Siretü’l Kur’an 39. Ders | Maun Suresi Esaslı Bir Eleştiri Dersi

SİRETÜ’L KUR’AN 39. DERS

Maun Suresi Esaslı Bir Eleştir Dersi    20.02.2022

 

Değerli dostlar! Hepinizi selamların en güzeli en mübareği en hoşu en iyisi ile selamlıyorum. Allah’ın; selamı, rahmeti, bereketi, akıbeti, hidayeti, yardımı hepinizin, hepimizin üzerine olsun.

Bugün 20 Şubat 2022. Pazar. Yıllardır olduğu gibi bugün de yine dersimize aynı saatte aynı günde başlıyoruz. “Kur’an’ın Hayat Yolculuğu” dersimiz, bir yolculuk. Kitaplar yürümez; kitaplar insanlarla yürür, insanlarda yürür, insanların ahlakında yürür, insanların bilincinde yürür, insanların hayatında yürür. Hayatın içine girerse hayat olur. Dolayısıyla “Kur’an’ın yolculuğu insanın yolculuğudur.

Bugün dersimiz “Maun Suresi”. Kur’an’ın “yüzük taşı”. “Kupon” sure!.. Esaslı bir eleştiri dersi, Maun Suresi. “Allah’ım, böyle bir sure gönderdiğin için sana özel bir teşekkür ediyorum”, Mustafa kulundan, lütfen benden kabul buyur. Böyle bir sure bulunduran… içinde böyle muhteşem bir sure bulunduran bir kitabın, alnı da öpülür eli de öpülür. Çünkü insanlığın en temel en temel problemlerinden birkaçını ele alıyor ve ilkeye bağlıyor. Müthiş hem de!.. Bu kadar kısa sözlerle bu kadar uzun anlamı içinde barındırmak ancak Kur’an’a mahsus!.. İşte buna: “icaz” diyoruz. Bu yönteme de: “veciz” diyoruz. O zaman şöyle kuş bakışı suremize bir göz atalım, meallendireyim. Ondan sonra devam ederiz.

 

Bismillahirrahmanirrahim. Rahman, Rahim olan, özünde merhametli, işinde merhametli; merhameti, kendisine meslek edinen Allah’ın adıyla, adına. “Era-eyte-lleżî yukeżżibu bi-ddîn” “Dini yalanlayan ya da dini yalan sayan kimseyi görmedin mi?..” Dini yalan saymak, dini yalanlamak ne demek? Yani bir şeyi yalanlayan, ondan beridir ondan uzaktır, onsuzdur değil mi. Dinsizi görmedin mi?.. Peki ne yapmış dinsiz? “Feżâlike-lleżî yedu’’u-lyetîm” “O ki o dini yalanlayan o dinsiz ki yetimi itip-kakar.” Yani muhtaç olanı, aşağıda olanı, dezavantajlı sınıfları, avantajlı olmayan sınıfları, önünde düğme iliklemeyecek olduklarını, kendisinden altta gördüklerini, alttakileri, ezilenleri, horlananları, itilenleri, kakılanları… Bu yetim orada sadece misal örnek kabilindendir. Dolayısıyla, bütün bunları kapsar. Onları temsil edendir. Temsilcidir yetim burada. Tüm ezilenlerin tüm horlananların tüm aşağılananların tüm alttakilerin, ezilenlerin temsilcisidir buradaki yetim. Evet, itip kakar, horlar; burun kıvırır, dudak büker. “Velâ yehuddu ‘alâ ta’âmi-lmiskîn” “Yoksulu-açı doyurmaya kalkışmadı, gayret etmedi ya da teşvik etmedi.” “Feveylun lil-musallîn” “Böyle kılacaksa böyle salat edene yani böyle namaz kılana yazıklar olsun.” “Veyl”, “Lanet” ifadesidir. “Lanet olsun!” diye de çevirebiliriz, hiçbir sakıncası yoktur. “Böyle namaz kılana, lanet olsun.” Devam ediyoruz. “Elleżîne hum ‘an salâtihim sâhûn” “Onlar ki aslında yaptıkları salatın, kıldıkları namazın, yaptıkları ibadetin amacından gafildirler.” Amacını unutuyorlar. Yani ibadetin araç olduğunu unutuyorlar. İbadeti amaç sanıyorlar. İbadeti amaçlaştırıyorlar. İbadeti… Aracı, amaç yaptı mı amaç kayboluyor. Onun için o “sâhûn=sehiv” secdesi diyoruz değil mi? Unutma secdesi aslında. Dolayısıyla yani unutuyorlar. Gafil davranıyorlar. Yok sayıyorlar. Neyi? İbadetin bir amacı olduğunu, ibadetin bir araç olduğunu… Aracı, amaçlaştırdığınızda amacı öldürürsünüz. Evet, daha ne yapıyorlar? “Elleżîne hum yurâûn” “Gösteri yapıyorlar.” “Yurâûn” mürailik buradan geliyor. Gösteriş. Murâilik: gösterişçilik. Dolayısıyla gösteri yapıyorlar. Namaz gösterisi, nasıl bir gösteridir!? Sirk gösterisi, tamam anlıyoruz ama namazı bir gösteriye çevirmek nasıl bir şey? Düşünün Allah’a adadığınız bir şeydir değil mi ibadet. İbadet Allah’a adanmış bir şey. Bir Müslüman, ibadeti Allah için yapar, babası için bile yapmaz. Yapamaz! Olmaz!.. Şirk olur. Peki, Allah’a adadığınız bir şeyi, gösteri olarak yapmak nasıl bir şey? Ya düşünün, Allah ne der? Şimdi hani Allah’a adamıştın?.. Allah görsün diye yapmaktır. Zaten Allah’ta görür. Onun için Allah görsün diye de bir gayrete gerek yok. Çünkü Allah aydınlıkta da görür karanlıkta da. Dolayısıyla.” El-Basir”dir, her şeyi görür. O halde, Allah’ın gördüğünü bile bile bir başkasına göstermeye çalışmak, aslında Allah’ı kör sanmaktan başka bir şey değil haşa… Onun için, “Elleżîne hum yurâûn”. “Onlar mürailik yapıyorlar, gösteri, gösteriş yapıyorlar.” Evet… “Ve yemne’ûne-lmâ’ûn” Gene getirdi sözü amaca, farkında mısınız? Gene getirdi sözü o başlangıçtaki sosyal sorumluluklara. İnsanın insanla olan ilişkisine getirdi. Yani birinci ayet, düşünün, insanın insanla ilişkisi hakkında. İkinci ayet, insanın insanla ilişkisi hakkında…  Üçüncü ayet, insanın insanla ilişkisi hakkında… Dördüncü beşinci ve altıncı ayet ise insanın Allah’la ilişkisi hakkında… Ama sure, insanın Allah’la ilişkisinden kapatmıyor parantezi. Son sözü, insanın insanla ilişkisine geri çeviriyor, “Onlar en ufak bir yardımı bile engelliyorlar.” Yardımı engellemek. Yardıma engel olmak!.. Dinsizin tanımı. Ben, bu dersi yaparken düşünün… Ömrümü Kur’an’a vermiş bir kardeşinizim; bu sureyi bilmem kaçıncı bin kez okuyorumdur mutlaka. Çünkü çok… Dedim ya: yüzük taşı bir sure. Benim de çok önem verdiğim bir sure. Yani her okuyuşta; daha zenginleştiğim, daha farklılaştığım, daha donanımlı olduğum, daha derlendiğim-toplandığım, daha arttığım bir sure. Beni arttıran bir sure. Ama meal yaptım, tefsir yaptım, şu yaptım, bu yaptım; bu dersi hazırlarken bir şey öğrendim yeni bir şey: Kur’an’ın dinsizlik tanımı nedir?.. Vallahi hiç sormamıştım. Bizim bir dinsizlik tanımımız var. Onun için sizden bir ricam; hepiniz aklınızdan, bir dinsizlik tanımı geçirin. Hiç dinsiz birini gördünüz mü? Ellerinizi görebilir miyim? Hiç dinsiz birini gördünüz mü? Evet, epey görenler var. Peki, kime dinsiz diyorsunuz?.. Yani aslında çok temel bir sorunla karşı karşıya değil miyiz?.. Çok temel bir sorunla? Kur’an; bir kavram koyuyor, bu kavramı tanımlıyor ve biz ise Kur’an’ın tanımladığı o kavramı kullanıyoruz ama o tanımı atıyoruz. Yani içini boşaltıyor Kur’an’ın tanımının. O tanımı oradan alıyoruz atıyoruz. Onun yerine kendi tanımımızı koyuyoruz. Ne oluyor bu?.. Aslında etiketi Kur’an ama içeriği Kur’an dışı, Kur’an’ın zıttı hatta. Boşaltıyoruz. “Yapıbozum” diyorlar buna batıda, dil felsefesinde. Yapıbozum… Dolayısıyla, “yapıbozum”a uğratıyoruz. Kur’an’ın kamusu, Kur’an’ın namusudur. Kur’an’ın namusuyla oynuyoruz haşa. Yapıbozum-a uğrattığınız zaman aslında Kur’an’ın söylediği amacın, tam tersi olur. Niye?.. Kavram, Kur’an’ın kastettiği kavram olmadığı için, içeriği boş olduğu için, hatta içeriğini Kur’an’ın zıddıyla doldurduğunuz için. O kavramla düşünmeye başladığınızda; siz Kur’an’i düşünüyor, Müslümanca düşünüyor zannedersiniz ama hiç aslı-astarı yok. Bambaşka bir şey düşünüyorsunuz. Bambaşka bir yere geldiniz. Dolayısıyla, kavramı zayi ettiniz, Kur’an’ı zayi ettiniz, aslında öğüdü zayi ettiniz. Ettik… İşte bu manada yani “ceddidû bi imânikum”. Allah Resulü’nden nakledilen ve Kur’an’a arz ettiğimizde geçer not alan bu güzel, bu mübarek sözünde sevgili Resulümüz ne demiş: “İmanınızı yenileyiniz, tazeleyiniz.” Niye? Eskir mi? Eskir. Tozlanır mı? Tozlanır. İçeriği boşalır mı? Boşalır. Pili bitmiş akü gibi içi bitmiş akü gibi insana derman vermez olur, vereceğini vermez olur. Peki, yozlaşır mı? Yozlaşır. İnanç yozlaşır iman yozlaşır. O zaman akait olur işte. İtikat olur. Anlatabiliyor muyum? İtikatsız insan mı var? Bana göre, ateistler de bir şeye itikat ediyorlar. Anlatabiliyor muyum?.. Ateizm, bir itikattır aslında, bir şeyin yokluğuna itikat… İspatlanmış değil. Dolayısıyla bu anlamda itikatsız insan yok. Putperesti de animisti de diğer dinler de her türü de bir şeye itikat ederler, birçok şeye itikat ederler. Aslında müşrik dediği Kur’an’ın, inanç tarzı, fazla itikat edendir. Allah’ın yanında başkalarına da ortaklaş… Allah’ın sıfatlarını, başkalarına yakıştırandır. Dolayısıyla gelelim kelimeye…

