yüksek. Çıkış kapısını kapatıyor, kilitli kapı ve örtü icat diyor, Hicâbe.

Kusay Safa-Merve arasındaki bütün putları Kabe’nin içine taşıyor. Kâbe’nin içine putları alınca Kabe’nin içinde ibadet edilemez oluyor. Anlatabiliyor muyum? Yani putlarımız girsin biz çıkalım. Dolayısıyla putlar hepsi içeri. Niye içeri? Çünkü ne olursan ol gel putunu da al da gel felsefesini hâkim kılmışlar. Putunu alıp gelen ticarete geliyor çünkü. Bölgedeki ticari kapasiteyi arttırıyor. Ticari  kapasiteyi arttır da paranın dini imanı olmaz. Dolayısıyla al gel al gel ne bulursan al gel. Putunu alan geliyor putunu alıyor geliyor, Kabe’nin içi ağzına kadar put doluyor.

İlk yapılan mekân Daru’n-Nedve. Evet, Kabe’nin etrafına ilk yapılan mekân Daru’n Nedve. Nedve: kulüp demektir.  Daru’n Nedve: Kulüp evi, Salon, Halk Meclisi anlamına geliyor.

Kureyş’in dört kolu Kabe’nin etrafında planlı bir biçimde yerleştiriliyor. Kusay’ın 4 oğlu, 4 kol olarak Kabe’nin etrafına yerleştiriliyor. Kusay’ın torunları: Haşim (5.yy), Mekke’yi ticaret merkezi yaptı ve ilk “îlâf”ı başlatıyor. Evet, ilk îlâf! Îlâf neydi? Aslında güvenli ticaret. Güvenli ticaret… Kuzeye ve güneye kuzeyde Şam’a, güneyde Yemen’e. Mekke tam ortada kalıyor. Mekke’nin nesi var? Tarım yok, hayvancılık yok, su yok aslında. Anlatabiliyor muyum? Hiçbir şey yok. Çöllük bir bölge. Simsiyah lav taşları! Simsiyah lav taşları… Andezit. Dolayısıyla. Ne olacak peki bu efendim? Nasıl olacak? Bir de Kâbe’ye yaklaşık 100 km ötede -yaklaşık, diyorum hangi yoldan gittiğinize bağlı olarak bu km değişir.- Taif var. Taif de cennet gibi bir yer: Vaha, üzüm bağları var, hurma bağları var bahçeleri var… Var oğlu var… Taif’te mesela kar gören tepeler var, cennet gibi. Burada göstermiştim hatırlarsanız ilk derslerde. Evet îlâf böyle bir şey.

Arap Yarımadasının sayılı kervan rotaları var. Nedir bu sayılı kervan rotaları? Yemen’de başlıyor, Kâbe ortada kalıyor, Şam’a geliyor, Gazze’ye geliyor ve Akabe Körfezine geliyor. Akabe Körfezine gelen kervanlar veya gemiler Akabe Körfezinden alınıp Roma İmparatorluğunun yaygın olduğu her yere yayılıyor. Ta İskandinavya’ya kadar gidiyor, ta Britanya’ya kadar gidiyor. Ne gidiyor? Daha çok kiliselerde yakılan tütsüler ve buhurlar gidiyor. Anlatabiliyor muyum? Niye? Bunlara ihtiyacı var kilisenin. O kadar çok kullanılıyor ki o kadar çok kilise var ki Avrupa’nın her tarafında bu çok temelli bir ihraç metaı.

Arap Yarımadası böyle. Panayırlar var: Ukaz panayırı Zu’l-mecâz panayırı, Mecenne panayırı. Ukaz panayırı, hala fuar alanıdır biliyor musunuz? Şu anda bile yıllık fuarlar yapılır orada, Taif yakınlarında, ben gittim.

RIHLE

Dünya ticaret yolları ve Baharat Yolu. Biliyorsunuz İpek Yolu dünyanın en eski ticaret yoludur. Nedir? Çin’den başlar ve oradan Doğu Türkistan Kaşgar oradan çölün içerisinden devam eder biri İran üzerinden Afganistan ve İran üzerinden Anadolu’ya gelir. Anadolu’ya geldikten sonra bir kol Karadeniz’in kuzeyinden yürür, bir kol Karadeniz’in içinden yürür denizyolu olarak, bir kol da Anadolu’nun içinden yürür. Mesela, bizim Kayseri İpek Yolu’nun üzerindedir. Hala İpek Yolu’nun bir devamı olarak kervansaraylar ayakta duran kervansaraylar var. Niğde mesela, İpek Yolunun üzerindedir. Aksaray, İpek Yolunun üzerindedir. O Aksaray şeyi de oradan gelir zaten. İpek yolunun üzerindedir. Dolayısıyla ne olur? Avrupa’ya mal taşınır buradan Avrupa’ya ipek taşınır, kumaş taşınır, özellikle envai çeşit baharat taşınır -Hint baharatları- değerli taşlar ve yarı değerli taşlar taşınır tabi ki silahlar taşınır; ilk barut da oradan gelmişti, ilk tüfek de oradan gelmişti, ilk pusula oradan gelmişti, ilk kâğıt oradan gelmişti unutmayın. Tabi suçlular taşınır, günahlar taşınır, fahişeler taşınır, caniler, katiller taşınır, tabi mikroplar taşınır, virüsler taşınır aman neler taşınmaz ki… Dolayısıyla yol her şeyi taşır. Aynı zamanda aşağıda Baharat Yolu o da İpek Yolunun bir devamıdır. Hint Okyanusundan ne yapar gelir gemiler, -kara yoluyla da vardır- sahili, Hadramevt sahilini izler Sana’ya gelir, Yemen’e gelir, Yemen’den yukarı doğru çıkar, Mekke’de bir mola verir. Mekke, tamamen çıplak bir bölge ama Kâbe’nin hatırına bölgede müthiş bir ticari potansiyel oluşmuş. Evet Kâbe’nin varlığı orayı ticari bir merkeze dönüştürmüş. Yani haşa benzetmek gibi olmasın: Las Vegas biliyorsunuz 20. yüzyılın ortasında yapılmış çölün ortasına yapılmış bir şehirdir. Çöldür Las Vegas. Ama çölün ortasına bir kumar merkezi yaptılar. Anlatabiliyor muyum? Gelen gelmeyen belli olsun ve Las Vegas şimdi emekliler şehridir mesela. Vergisi çok az olduğu için vergi vermek istemeyenler oraya giderler. Dolayısıyla ama oraya ışıltılı kumar makinelerini koyunca, günah sektörünü koyunca çölün ortasını canlandırıverdiler. Buraya da put sektörü koydular. Ve çölün ortasını canlandırdılar. Dolayısıyla “Îlâf” geleneği: Mekke ticari merkeze dönüşüyor. Yemen ile Gazze-Akabe-Şam güzergahı oluşuyor. Hıristiyan dünyasındaki tüm kilisede buhur, tütsü, işlenmiş deri karşılığında silah, kap-kacak ve baharat…

ŞU BEYTİN RABBİNE KULLUK EDİN”

“Felya’budû rabbe hâżâ-lbeyt!”

Kâbe’nin istismarı ya da değerin fiyata dönüştürülmesini burada görüyoruz işte. Nasıl bu? Kâbe istismarı. Kâbe satılır mı, Kâbe pazarlanır mı? Kabe’nin pazarlandığının o günden bugüne en tipik örneği Zemzem Towerstır. Gördünüz değil mi o heyulayı!.. Böyle… Kâbe’yi kim takar ya kim takar Kâbe’yi. Tepeden bakacaksın efendim. Anlatabiliyor muyum? Tepeden bakacaksın 5 yıldızlı, 7 yıldızlı otelde keyfine bakarken VIP hacı olacaksın. Nasıl bir duygu? Hacım seni haccın müthiş(!)… Senin haccın aslında doların gücü. Doların gücüne yemin olsun, diyerek yapılan bir hac!.. Dolayısıyla böyle… Aynı mantık aslında. Aynı mantık.

Ekmek arası köfte ya da kâr arası Kâbe, demişim.

Yanmaz kefenin ve okunmuş Yasin’in aslı orada. Tamam mı yanmaz kefeni siz cukkalı icat etti zannetmeyin! Yanmaz kefen ta oradan beri geliyor, ta oradan beri geliyor…

Beytin Rabbi sayesinde zengin ol, kula kulluk sistemini kur. Nasıl bir şey bu? Beytin Rabbi sayesinde, Allah sayesinde zengin ol ama kula kulluk sistemi kur. İnsanlar; kula kul olsun, kulu kul etsin.

Tebbet Suresi bağlantısı var. Rabbe sırt dön, mala ve kazanca tap. Bir önceki sureye gidelim. Rabbe sırt dön, mala ve kazanca tap. Yani Ebu Leheb-leş.

Beyte tapma, beytin Rabbine tap. Aracı amaç edinme diyor sure. Aracı amaç edinme.

Özgürlük ilkesi: Tevhid ve “Yalnız Sana kulluk ederiz” bağlantısı var burada. “İyyâke na’budu ve-iyyâke nesta’în.” “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz” değil mi? O var. O bağlantı var.

 

O, ONLARI AÇKEN DOYURANDIR.

Son ayet. Açlardı ya. “Elleżî et’amehum” “O, onları açken doyurandır.”

Açlardı: Mekke çölde bir vaha bile değil. 100 km ötede cennet gibi Taif vahası varken Mekke’ye kim gitsin? Metafiziğin çekim gücü, fizikten daha fazla fark ettiniz mi? Yani metafiziğin fizik ötesinin çekim gücü fizikten daha fazla. Taif’te güzellik var, yeşillik var, orman var, bağ var, bahçe var ama Mekke’de Kâbe var. Kâbe çekiyor… Bu da ilginç! Bu da bir vaka… Kâbe çekiyor…

İnsan kibrine ve gururuna karşı önlem: “Onları O doyurdu!” ne demek?  “Elleżî et’amehum” “onları o doyurdu.” Evet bu aslında ne demek biliyor musunuz? Şu demek: Size dokunan iyiliği Allah’a nispet edin. Nedir bu? Bu sizi daha ahlaklı yapar. Bu sizi daha ahlaklı yapar. Bu Allah’tan bağımsız olarak ahlaklı yapar. Niye? Eğer siz kendinize nispet ederseniz gurura kapılırsınız. Gurura kapılırsınız, gurur kibir getirir. Kibir gelince de siz kendinizi tanrılaştırırsınız ve başınıza bela olursunuz. İmkân sizin için belaya dönüşür. Dolayısıyla, o doyurdu, dediğinizde işte bunlardan korunursunuz bunlardan sakınırsınız bir önlem almış olursunuz. Yani nimeti Allah’a nispet bir önlemdir, insanın kendi kendisine vereceği zararı engellemek için bir önlem.

 

VE KORKUDAN KURTARIP GÜVENE ULAŞTIRANDIR.