 

I  –  ELEŞTİRİ.

Bir eleştiri suresiyle karşı karşıyayız. Maun Suresi: bir eleştiri suresi… Kur’an baştan sona eleştiri demiştim, yineliyorum; Gerçekten, Fatiha’dan tutun, Felâk ve Nâs’a kadar eleştiridir. Baştan sona eleştiridir. Fatiha: bir eleştiri dersiydi. Neydi o?.. “İhdinâ-ssirâta-lmustakîm” “Bizi dosdoğru yola yönelt.” diyorsunuz Rabbinize; hem de bunu, salâtın içinde söylüyorsunuz, namazın içinde söylüyorsunuz. Doğru yolda değil misiniz?.. Olmayabilirsiniz!,, Biraz önce doğru yolda olabilirsiniz de o an olmayabilirsiniz… O an olabilirsiniz de biraz sonra doğru yoldan çıkıyor olabilirsiniz… Dolayısıyla, doğru yolda olmak, bir cıvatanın, bir vidaya bir yere sabitlenmesi gibi değil ki… Doğru yolda olmak, her an kontrol edilecek bir şey. İşte bu manada Maun Suresi, Kur’an’ın en baba, eleştiri Surelerinden biri. Bakara Suresi baştan sona eleştiri… Nisa Suresi baştan sona eleştiri… Ali İmran Suresi baştan sona eleştiri… Hangisini alayım?.. Kur’an: bir eleştiri kitabıdır. Ve peygamberler: insanlığın en, en soylu eleştirmenleridir. Evet, buyurun.

 

ELEŞTİRİ NEDİR?

Elemek: Türkçe. Elek, oradan geliyor, içine koyduğunuz şeyi eler. “El” kelimesinden türetilmiş. Türkçede biliyorsunuz, tüm fiiller ilk isimden türetilir. Dolayısıyla bu kelime de “El” kelimesinden… Elden geçirmek elekten geçirmektir. Tahılı elemek… Koyarsınız tahılı elersiniz; buğdayı, arpayı, yulafı, çavdarı elersiniz. Unu elemek… Kepeğinden ayıracaksanız elersiniz. Kumu elemek… Elersiniz sıva yapacaksanız. Sözü elemek: Dile gelen akla gelen her şeyi söylemezsiniz. Aslında ben, şu anda bir söz elemesi yapıyorum konuşurken. “Konuşmak” demek, sözleri anlamlı bir biçimde cümleleri yan yana dizmek, kelimeleri yan yana dizmek cümleleri yan yana dizmek, harfleri yan yana dizmektir. Ama aynı zamanda münasip olanı seçmektir. Aklınıza bir sürüsü gelir orada bir elek kullanırsınız, elersiniz en münasip olanı seçersiniz. Bunda en isabetli davranan insana da hatip derler. İyi hatip derler. İyi konuşmacı derler. Anlatabiliyor muyum?.. Eleme işini; doğru yaptığınızda, iyi yaptığınızda… “Anlatabiliyor muyum”u, çok sık söylüyormuşum arkadaşlar. Bana neredeyse çocuklar, “ ‘Anlatabiliyor muyum?’ amca” diyorlarmış. Güzel bir şey, hoş; efendim şikâyetim yok. Ama bilinçaltımda, bu sözü çok sık söylememin sebebi, beni dinleyenlerdir. Anlatabiliyor muyum? Şimdi, şunu diyemiyorum: “Anlıyor musunuz?”. Yani nezakete uygun bulmuyorum bunu. Çünkü burada sizi itham etmek gibi geliyor. Ama ben kendimi itham ediyorum. Anlatabiliyor muyum?.. Yani ‘siz anlamıyorsanız ben anlatamıyorumdur’ gibi bir nezakettir bu… Fazla nezaket bazen insanı eziyor biliyor musunuz? Ara sıra anlıyor musunuz demeliyim. Ama siz yine de o -anlatabiliyor muyum-ların yüzde seksenini -anlıyor musunuz- şeklinde anlayın lütfen… Eyvallah…

Bilgiyi seçmek, elemek… Bilgiyi eleriz. Neden? “Velâ takfu mâ leyse leke bihi ‘ilm.” “Hakkında bilgin olmayan şeyin peşine düşme. Arkasına düşme.” “inne-ssem’a velbasara velfu-âde kullu ulâ-ike kâne ‘anhu mes-ûlâ” “Göz de kulak da yürek de ondan sorumludur.” Niye? İşte eleyeceksin! Kulağına geldi bir şey. Bu ne kadar bilgidir? Bilgi değeri nedir bunun? Epistemik değer, derler buna. Yani bilgisel değeri, nedir? Şimdi, bilgisi olmadan fikri olanların, baştanbaşa kapladığı bir dünyada yaşıyoruz. Sadece bu topraklar değil… Bilgisi olmadan fikri var maşallah(!). Hiç bilgi edinmemiş. Bilgi nedir, Kur’an’ın “ilim” dediği şey. Bilgi: aslında, zihninizdeki imajın o imajın gerçeği ile uyuşması halidir. Anlatabiliyor muyum?.. Tetabuk etme halidir, uyuşması halidir. Eğer bu, tam uyuşuyorsa o doğru bilgidir; uyuşmuyorsa yanlış bilgidir. Ama bilgidir, malumattır, datadır, veridir vesaire… Ama hiçbir işe yaramaz hatta zarar eder… Bilmeyene, öğretirsiniz. Ama bildiğini zannedene, öğretemezsiniz. Bilgiyi de onun için elemek lazım.