“Elleżî et’amehum min cû’in ve âmenehum min ḣavf”

Mekân ve zamanı güvenlik garantisine alma: Haram/Harem ilan etme. Eyvallah. Yani “Mekân ve zamanı güvenlik garantisine alma” ne demek? Harem mi ilan ediyor? Mescidi Haram, diyoruz değil mi? Haram! Aslında ne demek hürmetli demek. Hürmet de oradan geliyor “hürme”. Yani saygıdeğer. Nedir o? Orada kan dökülmez. Orada savaş yapılmaz. Düşmanını orada bulsa, babasının katilini orada bulsa dokunamaz. Orada otu kesemez, sökemez, yolamaz. Ağacı kesemez, hayvanı öldüremez. O kadar emin bir beldeki; oranın kuşları da emin, kurtları da emin, taşları da emin, toprakları da emin. Yani doğal sit alanının en korunmuş, en korunmuş sit alanı düşünün. Harem bu demek. Dolayısıyla Taif teslim olacaktı Allah Resulü Taif’in teslim olmasını istediğinde Taifliler bir şartname hazırladılar. 9 maddelik falan olacak yanlış hatırlamıyorsam. Birinci maddesinde şöyle bir şey var: Putlarımıza dokunma. -Biliyorsunuz 3 büyük puttan biri Taif’teydi.- Ben putları yıkmak için gönderildim, dedi Rasulullah, bu maddeyi yırttı attı, kabul etmedi. Maddeler içinde şöyle bir madde var: Taif’i harem ilan et. Allah Resulü hayır, demedi biliyor musunuz? Sit alanı ilan edecek. Yani o yeşil Taif kaybolmasın. Yeşil Taif korunsun. O bağlar, o hurma bahçeleri, o güzellikler korunsun. Ve evet dedi buna. Gidip de millet Taif’i de hac etmedi yani. Anlatabiliyor muyum? Bakınız yani. Maksada mebni olunca nasıl seçilip ayrılıyor bu anlamda. Demek ki: yani şart vardır kabul edilir, şart vardır kabul edilmez. Yani buna birileri reel politik diyebilir ama ben “hikmet” demeyi tercih ediyorum. Eyvallah.

Mekkelileri Fil olayından istifadeyle “ehlullah” ilan etme. Bu uyanıklıktı tabi. Fil olayından durumdan vazife çıkartıyorlar. Ne? “Ehlullah”ız biz. Yani Allah’ın ehliyiz. Niye? Baksana Fil ordusuna rabbin ne yaptı. Peki “ehlullah”sınız da ne yaptınız?

Mekkelileri haremi”(korumalı), yabancıları “hılli” ilan etme, geldi arkasından. Bu ne demek biliyor musunuz? “Haremi” olanlar Mekkeliler Kâbe’yi üstündeki elbiseleri ile tavaf edebilir fakat “hılli” olanlar yani ne yaparsanız her şeye açık, korumasız olanlar Kâbe’ye geldiler mi üstündeki elbiseler günahlı elbiselerdir onları atacaklar, Mekkelilerden elbise kiralayacaklar. Alın size kiralama sektörü. Elbise kiralama sektörü. Anlatabiliyor muyum? Haccı paraya tahvil etme. Haccı bir sektöre dönüştürme. Dolayısıyla kiralama sektörü. Tabi garibanlar kiralayamıyordu. Parası olmayanlar kiralayamıyordu. Çırılçıplak hac etme zorunda bıraktılar onları. Bir ellerini önlerine bir ellerini arkalarına alarak hac ettiklerini kaydeder kaynaklar. Şimdi işe bakar mısınız? Manzaraya bakar mısınız? Böyle bir manzarayı düşünsenize… Kâbe’nin etrafında… Yani para hırsı, kazanma hırsı, her şeyleri, manevi şeyleri ticarete dönüştürme hırsı insanı nereye getiriyor, nasıl bir ahlaksızlığa sürüklüyor farkında mısınız? Eyvallah.

 

İMAN: GÜVEN

İman:  “Güven”dir. İmanın ahlaki tanımı güvendir. İmanın ahlaki karşılığı güvendir.

Mümin: Güvenen ve güvenilen kişidir.

Allah’ın güvendiği insan, Allah’a güvenen insan… Evet. Bilhassa da Rabbiniz size güveniyor mu? Allah’ın güvendiği insan olmaktır mesele. Mümin olmak budur. Ama Allah’a güvenmeyene Allah niye güvensin. O da mesele.

Bu tanıma göre mümin, münkir, mürtet, kâfir kim? Bugün bu tanım üzerinden yürüsek ben müminim, diyenlerin kaçta kaçı mümindir!? Kaçta kaçı güvenilirse o kadarı mümindir. Onun için her zaman söylüyorum diyorlar ki: “Allah’ın Mustafa kulu niye bizi eleştirip duruyorsun? Yine bizi eleştirdin. Ya bide gâvurları eleştir.” 1) Kapımın önünü süpürüyorum. 2) Çuvaldızı kendime batırıyorum. İğneyi başkasına batırırım. 3) Başkası adına tövbe edilmez, kendi adına tövbe edilir. Ben tövbe ediyorum. Benim eleştirim istiğfardır, öz eleştiridir. Dolayısıyla kendi mahallemi temizliyorum. 4) -Daha ilginci- Müslümandaki gâvurluğu yeriyorum, gâvurdaki Müslümanlığı övüyorum, var mı diyeceğiniz. Eyvallah. Dilim damağım kurudu.1.16.21 Ramazanda da ders vermek bir hoş oluyor, bir güzel oluyor yani. Gelin de verin bir görün. Allah razı olsun. Eyvallah. En en güzeli bu en kolayı bu. En kolayı bu inanın.

Müslüman şark toplumlarının güven endeksi kaç? Güven endeksi tutsak dünyada. Çok ilginç bundan dört beş sene evvel güven endeksi araştırması yapılmıştı dünya çapında. Ve Türkiye’de de yapıldı İsveç’te de yapıldı. İsveç’te sorulan soru şu Türkiye’de de sorulan soru aynı soru zaten. Soru şu: İnsanoğlunu güvenilir buluyor musunuz? İsveç’te “evet güvenilir” diyenler %87, Türkiye’de güvenilmez diyenler %87… Nasıl buldunuz? Evet hiç kaçmaz. Doğru söylemişler çünkü kendileri güvenilmez. Kişi kendinden bilir işi değil mi

 

EKONOMİ ADAMI (HOMO EKONOMİKUS):

HER DEĞERİ METALAŞTIRAN TİP

Değerler ve fiyatlar üzerine konuşacak çok söz var… Bir tarafa değerler var, bir tarafta fiyatlar var. Fiyatı olan alınıp, satılır. Değer, alınamaz ve satılamaz. Ahlak bir değerdir, ekmek bir fiyattır. Anlatabiliyor muyum? Elbise bir fiyattır ama takva bir değerdir. Öyle midir? Takva elbisesi, diyen bir ayet gördünüz mü ne görürsünüz? Orada fiyat görmezsiniz değer görürsünüz. Evet “velibâsu-ttakvâ żâlike ḣayr “. “En hayırlı elbise takva elbisesidir.” diyen bir ayet var biliyor musunuz? Yani niye başını kapatıp geri her tarafını açanları görüyorsunuz süslümanları görüyorsunuz? İşte ondan dolayı. Takva elbisesinden haberi yok. Yani takva bakımından çırılçıplak. Ama peçesi bile var. Göstereceğim geleceğiz. Değerler ve fiyatlar üzerine çok şey söylenebilir.

Değeri olan din, fiyatı olan din. Evet din de alınıp satılır mı be arkadaş. Din değerdi. Alınıp satılmazdı. Pazarı olmazdı değil mi? Ama alınıp satılıyor, pazarı var, pazarlamacısı var. Değeri olan imandır. Peki iman alınıp satılır mı arkadaş? Evet. Fiyatı olan dincidir. Değeri olan dindardır. İslam’ın Kur’an’daki tanımı: “Değerler dini” biliyor musunuz? “…dînen kiyemen millete ibrâhîme hanîfâ” Ayet bu. Değerler dini. “…dînen kiyemen…” Farkı bir ifadesi de var: “…eddînu-lkayyimu…” Değerler dini demektir. Yine aynı. Görüyor musunuz? Değer dini… Yani İslam nasıl bir dindir sorusuna Kur’an’ın verdiği tek cevap vardır: değer dini. Nasıl? İbadet dini değil. İslam ibadet dini değildir. İslam ruhbanlık dini değildir. İslam ritüel dini değildir. Evet. İslam böyle efendim imancılık falan değildir fideizm. Nedir ya? Değerler dinidir. İnsanlık bin değerdir ahlak bin değerdir adalet bin değerdir vicdan bin değerdir sayın gitsin… Evet.

Ekonomi insanı: Fil ordusu gibi bir şey işte. Ashabı fiil… Fil ordusu, filin ordusu… Ordunun fili olur değil mi ama. Yok filin ordusu. Orada ironi var aslında. Kur’an’da ironi var. Harika ironi var Kur’an’da. İronilerden biri de burada işte. Yani ekonomi insanı. İnsanın ekonomisi olur değil mi? Ama ekonominin insanı oldu mu satılık insan çıkmış oluyor ortaya. Homoekonomikus. Din, iman, Allah, peygamber… Ne bulursa metalaştırıyor. Ne bulursa satıyor, satıcı.  Fetih toprağa çökme, cihat cana çökme, ganimet mala çökme, siyaset güce çökme, ticaret emeğe çökme, ilim bilgiye çökme, intihal çalmak, iman akla çökme, itaat iradeye çökme, merhamet vicdana çökme… Çökmelerden müteşekkil bir çökertme. Hadi buyurun, Din bu mu?.. Gerçekten fetih toprağa çökmek midir? Fetih bu mu? Gidin Fetih Suresi’ni okuyun ne zaman nazil olduğuna bir bakın… Fethin ne olduğunu görün. Gerçekten cihat cana çökmek mi? Yoksa can kurtarmak mı? Bir cana hayat ruhu üflemek mi cihat? Cihat ne? Gayret mi çaba mı üretme mi, değer üretme mi? Ganimet mala çökme mi? Ganimeti daha önceki derste izah ettim değil mi? Allah Resulü dedim… bana söyleyin Allah Resulü yendiği düşmanın gidip de malına çökmüş mü bir tane örnek istiyorum, dedim. Öyle değil mi? Sadece savaşı finanse eden savaş meydanındaki kaynaklara el koymuştur. Bugün de uluslararası hukuk aynen böyledir. Anlatabiliyor muyum? Evet. İlim bilgiye çökme midir? İman akla çökme midir? Yani aklını eğdir, aklını mahvet, aklının üstünde tepin; biz akılla cennete giremeyiz, de akla çök iman adına. O iman mıdır? O imansızlıktır. Akıl yoksa iman yoktur zaten. Niye? “La aklelehu vela dine leh. ” “Aklı olmayanın dini yoktur” da ondan. Evet. İtaat iradeye çökmek midir? Bir insanı iradesiz bırakmak mıdır itaat? Eğer öyle ise o itaatin Allah belasını versin. Evet.

 

KUR’AN’IN EKONOMİK KIRMIZI ÇİZGİLERİ.

TUTKUYLA BİRİKTİRME KUR’AN, ŞEHVETLE MAL YIĞMA!