Dini elemek lazım: Buyurun… İnancı elemek lazım… Bakara 93. İmanı elemek lazım. Evet. Ne muhteşem bir ayet o öyle değil mi. “Size imanınız ne büyük fenalık yaptırıyor” diyor, “emrediyor” diyor. Ayete bakar mısınız?.. Evet. Dolayısıyla onu elemek lazım… İnancı elemek lazım… Dini elemek lazım… Çünkü: dinin içine bir sürü çer-çöp karışıyor, radyasyon karışıyor. Din çöpe dönüşüyor. Geleni alıyorsunuz, geleni atıyorsunuz içine; beynin içine attığınız gibi yüreğimizin içine attığımız gibi. Duyguları elemek lazım… İnsan, her hissettiğini yaparsa olur mu?.. Her aklına geleni söylerse olur mu?.. Her aklına geleni yaparsa olur mu?.. Her kulağına geleni tutarsa olur mu?.. Kulağına gelen her şeyi ayıklamadan… İşte, elemek budur. Elemek: eleştiri… Hepsi de eleştiridir bakınız! Aslında biz, hep eleştiri yapıyoruz. Farkında olmadan da yapıyoruz. Ama bir şu eleştiriyi yapamıyoruz: yani kendi bulunduğumuz kültürü eleştiremiyoruz! Kendi içinde bulunduğumuz inancı eleyemiyoruz! Kendi içinde bulunduğumuz toplumu eleyemiyoruz! Kendi atalarımızdan gelen babalarımızdan gelen geleneği eleyemiyoruz! Bunda çok zorlanıyoruz. İş oraya geldiği zaman bakıyorsunuz zınk diye duruyor… Çivileniyor… Niye beceremiyoruz bunu? Bunu beceremediğimiz için de başımıza neler geliyor? Bakınız yol alamıyoruz. Bir milim yol alamıyoruz. Değişemiyoruz çünkü: öğrenemiyoruz. Öğrenemiyoruz çünkü, çünkü: eleştiremiyoruz. Eleştiremiyoruz çünkü: sorgulamıyoruz. Sorgulamıyoruz çünkü: merak etmiyoruz. Görüyorsunuz değil mi beş altı basamakta geliverdik hemen… Onun için yol alamazsanız eğer yerinize çakılır kalırsınız. Ve -zaman dışılaşırsınız- anakronik bir hale gelirsiniz. Zamanı şaşırmış bir topluma dönersiniz. Geçmişte yaşarsınız. Yani aslında yaşan ölülere –The Walking Dead- var ya aslında ona dönersiniz. Yaşayan ölüler, yürüyen ölüler… Dolayısıyla, yürüyen ölülerden müteşekkil bir toplum, kendine en büyük kötülüğü yapmıştır. Eleştiri onun için nedir aslında: Eleştiri. “Criticism is a gift.” -İngilizlerin bir deyimidir bu. Atasözü mü demeliyim. Hayır, bence, deyim.- “Armağandır” derler. Eleştiri: armağandır. Evet, eleştirmek, gerçekten armağandır. Birine armağan vermektir.

Tabi “Eleştirmek” nedir: Arındırmak(tezkiye) Arapça’da “nakd, tenkid” Kur’an Arapçasında, “Tevbe-İstiğfar” eleştiri… Tevbe: eleştiri. İstiğfar: eleştiri. Düşünün, özeleştiri“Estağfurullah” diyen bir insan, özeleştiri yapmak zorundadır. Ama ne dediğinin farkında değil ki. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor ki. “Estağfurullah” diyor mesela. “Tövbe yarabbi” diyor. “Tövbe yarabbi” diyor -halk telaffuzuyla-. Ama hiç eleştiriye gelmiyor mesela. Dolayısıyla, tövbe etmiyor aslında. İstiğfar etmiyor… Arındırmak: tezkiye. Eğitmek: terbiye. Güçlendirmek: takviye. Bunların hepsi, eleştiri kavramlarıdır. Kur’an’i kavramlardır bunlar.

Bir özeleştiri ilkesi: “Arınan kimse, kurtuluşa erer.” “Kad efleha men zekkâhâ” “Veya “Kad efleha men tezekka”. Aynı kelime fark etmez. Dolayısıyla, “arınan, kurtuluşa erer”, Kur’an’i bir ilke. Evet, eleştiren, kurtuluşa erer. Onun için eleştiren toplumlar, yol alırlar. Eleştirel toplumlar, çabuk kavrarlar. Eleştirel toplumlar, hareket ederler. Eleştirel toplumlar, kendilerini geliştirirler. Çünkü: eleştiri ile geliştirmek birbirinin sebebi ve sonucudurlar.

 

Eleştiri nedir?

  • Armağandır dedim.
  • Eleştiri: eleştirdiği adına tövbe ve istiğfar etmektir. O zaman birini eleştirirken dostlar, tövbe eder gibi eleştirmek lazım. İstiğfar eder gibi eleştirmek lazım… Döver gibi değil… Söver gibi değil… Tövbe eder gibi… Dolayısıyla, eleştirin de bir edebi bir adabı bir terbiyesi var tabi.
  • Papaza günah çıkarmakla, öz eleştiri farklıdır, tövbe farklıdır. Papaza günah çıkaran o günahı bir daha işlemek için, yer boşaltır. Yani, şu depodan, biraz günah kontenjanından azaltalım; yenisini doldururuz, yeni günahlar işleriz. Ama tövbe öyle değil. Tövbe nedir? “Öz eleştiridir.” Yani “bir daha işlemeyeceğim, yapmayacağım yarabbi”. Allaha söz vermektir. İnsana söz vermekle Allah’a söz vermek aynı değildir. Papazın kendisi günahkârdır. Günahkâr, günahkâra tövbe eder mi?.. Anlatabiliyor muyum?.. Dolayısıyla, günah çıkarmak: aslında yeni günahlar koymak için yer açmak. Ama tövbe öyle değil. Tövbe: günahınıza, başkalarını şahit kılmak zorunda kılmaz sizi. Çünkü Allah şahit olarak yeter. “şehida-llâhu ennehu” “Allah şahit olarak yeter.” Allah şahit oldu. Hem kendisine hem varlığa.
  • Eleştiri, sorgulamaktır: Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez. Hazreti Sokrat’a selam gönderelim.
  • Maun Suresi demek “Sorgulanmamış din, inanmaya değmez.” demektir dostlar.

Maun Suresi’ne bir spot bul Allah’ın Mustafa kulu deseniz bana spotum bu olurdu.

“Sorgulanmamış din, inanmaya değmez.”

 

ELEŞTİRİ NE DEĞİLDİR?

  • Ego şişirmek, burun kıvırmak değildir. Yani bir başkasını eleştireceksiniz veya toplumu eleştireceksiniz kendinizi dışarıda tutacaksınız. Olmaz böyle… Onun için, ben genellikle eleştirirken kiplemeyi, kendimi de içine alacak şekilde kullanırım. Kasıtlı olarak kullanırım bunu. Kendimi dışarıda tutarak değil. Onun için bu eleştiride belki ilk edeptir.
  • Narsistik -kişilik bozukluğu-, değildir eleştiri. Bazıları vardır bilir misiniz: hiçbir şeyi sevmez hiçbir şeyi kabul etmez her şeyi eleştirir hiçbir şey yapmaz. Hiçbir şey yapmaz. Ama hiçbir şeyi de beğenmez. Hiçbir şey yapmaz hiçbir şeyi beğenmez. Nasıl bir tip?.. Böyle değil… Bu eleştiri falan değil! Onun için…
  • Eleştiri: o konuda hiç tecrübe ve bilgisi olmayanın, olana yaptığı “laf salatası” da değildir. Cahil… Konuştuğu konuda bilgisi yok, tecrübesi yok; bedel ödememiş risk almamış. Ama esiyor, yağıyor, mangalda kül bırakmıyor vesaire. Ama eleştirdiği kimse, o konunun -tabiri caizse adan z ye hakkını vermiş- bilgisine sahip, tecrübesine sahip; risk almış bedel ödemiş. Yani elinden gelen her şeyi yapmış. Beyimiz, oturduğu yerden, onu eleştiriyor. Ondan alacağı yerde, onu eleştiriyor. Bu eleştiri falan değil. Bu hadsizlik. Haddini bilmemek.
  • Hiçbir işe yaramaz, hiçbir şeyi beğenmez tiplerin yaptığı goygoy değildir. Evet, bu eleştiri değildir.
  • Eleştiri hakaret, iftira, karalama, küçük düşürme, laf sokma, iğneleme de değildir. Eleştiri bunlar değildir. Dolayısıyla eleştiri gerçekten de paylaşmaktır.

Eleştiri, arındırmaktır. Eleştiri, yıkamaktır. Bakın şu anda, bir elim bir elimi eleştiriyor. Çeşmenin altına elinizi tutup da şunu (elleri ovuşturmak) yaptığınızda eleştirinin en güzel halini görürsünüz. Ne yapıyor?.. Birbirini yıkıyor. Eleştiri: birini yıkamaktır. Budur işte! Onun için emek verirsiniz, risk alırsınız. Evet, bedel ödersiniz. Bakınız ikisi de bedel ödüyor. Emek veriyor, risk alıyor. O zaman arınırsınız.

ELEŞTİRİNİN DEĞERİ.

  • “Eleştiri, armağandır”, özeleştiri kişinin kendine armağanıdır.
  • Eleştiri, denetim ve özdenetimdir. Evet, hem denetimdir, başkalarını eleştirim; kendini eleştirim ise özdenetimdir.
  • Eleştiri ayna olmak ve ayna tutmaktır. Evet öyledir. Ama Müslüman şark toplumlarında, aynaları kırarlar. Mahvederler aynaları. Siz, ayna olarak karşısına geçersiniz, size baksın diye. Fakat size bakar, yüzünü görür. Yüzünü görür, yüzü görülmeyecek bir yüzdür. Yüzüne dayanamaz, kendi yüzüne sana Kendi yüzüne dayanamadığı için sana vurur; çünkü sen aynasın. Sen ona kendini gösteriyorsun. Sende kendini seyrediyor. Onun için sana vurur. Niye? Kendine dayanamıyor aslında. Kendi dayanılacak biri değildir aslında. Senin ayna olmanı istemiyordur. Ayna görmek istemiyordur. Görünmek… Yani kendini görmeye tahammülü yok. Yüzünü görmeye tahammülü yok. Onun için bu memlekette, aynaları kırarlar. Mahvederler… Siz ona gösterirsiniz; yüzünü, gözündeki çapağı, yüzündeki kiri. Yıkasın diye gösterirsiniz. Temizlesin diye gösterirsiniz. O ise size yumruk vurur, sizi kırar. Sizi kırar… Böyle bir coğrafyada yaşıyoruz!.. Yaşadığınızı bileceksiniz!.. Bununla, çok karşılaşırsınız eğer böyle bir misyon edinmişseniz. O zaman içiniz ayna kırıklarıyla dolu olur. İçiniz kırıklarla dolu olur. Yüreğiniz cam kırıklarıyla dolu olur. Yüreğinizle dolaşırken ayaklarınıza değil yüreğinize batar yine cam kırıkları. O zaman yani ağzınızda o her istiğfar o her tövbe cam kırığına dönüşür. Sussanız, batar; konuşsanız, kanatır… Öyle olur! Sussanız batar; konuşsanız, kanatır…
  • Eleştiri farkındalık, dua etmek, emek vermek, risk almak ve iyileştirmektir. Evet, farkındalıktır. Farkındalık sahibi olmayan eleştiremez zaten. Farkında olmak, eleştirmek bunun içindir. Dolayısıyla, farkına varırsanız eleştirirsiniz. Farkına varırsanız tedavi edersiniz. Farkına varırsanız arınır ve arındırırsınız. Farkına varırsanız iyileşir ve iyileştirirsiniz.
  • Eleştiri sorgulamak, değişmek, gelişmek ve yeni bir insan ve toplum olmaktır. Evet, eleştirmek tövbe istiğfar, yeni bir insan olmaktır. Tövbekâr bir toplum, yeni bir toplum olmak zorundadır. Kur’an’da anlatılan, Ninova toplumu, Yunus toplumu bunun için anlatılır. Ve unutmayın! Kur’an kıssalarının nüzul sürecinde ilk bahsedilen kıssa: Yunus kıssasıdır, Kalem Suresi.

 

  KUR’AN NEYİ ELEŞTİRİR NEYİ ELEŞTİRMEZ?

İnsanı eleştirir. Peygamberleri eleştirir. Evet, çok ilginç değil mi?.. Kur’an peygamberleri eleştirir. Biraz sonra gelecek. İmanı eleştirir. İbadeti namazı eleştirir. İşte Maun Suresi budur. Ruhbanı-ruhbanlığı, din adamları sınıfını eleştirir. Aklı eleştirmez çok ilginç, Kuran’da akıl eleştirisi yoktur! Vicdan eleştirilmez; vicdan eleştirisi yoktur çünkü vicdan eleştirilecek iş yapmaz zaten. Vicdanınız doğru söyler ama hep doğru söyler. Peki, siz o doğrudan kurtulmak için ne yaparsınız? Biz o doğrudan kurtulmak için ne yaparız? Vicdanın üstünü örteriz. Buna da “vicdan küfrü” diyoruz. Küfür; örtmektir unutmayın! Vicdanın üstünü örtersiniz sesini duymamak için vicdanı bastırırsınız, bastırırız. O zaman vicdanınız konuşur, yine vicdan vardır ama vicdansız deriz o insana, vicdanı olmadığı için değil… Akılsız diye aklı olmadığı için değil… Niye? Kullanmadığı, aktif olmadığı; pasif vicdan yok hükmündedir. Pasif akıl yok hükmündedir, pasif irade yok hükmündedir. Onun için iradeli olduğu halde iradesiz deriz kullanmayana, aklı olduğu halde akıllını kullanmadığı zaman akılsız deriz, vicdanı olduğu halde vicdanı kullanmayana vicdansız deriz… Onun üstünü örter; küfür perdesi ile örter. Dolayısıyla ona; vicdansız, akılsız, iradesiz dememiz bunların olmadığı anlamına gelmez. Deli onun için… Onun için deli ile akılsız farklıdır. Bakınız, deliye akılsız kullanmıyoruz biz, farkında mısınız?.. O ayrı bir şey. O mazerettir, delilik, bir mazerettir ama akılsızlık, değil.

 

ELEŞTİRİ ÖĞRETMENİ PEYGAMBERLER

Âdem ve eşi: “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik.” demişlerdi değil mi? “Kâlâ rabbenâ zalemnâ enfusenâ” “… Biz kendimize zulmettik.”