Ekonomik çizgileri bakınız, ekonomik kırmızı çizgileri. ” Ve tuhibbûne-lmâle hubben cemmâ.” “Üst üste yığmayı çok seviyorsunuz.” ” Kellâ!” “Ne olur böyle yapmayın!” Arkadaşlar Allah’ınızın aşkına Allah yığmayı sevmiyor. Ne olur buna inanın!.. “… iżâ dukketi-l-ardu dekken dekkâ”  “Bir sallanırsa eğer çatır çatır yıkılır” diyor. Kırk beş senede biriktirir, kırk beş saniyede yerle bir eder. Evet, gördük bunu değil mi 99 depreminde.

Karun prototipi: kibirli, şımarık, görgüsüz, hasis. Seri “Ebu Lehep İmalatı” yapan toplumlar var. İlk 100’de en fakir ülkelerin en zengin yöneticileri bizde iyimi. Nasıl buluyorsunuz? Evet. Top Hundred var, Forbest listesi biliyorsunuz. En fakir ülkelerin ilk yüzünde en zengin yöneticiler… Ne diyeyim şimdi?.. Harun pozu kesip Karun’laşmayın. Her Musa’nın bir Harun’u her Firavunun bir Karun’u olur. Her Karun er geç serveti ile yere geçer. Kur’an’daki Karun anlatısının verdiği ders bu. İran, Libya, Irak, Sudan, Malezya örneklerine bakar mısınız? Ayrıntılarını teker teker söylerdim burada. Altı yüz milyonla dolarla, evinin altına yaptırdığı para hazinesi ile yakalanan hırsızlarımızı hatırlayın… Evet geçiyorum.

RANTÇILIK (TATFİF) YAPMA!

Rantçılık: Tatfif. “Veylun lil-mutaffifîn” Mutaffifîn Suresi’ni hatırlıyor musunuz? “Tatfif” ne demek? Rantçılık demek biliyor musunuz? Evet. “Tatfif” yani Mutaffifîn: rantçılar demek. Rantçılara yazıklar olsun, diye bir sureniz var bir ayetiniz var biliyor musunuz? Veylun lil-mutaffifîn: Rantçılara yazıklar olsun! Üretimsiz, emeksiz ve risksiz servet edinmeye rantçılık diyoruz.

Üretimsiz, emeksiz ve risksiz servet edinme: Üretim yok, emek yok, risk yok ve servet ediniyorsun. Ne var peki? O zaman sen arkadaş hak etmeden biriktiriyorsun. Hakkın olmayan şeyi alıyorsun. Evet.

Bir koyup bin alma hastalığı: Üretim ve emeğin yerine spekülasyon ve manipülasyonu koymak. Bir koyup bin alma hastalığı budur. Spekülasyonu koyuyorsun, manipülasyonu koyuyorsun. Spekülasyon ve manipülasyonla kazanıyorsun. Üretim yok emek yok risk yok ama spekülasyon var manipülasyon var. Nerelerde var, onu da siz tespit edin efendim.

DİN ADAMI! DİN, İMAN, TANRI, İBADET SATMA!

Kırmızı çizgilerden biri daha. Evet. Din adamı diyor. Dinin adamı olmaz aslında. Her mümin dinin adamıdır. İslam’da ruhbanlık yoktur. Onun için din adamı sınıfı da yoktur. Ama din adamı sınıfı olanlara da diyor. Gelecekte olacağını bilip de söylüyor. İman, tanrı, ibadet satma. Parayla ibadet olmaz. İmam azam Ebu Hanif’in fetvasıdır bu. Parayla ibadet olmaz. İbadet için para alınmaz helal değildir. Sahiden bu ülke Hanefi mezhebinden mi soruyorum? Yanmaz kefen, okunmuş Yasin, peygamber gösteren terlik, ölü soygunculuğu. Nereden çıktı bunlar? Selâ, telkin, Iskat, mevlit, Yasin, okuyuculuk. Geçen bir tane e-mail aldım, e-mail de şu: Hocam bizim mahallede zenginler ölünce minareden en güçlü sesle selâ veriyorlar ve yüklü para alıyorlar. Fakir ölünce fakirin selâ-sı falan yok. Selâ yok aslında. Kim İstanbul’u köye çevirdi ya. Yoktu bu. Meczubun biri çıktı Selâ-lar nerede dedi. Ve yeniden icat ettiler. Allah’ınızın aşkına yapmayın. İstanbul’u köye çevirmeyin. Mezraya çevirmeyin. Yapmayın böyle. Artık cebinizde telefonlarınız var. Ölülerinizi birbirinize duyuramıyor musunuz? Mahalleyi taciz ediyorsunuz. Hastaları taciz ediyorsunuz. Çocukları uyandırıyorsunuz. Anlatabiliyor muyum? Allahtan korkar insan. Evet. Mabet Allah’ın yaptıklarıdır. İnsanların yaptıkları değildir. Onun için yeryüzü bize mescit kılındı diyordu sevgili Resulümüz, Peygamberimiz, Efendimiz değil mi? Yeryüzü bize mescit kılındı. Evet. Efendimizi geri alıyorum. Rasulullah; Allah efendidir, diyordu. Allahtan başka efendi yoktur, Peygamberimiz yeterli. Dolayısıyla öyle diyordu değil mi? Yeryüzü mescit kılındı. Allah’ın çimenlikleri, dağları, taşları mescidimizdir. Mescidimize dokunmayın! Ormanlara dokunmayın.! Ağaçlara dokunmayın! Dağlara dokunmayın! Mescitlerimizi yıkmayın! Evet camilerinizi ne yaparsanız yapın.