Nuh: kavmini kıyasıya eleştirmişti değil mi? “Ve kâle nûhun rabbi lâ teżer ‘alâ-l-ardi mine-lkâfirîne deyyârâ”… Açılın aşk ile “Eşhedü en lâ ilâhe illallah” mı dedirteyim vaizler gibi. Yapmayın… Evet, evet kavmini kıyasıya eleştirmiştir. “Ya Rabbi…” demişti “…yeryüzünde bir tek kâfir bırakma!” Nuh’un, aslında eleştirilen duasıdır bu. Zımnen eleştiri sadedinde Kur’an bunu nakleder. Niye, tuttu mu bu dua? Tutmadı. Ondan sonra hiç kâfir gelmedi mi? Hayır, böyle değil. Allah Rasulü’ne bunu veriyor, bu örneği veriyor unutmayın. Yani bu ayetin ilk muhatabı Allah Rasulü. Peki, Allah Rasulü’ne Nuh’un tutmayan duasını niye şey verir? Örnek değil, ibret olarak verir.  Yani böyle bir dünya bekleme… Ondan sonra anlaşılır işte, Yunus Suresi’nin 99. ayeti ve benzeri birçok ayet. ne diyordu? Yani “Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündeki herkes iman ederdi.” Sen şimdi iman etmiyorlar diye onları zorla İman mı ettireceksin?” “efeente tukrihu-nnâse hattâ yekûnû mu/minîn” “İman edinceye kadar onları zorlayacak mısın? Bunu yapamazsın!” diyor. Bunu yapamazsın; dinde zorlama yoktur! Zorlama dinde yoktur!.. Zorlamanın olduğu yerde, dinsizlik vardır. Zorlayarak bir dine soktuğunuz dinsizdir; sokan iki kere dinsizdir… Bitti… Bitti… Linçten yeni çıktık, pırıl, pırıl bir linçle geldim karşınıza; öyle her tarafım fırçalanmış biliyor musunuz? Ben bir sürü bir şey söyledim… Gerçi orada da tuzağa düşürüldüm yani öyle değildi. möderatörle konuşmamız o değildi. Onları konuşmayacaktık bambaşka şeyler konuşacaktık aa tuzağın içine düştüm. Neyse, düştük bir kere efendim. “Ayasofya” meselesi; önüme, hiiç beklemediğim bir soru… Hiç konuda değil… Gündemde olmaması gereken şu anda… Ne… Ama insanlar şunu düşünmüyorlar: bir tek soru bir tek… Bir soruluk canı var; Ayasofya meselesinde: vicdani duruş nasıl olmalı?.. Kendine yapılmasını istemediğini, başkasına yapma! İsrail, “kılıç hakkı olarak Mescidi Aksay’ı, havraya dönüştürsün” diyorsan buna da hak ver. Bitti, başka laf söyleme bana tamam mı?.. Yetmez mi!.. Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma! Bir sürü söylenecek şey var daha bir sürü bir sürü… Ki Hac Suresi’nin 40. ayeti hala orada duruyor zaten. Ama hadi Kur’an’a itibar etmedin, ayete itibar etmedin, şunu etmedim buna… Vicdana da mı itibarın yok be adam, ayetlerin hepsi vicdanı gösterir zaten. “Vicdanın en büyük ayetindir” senin. Ve ahlaki ilkeye de mi itibarın yok!.. Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma arkadaş… Mescid-i Aksa’nın havra olmasına razı mısın?.. Kılıç hakkı, hadi buyur… Görüyorsunuz değil mi? Bir tane düşüneceğiz ya küçücük bir düşüneceğiz. Küçücük düşüneceğiz! Çözüyoruz yani aslında çözülmeyecek bir mesele yok. Yanlışa, yanlış denir arkadaş ya. Alıp da cebimize koymadık o daha orada git. Ama doğrusunu itiraf et arkadaş; ahlakilik budur, ilkesellik budur. Biz, ilkelerimizi, peynir ekmek gibi yediğimiz için her naneyi yiyoruz. İlkenizi yedikten sonra her nane yersiniz. Bitti… Evet, nur topu gibi lincimiz mübarek olsun. Ben alışkınım görüyorsun… Ne bekliyordunuz? Şimdi hoca çıkacak karşımıza efendim böyle yerlerde yazalana yazalana, yumruk yemiş gibi. yok öyle bir şey ya Allah aşkına… “Bir lafa bakarım ‘laf’ mı diye, bir de söyleyene bakarım ‘adam’ mı” diye yani. Eskiden alkışlayana gavur diyorlardı. Siz bilemezsiniz gençler; inanın, alkış gâvurluk alametiydi. Bizde ne gâvurluk alametleri var, bir bilseniz, bir bilseniz… Kaş aldıranı lanetlenmiş olarak niteleyenler, o uyduruk Hadise bakarak, güzellik salonu açtılar. “Televizyonlu eve şeytan girer, melek girmez; televizyon: fitne-vizyondur, şeytan işidir” diyenler; televizyon istasyonu açtılar anlatabiliyor muyum? Daha neler yaptılar neler, bir bilseniz,  bir bilseniz… Onun için… Ona girersem dersi bitiremem.

Musa: “Nefsime zulmettim” dedi.  Evet, “…innî zalemtu nefsî” dedi.

Yunus: “Ben zalimlerden oldum” dedi. “innî kuntu mine-zzâlimîn” “Ben zalimlerden oldum” “  Bakınız Kendi eleştirisini yaptı, öz eleştirisini. Oysa Ninova halkı… Eğer bir kriter belirlerseniz Ninova halkı ile Ninova’nın peygamberi Yunus Nebi’nin hata payı nedir diye. Ya %99 9 Ninovalılar haksız çünkü bir tanesi bile “hakkı” dinlememiş arkadaşlar. %1 de hadi Yunus Nebi’ye verelim değil mi? Peki, Yunus nebi ne diyor: “Ben kendime zulmetim.” Öz eleştiriye bakar mısınız?.. Yiğitliğe bakar mısınız?.. Tövbe nasıl yapılır tövbe? Yunus Nebi: “dış güçler ya rabbi dış güçler… Efendim tam yerine oturdu değil mi? Bunlar Yarabbi bunlar var ya bunlar… Yo  “innî kuntu mine-zzâlimin” “Ben nefsime zulmettim.” bu bir öğretimdir, bu bir öğretmenliktir. Kur’an bunları hikâye olsun, masal olsun diye anlatmaz; ders olsun diye anlatır, ahlak olsun diye anlatır. Evet,

Nebimiz: “vestaġfir liżenbike” sekiz kez gelir; “günahından dolayı istiğfar et!” diye ne dersini?…

 

ELEŞTİRİDEN NEFRET EDENLER

Narsist ve kendini hatasız sanan kibir abideleri eleştiriden nefret ederler. Masum ve günahsız olduğunu zanneden sahte tanrı rolü kesenler, eleştiriden nefret ederler. Her yanlışa, bol tevil ve mazeret bulan kıvırma motorları, eleştiriden nefret ederler. Hakikatten, yani bu coğrafya, bizim coğrafyamız, tevil motoru adeta. Hiçbir haltı yok ki tevil etmemiş olsun. Her şeye bir tevili var arkadaş ya her şeye. Her şeye mi var? Her şeye var. Ama bir tane özür dilemesi yok! Bin tane tevili var, bir tane özrü yok arkadaş ya portföyünde. Nasıl bir şeydir bu!.. Eleştirilen kötülüğün parçası olanlar, nefret ederler eleştiriden. Evet, kötülüğün parçası olanlar -eleştirilen kötülüğün parçası olanlar-. Eleştirilen kötülükten geçinen ve nemalananlar, eleştiriden nefret ederler arkadaş değil mi? Niye? Ondan geçiniyor çünkü. Geçindiği şeyi eleştirtir mi insanlar?  Evet, İnsanların para verip kendilerini inandırdıkları yanlışları düzeltmek imkânsızdır. Onun için bakınız; “Okunmuş Yasin” alana, “Okunmuş Yasin”i eleştiremezsiniz; para verip aldı çünkü. Anlatabiliyor muyum?.. Para verip aldı. Kendisine, enayi dedirtmeye razı olursa anca eleştirebilirsiniz çünkü kendisini, kendi aynasında seyredemez. Onun için “kunmuş Yasin”e para verdiyse, “Okunmuş Yasin’i” eleştirtmez size, anlatabiliyor muyum? “Iskat” diye bir “sus payı” verdiyse babasının ölümünde, anasının ölümünde o soygunculara. O soyguncular da kendi aralarında kabultü-vehebtü efendim kabultü-vehebtü, kabultü-vehebtü… -Biliri misiniz, bilmezsiniz belki de… Allah beni affetsin, beni de birkaç kere oturttular talebeliğimde. Talebeliğimde efendim… Şimdi nedir bu biliyor musunuz? Kılmadığı namazları, hangi borsaya göre hesaplıyorlar o da ayrı bir mesele. Yani namaz borsası nerede, namaz fiyatları nerede belirleniyor o da ayrı bir mesele. Ona göre belirlerler, hesaplarlar efendim. O hesap mesela diyelim ki 500 bin lira çıktı değil mi?  500 bin lirayı dağıtır mı adam? Dağıtmaz, kim verecek… İyi de “uyanıklık” var serde. Yani hilebazlık, -tevil- dedim ya gırla. Dolayısıyla yani Hiyel, “Kita’bul Hiyel” edebiyatı var ya İslam fıkhında. Nedir? Hileler kitabı. Yani kanuna karşı hile, kanunu nasıl aşarız. Biz, bunun kitabını yazmış milletiz, arkadaşlar ya!.. İlk Kitab’ul Hiyel’de Ebu Yusuf’a ait biliyor musunuz? Hanefiliğin mucidi. Ebu Hanife Hanefiliği; Ebu Hanif Hanefiliği değil. Kralların Hanefiliği bu… Ebu Hanif Hanifliği değil. Ebu Hanif’in Hanefiliği yoktu; hanifliği vardı. O Haniflik bize miras kalmadı. Ebu Yusuf’un Hanefiliği bize miras kaldı. Kralların Hanefiliği… Dolayısıyla, yani o işte…- Neydi misalimiz yarım kaldı. Ha, “Kabultü-vehebtü”, ıskat… Şimdi 500.000 lira verecek hali yok; ne yapar biliyor musunuz? Efendim 50 bin lirayı koyar veyahut da 10 bin lirayı koyar; 10 bin lirayı 100 kere dolaştırır. 100 kere dolaştırdı mı ne olur? Efendim. He affedersiniz efendim, 50 tur.50 tur atar 50 tur atınca 500.000 eder. O “kabultü-vehebtü” budur işte. Aldım verdim, aldım verdim; emme basma tulumba gibi aldım verdim. O 500’e tamamlayacak 50 tur attı mı o 10 bin lirayı dağıtırlar ama 500 binlik şey alırlar oradan kupon. Anlatabiliyor muyum? Yani Allah’a 500.000’lik şey çıkarıyorsun, alıyorsun oradan af-bağış. Ama sen burada 10.000 lira dağıtıyorsun, böyle bir şey yani. Nasıl bir şey?.. Buna da “Iskat” derler. “Sus payı” demektir. Evet, hiçbir şey çıkar olmadan yanlış deseniz bile paralarını kaptırdıklarını, kendilerini suistimal edenleri değil, sizi suçlamaları daha çok işlerine geliyor. Evet, sizi suçlarlar. Paralarını çalanları suçlamazlar. Ya sen paranı kaptırmışsın arkadaş bir dolandırıcı seni çarpmış!.. Yanmaz kefen almış mesela -kefenin fiyatı 30 lira o gün öyleydi.- Yanmaz kefen satıyor 400 lira, 375 lira. Şimdi yanmaz kefen almış, sen şimdi söylüyorsun “arkadaş yanmaz kefen diye bir şey yok. Gel kefeni yakalım” ona da yanaşmıyor. “Gel kefeni yakalım yanmazsa sende yanmazsın” satmış ama,.. Satmış ama… Yani ahlaksız, dinbaz, dinci, buna “yanmaz kefen” diye satmış o da almış ama kendisine aldatanı savunur sana. “Ya haklısın!” demez. Problem burada zaten! Evet, “Kimlik tutarlılığı ve taahhüt etkisi inanılmazdır.”

 

ELEŞTİRİDEN HOŞLANMAYANLAR 

Ehl-i zevk ve safa hoşlanmaz. Evet, zevk ehl-i, eleştiriden hoşlanmaz. Niye? Konforu bozulacak da ondan. Pasif iyiler, keyif kaçırdığı için hoşlanmazlar. Pasif iyiler… Aktif iyiler, eleştiriden hoşlanırlar. Eleştiri bir katkıdır, bir duadır. Bana yapılan yerinde bir eleştiri, bana duadır, bana duadır; başka ne olabilir ki beni iyileştirmektedir, beni saflaştırmaktadır, beni arıtmaktadır, beni yıkamaktadır. Konformistler, “konforum bozulur” diye hoşlanmazlar. Emek vermeyen, risk almayan ve bedel ödemeyen… Sevgi pıtırcıkları da eleştiriden hoşlanmazlar. Sevgi pıtırcıkları bilir misiniz efendim? Yani eleştiriden hiç hoşlanmazlar. İyi de eleştirinin olmadığı yerde, gerçek bir sevgi de olmaz. Seven, eleştirir değil mi? Mesela, çocuğunuzu sevmiyor musunuz? Çocuğunuzu eleştirmeye siz, doğduğunda başlarsınız. Pis bezini atıyorsanız çocuğunuzu eleştiriyorsunuz. Elemek budur; pis bezini, pisliğini atıyorsunuz. Yıkamıyor musunuz bebeğinizi? Bebeğinizi yıkamak fiili eleştiridir. Altındaki bezi tazelemek, temizlemek, yüzünü temizlemek, burnunu silmek, fiili eleştiridir, eleştirinin fiili olanıdır. Buyurun eleştirilerek başlıyorsunuz, temizliyorsunuz yani arıtıyorsunuz yani. Dolayısıyla bu anlamda “Eleştiri: sevginin, garantisidir”, bedelidir aynı zamanda. Onun için Sevgi pıtırcıkları eleştiri sevmezler. Niye? Yani hiç şey olmasın, sıkıntı çıkmasın; sıkıntı çıkmadan eleştiri olmuyor işte. Eleştirenler, mutlaka ve mutlaka bedel ödüyorlar. Niye? Çünkü eleştirilenler o kötülükten vazgeçmek istemiyorlar; kimi nemalanıyor, kimi oradan bir şey alıyor götürüyor, kimi onun üzerine oturmuş sistemini onun içinde dokundurtmak istemiyor. Polyannacılık oynayıp, kendi kendini aldatan romantikler de eleştiriden hoşlanmazlar.

 