YOLSUZLUK YAPMA

Kırmızı çizgi Ğulul: Ğulul Kur’an’daki adı yolsuzluğun. Kamu malına el uzatmak. Al-i İmran Suresi 161. ayette. Kamu malına çökme, diyor yani. Hile ve hurda ile çökme, diyor. Yolsuzluk, hırsızlık değil mi? Yolsuzluk: 84 milyonun hırsızlığıdır. Riba yeme diyor. Kırmızı çizgi. Riba: risksiz ve emeksiz kazanç. Riba-yı “faiz” ile takas etmek, dinin kamusuyla/namusuyla oynamaktır. Haram olan Riba-dır. Haram olan Riba-nın yerine faiz kelimesini, kim hangi tarihte, niçin ikame etti, sorusunun bu memlekette cevabı verilmemiştir. Bu kadar ilahiyat… binlerce doktora tezi yapıldı. Bir tanesi de şu Allah’ın haram kıldığı Riba kavramının yerine faizi kim koydu, ne zaman koydu, niçin koydu, sorusunun cevabını arasın değil mi? Yok. Niye yok? Ne işe yarar ilahiyatlar? Ne işe yarar doktoralar. “Hatta” üzerine doktora yapmak mı? “İla-harficeri”nin  üzerine doktora yapmak mı? Birbirinden çalmak mı? Dolayısıyla bakınız cevap veremiyorum. Soruyorum bu kavramın Kur’an’i yasak olan, haram olanın yerine Kur’an’da hep övülerek gelen faiz kelimesini kim koydu. Hadi buyurun. Hadi buyurun. Kim oynadı Kur’an’ın namusuyla, Kamusuyla yani. Dünyanın en yüksek faizli ekonomisinin mağdurları olmak da nasıl bir şey Allah aşkına. Adını değiştirince tadı da mı değişiyor? Adını değiştirince tadı değişmiyor. İslami Ekonomi, İslami Sinema, İslam Devleti, İslami Bilim vs., vs… Aman durun ama yapmayın ne olur! Bir şeyin başına İslâmilik getirince, İslami kelimesi getirince o İslami olmuyor!.. İslam Devleti. Öyle mi yani? Adını İslam Devleti koyunca İslam Devleti mi oluyor? Böyle mi düşüyorsunuz? İslam ekonomisi koyuyorsunuz, İslam ekonomisi oluveriyor. Japonya; eksi faizle gavur ekonomisi oluyor, sizinki dünyanın en yüksek faiziyle,  İslam ekonomisi olacak öyle mi? Size yattı mı bu?.. Evet. “İslam Bilim” rahmetli Farukî koymuştu bu ismi. Hatta eser yazmıştı. İslam Kültür Atlası’nın muhteşem hazırlayıcısı sahibi. Amerika’da öldürüldü eşiyle beraber bir gece yarısı. Bir Yahudi ikisini de katletti. Çok muhteşem adamlardı ikisi de. Lamia Farukî ile eşi. Onun bir teziydi bu. Tabi olmazdı. Yani bilim insanlığın malıdır. İslami bilim, Hristiyani bilim, Yahudi bilimi olmaz. Bilim insanlığın malıdır. Hepiniz kullanırsınız. Hepimiz kullanırız. Pi sayısı Müslümanlara göre değişmiyor. Hristiyanlara göre değişmiyor. Altın oran Müslümanlara göre değişmiyor. Işık hızı onlarda doğru 399 bin falan filan bizde işte 599 bin kilometre… Böyle mi oluyor? Yok işte değişmiyor efendim. Kâinatın her tarafında ışık hızı aynı efendim. İslami ışık hızı yok yani. İslami pi sayısı yok. İslami matematik de yok. Artık şunları öğrenelim.

 

İSRAF ETME.

Kırmızı çizgi. Servete emanet olarak bakmayan, israfı anlayamaz. İsraf etme diyorsun israf ne diyor. Benim değil mi diyor. Değil arkadaş ya. Senin değil. Çok kolay bu sorunun cevabı. Benim değil mi yakarım da atarım da çöpe de atarım, yerim de yemem yarısını dökerim de… Hayır senin değil!.. Ne? Emanet. Dolayısıyla

Servet “açık büfe” değildir, yarısını yiyip yarısını çöpe dökemezsin. Canın istediğini yapamazsın arkadaş. Zaten canının istediğini yapamadığın zaman özgürsün. Kendine dur de değil mi? Kendine dur diyebildiğin zaman özgürsün. Güdülerine dur diyebildiğin zaman özgürsün.

“Yiyin, için, israf etmeyin” diye bir ayet ecnebilere mi geldi?  İnanın Mekke’de kavga ettim. Lokantada. Aman Allah’ım. O nasıl bir israftır ya. İnsanın içi kaldırmıyor. Geliyorlar didik ediyorlar. Zaten masanın üstünde bir dana yatıyor sanki masanın üstünde. Didik didik didik ondan sonra o koca pilavlar etler çöpe… Dedim ki: Şefiniz burada mı, dedim. Burada, dedi. Bir görüşebilir miyim? Görüştük. “vekulû veşrabû velâ tusrifû innehu lâ yuhibbu-lmusrifîn” Kur’an’dan bir ayet, benim gönlümden geçiyor ki şuraya yazsanız, dedim. “inna(A)llâhe me’a-ssâbirîn” dedi… Evet. Buyurun. Buyurun. Tavır bu… Tam da yakıştı yani.

İnsan israfı, beyin israfı, kalite israfı, güneş israfı, inanç israfı... İnanç israfı nedir? Fazla inanmak. Evet ya adam fazla inanıyor. Putu da var. Allaha inanıyor, bir sürü puta da inanıyor. Anlatabiliyor muyum? Bir sürü de yanına koymuş yani. Evet israf. İsraf denince sadece ekmek gelemesin. Evet yine kırmız çizgi.

SAVURGANLIK VE GÖSTERİŞ YASAĞI

“Şark mı, sirk mi?” diye sormuşum. Gösteri toplumu, gösteri dini, gösterişçi dindarlık. Evet. İşte… Maun Suresi’ni bir daha okuyun. Gösteri yapıyorlar, diyor gösteri… “Onlar salat etmiyorlar, gösteri yapıyorlar.” Yeryüzünde böbürlenerek yürüme!.. “…velâ temşi fî-l-ardi merahâ.” Sen yeri delemezsin yeryüzünde böbürlenerek yürüme arkadaş. Tabi böbürlenerek yürüme: yani skolyoz olmamak için dik yürümek manasında falan gelmiyor. Dik yürüme… Ne oldu iki büklüm yürü falan… Skolyoz ol demiyor yani. Anlatabiliyor muyum? Bu onu demiyor. Bunun onunla alakası yok. Yani kemiklerini dik tut skolyoz olma seninle uğraşamayalım bir de. Ama bu böbürlenmemek. kibirlenme diyor. Tepeden bakma diyor. İnsanları böcek gibi görme, diyor vesaire vs., vs… Ayranı yok içmeye… gerisini diyecek kadar deli değilim. Tamam onu geçtik. “Doğru yürüdü de zongurdama-sı kaldı.” Bizim Kayseri’lilerin hatta develide meşhurdur bu laf. Zongurdama ne demek bilmiyorum. Böyle böyle yapma sanırım. Yani bu nasıl bir şey biliyor musunuz: doğru dürüst ormanlarınıza bakmayı beceremiyorsunuz yolun kenarındaki betonların üstünü çiçek kaplıyorsunuz. İşte zongurdama bu. Anlatabiliyor muyum? Sayın gitsin memleketteki zongurdamaların sayısını. Yangın söndürecek uçağınız yok İsveç’ten sırf hava olsun diye, birini alıp ambulans uçakla Türkiye’ye taşıyorsunuz. Zonguldama bu işte. Anlatabiliyor muyum? Daha elli tane sayarsınız.

 

SÜSLÜMANLIK DİYE BİR DİN VE SÜSLÜMANLAR.

Önce videoyu izleyelim. Biraz da tebessüm edelim. Güzel de güzelden ne anlıyorsunuz? Bu hanım kız tekamül yasasını yanlış anlamış. Dini, imanı, kuantumu, tesettürü, miracı hiç anlamamış. Bilincin ve bilinç temizliğinin hiç mi hiç yanından geçmemiş.  Bu değerli kızımız biri bunun gibilere “Takva libası en hayırlı elbisedir” ayetini bir öğretmeli. Bir öğretmeli!..

Kur’an’ın ölüler kitabına çevrilişine ses çıkarmadınız.

Okunmuş Yasin-lere, üfürükçülere, cincilere ses çıkarmadınız.

Kur’an’a viagra muamelesi çeken cukkalılara ses çıkarmadınız.

Allah ile pazarlık yapan rivayetlerine itiraz etmediniz.

Şimdi Kur’an’ın metalaştırılmasının son versiyonuyla buluştunuz.

Hayırlı uykular ey kavmim! Uyuşturucunuz mübarek olsun!

 

BİRBİRİNİZİN MALINI HAKSIZ YERE YEMEYİN.

Bir kırmızı çizgi daha. “ Velâ te/kulû emvâlekum beynekum bilbâtili” Aranızda birbirinizin malını batıl yere, haksız yere yemeyin. Daha ne desin, buna tefsir mi gerekir Allah aşkına. Bakara 188.

Marx’ı işleyecektim. İnşallah gelecekte bir yere kalsın. Yani ekonomiden bahsedilir de Marx’tan bahsedilmez mi Hz. Marx’tan(!)… Şimdi o kalsın efendim.

Vahşi kapitalizmden bahsedecektim. “Homo homini lupus”. Serbest piyasa değil serkeş piyasa. Altta kalanın canı çıksın. Güç ve servet tanrıdır; bunları ele geçiren tanrıyı satın alır (mı?)Vesaire. Geçelim. Evet…

PAYLAŞ!

İşte bir kırmızı çizgi daha. Paylaş, bölüş, dayanışma içinde ol, infak, zekat, sadaka… hepsi paylaşmayla alakalı. Yoksulluğu yok edin, refah toplumunu hedefleyin. “Fakirlik adam olsaydı öldürürdüm” diyor Ömer ibni Hattap ikinci halife. Fakirlik adam olsaydı öldürürdüm… Yoksullara yardım et kahraman olursun “bu yoksulluk niye var” diye sorgula, vatan haini olursun. Nasıl bir şey? Yav yoksullara yardım edince niye alkışlıyorlar da bu yoksulluk niye var arkadaş, deyince vatan haini oluyor? “Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz; Biz ise kaldırılmış yoksulluk istiyoruz.” diyen düşünüre de selam olsun.

 

KUR’AN’IN EKONOMİK İLKESİ:

SERVET BİR ZÜMRENİN ELİNDE DEVLETE DÖNÜŞMESİN.

İlkeye geldik çok önemli. ” …key lâ yekûne dûleten beyne-l-aġniyâ-i minkum.”

Servet bir zümrenin elinde devlete dönüşmesin: Nasıl buldunuz ilkeyi? Haşır Suresi’nde. Evet. İlkeye bakar mısınız? Dünyada bu ilkeye hayır diyecek ehli vicdan bir tane insan çıkar mı? Ateist olsun, Hristiyan olsun, Yahudi olsun, Budist olsun ne olursa olsun “Servet” belli bir zümrenin elinde devlete dönüşmesin diyor. Bir vicdan çıkar mı hayır diyecek? Alın Kur’an’ın mucizevi insanlıkla ilgili ilkeleri… Eyvallah.

 

İNSAN İÇİN EMEĞİNDEN BAŞKASI YOKTUR.