MÂ’UN SURESİ’Nİ TACA ATMAK    

Bazı 3. Yüzyıl müfessirleri, bu sureyi müşriklere hasrederek, yükü omuzdan atmıştır. Ben isimler vermiyorum efendim, isimlerle değil işimiz. İşimiz eylemlerle, işimiz amaç. Dolayısıyla 3. Yüzyıl müfessirlerden bazıları, bu sureyi “müşriklerle ilgilidir” diyor yani müşriklerle. “Feveylun lil-musallîn” var ya oradaki yani namaz kılanlara lanet… Onlar müşriklerdir.  E dostlar sorarım size: Kur’an dörde ayrılır 4/1 kıssalardır, -Bu kıssalarda: zaten peygamberlerle onlara inanmayanlar arasındaki olaylar anlatılır.- 4/1 Hristiyanlardır, 4/1 Yahudilerdir ve müşriklerdir. Şimdi size ne kaldı? Ne kaldı? Haydi; onu Hristiyanlara, onu Yahudilere, onu müşriklere, elinizi yıkadınız çıktınız. “ E Kur’an bize hitap etmiyor” deyin çıkın işin içinden canım. Zaten öyle diyorlar. Demeseler de yapıyorlar. Görüyorsunuz öyle değil mi? Yani, topu taca atmanın en tipik örneği Kur’an’a hakaret bu değilse nedir? Kur’an’a hakıyessizlik “Kur’an’ın hakkını gasp etmek-yemek” bu değilse nedir? Uydurulan benzer rivayetler 5. yy’da İbn Abbas’a nispetle yazılan eserlere de girmiş. İbn Abbas’ın tefsiri yok yazdığı. İbn Abbas tefsiri babasıdır ama tefsir yazmamış. Ama şu anda İbn Abbas adına yazılmış, elimizde çok ciltli bir tefsir var biliyor musunuz? Evet, elimizde, 5. yüzyılda yazılmış ama. Evet, Sureye uydurma bir “fazilet” lütfedip, topu havadan taca atanlar: -Alın okuyun da biraz tebessüm edin.- “Bir kimse Maun Suresi’ni ev eşyası üzerine okuyup üfürse, -üfleyeceksiniz üflemeden olmaz,  okuyorsunuz-üflüyorsunuz.- o eşya kırılmaktan ve kaybolmaktan kurtarılmış̧ olur.” Üfürüğünüzün kıymetini bilin(!). “Bu surenin okunmasını, alışkanlık haline getiren kimsenin, sözü̈ her yerde geçerli olur.” Allah etmesin, Allah yazdıysa bozsun. Bir insanın sözü her yerde geçerli olur mu? Olursa o insan firavun olur ya. Niye geçerli olsun ki bu nasıl bir dilektir yani; sizin nasıl bir ufkunuz var ya, hepinizin içinizde bir Hitler yaşıyor. Allah Allah, hiç “hiç kimse bir dediğini iki edemez!..” Bu rivayet he! aldım da geldim size. Kitapta var. “Kitap de biji.” kitapta var kitap yazıyor.

 

II – KUR’AN’A GÖRE “DİNSİZ” KİMDİR?

Sen Kime “Dinsiz” Dersin?

Demiştim ya “dinsiz tanımı”nızı bir aklınızda tutar mısınız? Lütfen herkes, kendi dinsiz tanımı yapsın ve aklında tutsun.

DİN: Deyn, deyyân, medine, medeniyet. Evet “din” kelimesinin, Kur’an’daki “din” kelimesinin manasını biliyor musunuz? Çok şey duyuyoruz bu konuda tefsirlerde, o kadar karmaşık şeyler ki din kelimesi ki zaten Kur’an’i bir kavramın gerçekten ne manaya geldiğini anlamak için ilk başvuracağımız yer, “dil”dir değil mi dil. Çünkü Kur’an, bize mesajını sözle naklediyor. Onun içinde dil esastır. Din nedir? Din… Deyn: borç demektir. Deyyan: bir yerde hak ve hukuku sağlayan kimse demektir. Hak ve hukuku… yani hakkı yenen birinin, hakkını alıp verene deyyan derler. Hakkını yiyeni cezalandırana deyyan derler. Deyyan bu. Medine: aynı köktendir, içinde deyyan olan şehre Medine denir. Yani; hukukun üstün olduğu, hakkın yenmesinin önlendiği yere, Medine denir ve bu Medinelerin toplamına da “Medeniyet” denir. Buyurun, din: hak ve hukuk manasına gelir. Hakkın ve hukukun gözetildiği, gözetilmesi sistemine, gözeten sisteme din denir dostlar. Hak ve hukuku gözeten sistem… Kafamıza, böyle murçla işlenmiş taşa kazınmış gibi yazalım.

Kur’an’ın din bağlamı: “Değerler dini” -dinen kıyemen-, dinin sıfatı nedir, bir sıfat olsa sıfatı ne olurdu? Kur’an’da bu sıfat tektir. İki ayrı kalıpta gelir. Dinen kıyemen – Eddinu’l-kayyim: değerler dini, diyor, değerler. Yani “İslam dini” dediğinizde “Değerler dini” geliyor akla. Yani bunun dışında ne olabilirdi hocam? Akide dini olabilirdi. Değil.  Onun dışında? İbadet dini olabilirdi, bu çok önemli ibadet dini… Hristiyanlık, bir ibadet dini. Bakın Yahudilik, bir fıkıh dinidir, -fıkıh: kurallar dini- 500 küsur kuralları vardır sayılmış. Her Yahudi, bunları bilmek zorundadır. Bu kuralları da hahamlar koymuştur. Talmud’da konulmuştur. Bir -efendim iki Talmud vardır.- Kudüs Talmu’u vardır. Bir de Babil Talmud’u da vardır. Tek Talmutları da yoktur. Tek fıkıhları da yoktur bu manada. Yani “Değerler Dini”dir bu dinin adı. Bu dinin sıfatı daha doğrusu. Değer taşır değerleri… Bu değerler nedir peki, bu değerlerin genel ismi nedir? “El-Maruf” Kur’an’ı ismi. Yani insanlığın ortak değerleri… Bir zümre değerleri değil bunlar, bir klan değerleri değil bunlar, bir kavim değerleri değil bunlar, bir kültür değerleri değil bunlar. Ne değerleri ya? İnsanlığın ortak değerleri… Evet, bu çok önemli “Merhamet” bu değerlerin biridir, “Hakikat” bu değerlerin biridir. Bakınız bu çok önemli bu çok!.. “Adalet” bu değerlerin biridir. Yani böyle sayarız bu değerleri, eyvallah…

Sizden, din olarak İslam’dan razı oldum” İşte budur ayet!..

İslam nedir? Barıştır: “Topyekûn barışa girin!” Evet barıştır. Yani teslimiyet değildir dostlar; teslimiyet, İslam kelimesinin türetildiği: “silm/s-l-m” ( س-ل-م/ سلم ) kökünden üç kuşak daha ileridedir. Eğer İslam’ı teslimiyet olarak anlarsınız “Torun, dedesinin aslıdır” demiş olursunuz. Evet, torun, dedesinin aslı değildir; dede, torunun aslıdır. Dolayısıyla “…udḣulû fî-ssilmi kâffeten” İslam’ın manası burada açığa çıkar. Bakara Suresi 208. Yani “Barış’a topyekûn girin!” İslam’a girmek, “Barış’a” girmektir; Barış gönüllüsü olmaktır.

 

KUR’AN KİME “DİNSİZ” DER?   