Bu ilkede öyle. ” Ve-en leyse lil-insâni illâ mâ se’â” Emeğinden başkası yoktur. Emeği kutsayan bir Kur’an var. Öbür tarafta; şefaat adı altında sevap dağıtan, kertenkele öldür yüz sevap al, efendim işte bir hatmet bilmem kaç şehit sevabı al bir hafız yetiştir akrabalarından yetmiş kişiyi cennetine götür… Vay efendim kutup olsun, gavs olsun kibrit kutusunun içine müridanını koysun, cennete görürsün. Yani bir tarafta da emeğin üstüne bevleden bir zihniyet var. Hangisi?.. Kur’an’ın karşısında. Savaşır gibi. Evet.

 

BİZE KALAN DERS.

Şükür, borçluluk ve minnet duymak mı?

Yoksa nankörlük, kıymet bilmezlik, teşekkürsüzlük, değer bilmezlik mi?

Biz, ben neye yakınız? Neye uzağız?

Yüzümüz 5 vakit dönük mü beyte, yoksa kıblelerimiz farklılaştı mı?

Ya gönlümüz?

Gönlümüzün sırtı mı dönük kıbleye? Yönümüz kıbleye dönüp ibadet ederken aslında aklımızı ters yöne dönüyor olmayalım? Ya gönlümüz?

Kâbe’nin temsil ettiği değerlerden uzaklığa ne demeli. Müşriklerin kapalı, şeffaf olmayan, seçkinci ve erişilemez Kâbe’sine ne demeli. Allah, Peygamber ve İslam’a aynısını yapmadık mı; Kapalı kült muamelesi yapmadık mı?.. Bizim Allah’ımız değil, değil mi? Allah bizim Allah’ımız mı? Var mı öyle Allah’ı özelleştiren?.. Nüfusuna geçirenler… Müslüman şark hep Allah’ı nüfusuna geçirmiştir. Onun için Kur’an’da âlemlerin Rabbinden bahsedilir: Rabbu-l’alemîn. Allah, sizin Allah’ınız değildir; Allah âlemlerin Rabbi-dir. Anlatabildim mi? Yani Allah’ı nüfusunuza yazdırmaya kalkmayın! Kabile kılan tanrısı değildir. “Klanımızın Peygamberi” değil, “Alemlere rahmet”… İslam: “Atalarımızın dini” değil, “değerler dini, küresel barış projesi.

Muhammet Nebi’nin mesajı açık:

Biriktirmeyin, çalmayın, hak yemeyin, rantçı olmayın, yolsuzluk yapmayın, hile yapmayın, sömürmeyin, mala çökmeyin, Karun’laşmayın!

Paylaşın, üretin, emek verin, yolsuzluk, kölelik, sefaletle mücadele edin. Doğru-dürüst olsun. Emeğe saygılı olun.

Daha ne desin Allah aşkına söyler misiniz daha ne desin?..

Kula kul olmayın, güce tapmayın, serveti devlete dönüştürmeyin. O Kâbe’deki putları yıktı. Fakat Kâbe’yi put yıkan peygamberi… Kâbe’yi put yaptık. Put yıkan peygamberi putlaştırdık. Onu gönderen Allah’ı put edindik. Ne diyorsunuz? Yetinmedik mezhepleri partileri din edindik. Şeyhleri, imamları, alimleri, liderleri put edindik. Yazdıkları kitapları paralel Kur’an edindik. Adına devrim, ıslah, diriliş, aydınlanma, reform… ne derseniz deyin. Peygamberin açtığı çığır buydu. Karşı devrim yıkıcıydı. Ama bu damar ölmedi.

Bu destanın devamı yazılmalı değil mi dostlar?..

Bu destanın devamında biz de rol alsak iyi olmaz mı dostlar?..

Bu yolda bir ayak izi de biz bıraksak iyi olmaz mı dostlar?..

Yola yatmasak yolu satmasak yol üzerinde nutuk atmasak ama yolda yolcu olsak iyi olmaz mı dostlar?..

Kula kul olmayan ve kulu kul etmeyen bu yol. Özgür, eşitlikçi, emeğe saygı duyan paylaşımcı, üretken bir insan tipi hedefleyen bu yol. Akıl irade, vicdan, aktif vicdan, hayır diyebilen, bireylerin sürü olmayı reddedip şahsiyet olduğu bir toplum oluşturmak hayal değil. Yoksa hayal mi?.. Farklılıklarını zenginli bilen; bilim, keşif ve kaliteye değer veren; ahlak, adalet, erdem, ortak akıl ve insan onurunu el üstünde tutan bir toplum rüya değil dostlar. Mümkün. Adalete, özgürlüğe, insan gibi yaşamaya, refaha, huzur ve mutluluğa o kadar susadık ki… O kadar susadık ki… O kadar susadık ki…

Bayramınız şimdiden kutlu olsun.

Mutlu olsun. Ömrünüz Ramazan, ahiretiniz bayram olsun.

15 Mayıs’ta tekrar buluşmak üzere…

Önümüzdeki ders ders yok. Çünkü arife gününe rast geliyor. Arife günü herkes meşguldür. Onun için dersi iptal ettik. İnşallah bir sonraki, on dört gün sonraki 15 Mayısta sizlerle tekrar yeni bir Siretü’l Kur’an, Kur’an’ın Hayat Yürüyüşü dersinde buluşmak üzere. Hepinizi Allaha emanet ediyorum. Ramazanlarınız tekrar kutlu, mübarek kutlu olsun. Bayramınız tekrar mübarek olsun. Rabbim ömrümüzü ramazan ahiretimizi ebedi bayram etsin. Allaha emanet olun…

Yorum Yaz