Maun Suresi 2. ayet: Nedir? “Era-eyte-lleżî yukezzibu bi-ddîn. Fezâlike’l-lezî yedu’ul-yetîm.” Dezavantajlı sınıfları aşağı gören, üstten bakan, onların hakkını yiyenlere; (Halk dilinde: tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenlere) “Dinsiz” der dostlar. Ayet 3: “Fezâlike’l-lezî yedu’ul-yetîm. Ve lâ yehuddu alâ ta’âmi-lmiskîn.” “İnsanların aç ve yoksullaşmasına sebep olan, onların hakkını yiyen”e dinsiz der. Ayet 7: daha kime der efendim. “ Ve altta kalan sınıflara yardıma, engel olana”… “Ve yemne’ûne-lmâ’ûn” “yardıma engelleyene” dinsiz der. Kur’an’a göre dinsizin tanımı bu. Çok huzursuz olan var mı içinizde bu tanım çıktı. “Ya beklemiyorduk, ters köşe olduk, ya nasıl değiştireceğiz şimdi, Kur’an’ın dinsiz tanımı da çok garip geldi bana.” falan… “Ben biraz kabullenmeyeceğim.” diyen var mı dostlar? Yani tamam, sindirim müddeti verelim. Ama Kur’an’a iman edip de “Ben bu tanımı pek sindiremeyeceğim” diyen var mı? Sure orada, tekrar açın bakın! Yani beni eleştirin sureyi eleştirmeyin aman efendim. Ama açın bakın, vicdanınıza, vicdanınıza sadece vicdanınıza hitabedin konuşunuz bakın. Evet, ayet 4 5 6 var bir de değil mi 4 5 6: “İsterse namaz kılsın, alnı secdeden yarılsın bu dinsizdir” diyor. Evet, bu da üstüne tüy. Ayet 4: Asıl “nirengi” ayeti, zirve ayeti 4, surenin. Nedir? “Feveylun lil-musallîn.”  “BUNU YAPANLARA VEYL/LANET OLSUN YAZIKLAR OLSUN”  Ayet 5: “Onlar namazın amacından gafildirler.” Ayet 6:Onların salatı/namazı gösteri ve gösterişten ibarettir.”  Kur’an’ın “İbadetli dinsiz” tanımı üzerinde tekrar tekrar tekrar tekrar lütfen düşünelim! “İbadetli dinsiz.” Kur’an hak yiyen, paylaşmayan, dayanışmayan namazlıya “dinsiz” diyor.  O halde, Kur’an’a göre “dinli” kim?..  Hayda! Dostlar algoritma değişti! İnan algoritma değişti!.. Algoritma değişti… Şimdi, dünya ülkelerini… 207 tane ülke mi var dünyada? 207 ülkeyi, irili-ufaklı alt alta dizelim bu kriterler üzerinden geçirelim; dinli dinsiz ülkeleri öyle… Yani adı falanca İslam Cumhuriyeti geçin onu. Anlatabiliyor muyum? Adında İslam… Moritanya İslam Cumhuriyeti, İran İslam Cumhuriyeti… Ne olacak Allah aşkına! Adına “İslam” koyunca “İslam” mı olmuş oluyor? Zorbalık orada, adaletsizlik orada, dinde zorlama orada, her türlü dalavere orada, her türlü efendim adaletsizlik zulüm orada, her türlü baskı orada, her türlü kölelik orada, molla diktatörlüğü orada. Buna, İslam mı diyeceğiz? İslam mı diyeceğiz? Ben, İrancı oluyorum bu arada, beni tanıyor musunuz? Evet… Kur’an; hak yiyen, paylaşmayan, dayanışmayan namazlıya “dinsiz” diyor. O halde Kur’an’a göre “dinli” kim?

 

FİLİBELİ AHMET HİLMİ’NİN KALEMİNDEN

Şunları okumayı size istedim dostlar getirdim huzurunuza. “Bu millet mükemmel namaz kılan bir millettir. Mükemmel namaz kılar diyor. Fakat onların ibadetlerinde kelimenin yüce manasıyla din aranmamalı.” -Adam ta o zamandan fark etmiş dinin yüce manasının ne olduğunu.- “Namazı ile vicdanının hiçbir alakası yoktur.  Oysa namaz vicdanı aktif hale getirmektir. Kimse bunda, hayret edilecek bir şey görmez nedense… Hiç kimse bundan, utanmaz, arlanmaz…” “Tarih-i İslam”ından aldım bunu.

 

III — NAMAZ DİNLİLİK ALAMETİ DEĞİLSE NE?

 

MÜŞRİKLERİN YOLDAN ÇIKARDIĞI SALAT/NAMAZ

Evet, müşrikler namazı yoldan çıkartmıştı dostlar. Israrla yalınkat “Namaz kılın” yerine, “Namazı ikame edin/düzeltin” diye gelmesi bu yüzden. “Ekîmû-ssellâte” Ekîmû-ssalâh” “Ekimi-ssalâte lidulûki-şşemsi ilâ ġaseki-lleyli”… Bakınız, onlarca ayette bu fiil kullanılıyor, bu fiil; emir kipinde kullanılıyor diğer kipleri de var efendim. Niye bu fiil? Bu fiil, “yap fiili” değil “düzelt fiili”. “Ekâme: İstikamet” aynı kökten geliyor. İstifale babından. Dolayısıyla, düzelt yani namazı düzelt. Niye? Yamuk, yamuk… Namaz yatıyor, kaldır ayağa. Peki, yatan namazla ayağa kalkmış namaz arasındaki fark ne? Ölü namazla diri namaz arasındaki fark ne? Diri namaz: Sosyal sorumlulukları sana aldıran namazdır. Anlatabiliyor muyum? Altta kalmış sınıfların kolundan tutup kaldırıyorsan, düşene vurmayıp kaldırıyorsan, açı doyuruyorsan, paylaşıyorsan, sosyal sorumluluklarını yerine getiriyorsan yani vicdan ehliysen namazlısın. Dinlisin daha doğrusu yoksa dinsizsin namazlı dinsizsin. Evet… Evet, çünkü salâtın: “cesedi ve ruhu” vardır. Ruhu: hak yememek, hak-hukuk gözetmek, paylaşmak, yardımlaşmak…  Eğer bu ruh ölürse, geriye lanetli bir ayin, rit/üel: –rit, ritüel onun için slaş koydum oraya- dinci gösteri, kibir kalır.

İşte Meryem 59’da Kur’an buna: “salatı zayi etmek” diyor. Evet, dostlar çok vurucu bir ayet gerçekten. “Feḣalefe min ba’dihim ḣalfun” “Onlardan sonra yeni nesiller geldi.” “Edâ’û-ssalâte” Ne yaptılar? “Namazı zayi ettiler.” Bu çok önemli!.. -Namazı zayi ettiler…-  Kelimeye bakar mısınız, “Terakk’û-ssalate” değil, “terk” kelimesi de Arapçadır; istese onu koyardı oraya. Namazı terk ettiler değil… Namazı zayi etmek, namazı terk etmek değildir. Namazı, ritüeli yapmak, yerine getirmektir ama amacından koparmaktır. Evet, “Vettebe’û-şşehevât.” “Şehvetlerine uydular” arzularına uydular yenik düştüler. “Fesevfe yelkavne ġayyâ.” “Ve ne oldu en sonunda? Yani tepetaklak gittiler.” Devrildiler, yıkıldılar, mahvoldular. Ayetin son cümlesine dikkat: “İşin sonu derin bir boşluk/hayal kırıklığı.” Evet, öyle diyor bu son. Hani salat/namaz: insanı çirkeflik ve kötülükten uzak tutardı. “İnne-ssalâte tenhâ ani-lfahşa-i vel munker.”. Senin namazın, seni, hangi kötülükten alıkoydu dostum! Düşünün! Namaz, aslında insanın muhasebe yapması içindi -5 vakit muhasebe-. Fakat 5 vakit; -2 vakit arasında ye her haltı kıl namazı-na dönüştü… Kıl namazı, ye her haltı… Namazı, bir özeleştiri değil de bir kamuflaj olarak kullanmak. Burada çok ilginç bir saptamayı dile getirmek istiyorum: -Tüm yanlış anlamaları ve yanlış anlama ihtimallerini de dikkate alarak- Ömründe şu anda 90 küsur yaşında ve hala yaşıyor. Hocamızın adı Hüseyin soyadı Atay, Ankara’da… Hocaların hocasıdır… Türkiye’deki en kıdemli alimlerden… Alimdir, sadece akademisyen değil, Hüseyin Atay hoca. Kitaplarını tavsiye ederim. Hocamız halen yaşıyor, hayli yaşlı, gözleri sıkıntılı son ziyaret ettiğimde bile öyleydi ki üzerinde 3-5 yıl geçti.- Ve Hüseyin Atay hocamız bir vakit namazını geçirmediğini teyit ederek, arkasından şu cümleyi kuruyor: “Namazı, Müslümanların başına bela ettiler.” Buyurun. Buyurun. Şimdi Hüseyin Atay Hoca,  ömründe namazı hiç geçirmemiş bir musalli olarak, bir namaz ehli olarak Hüseyin Atay hocaya bunu söyleten nedir? “Namazı, Müslümanların başına bela ettiler.” Evet, gördüğüm bu. Benzer bir cümleyi ben kendisiyle görüştüğümüzde, sohbet ettiğimizde Muhammed Abid el-Cabiri -20. yüzyılın en büyük İslam düşünürlerinden biridir- Cabiri’den de duymuştum. Hatta camiler hakkında bir cümle etti ki ben hala burada etmeye cesaret edemiyorum. Bir gün cesaretim artarsa onu söylerim. “Hocam, bu kadar cesaretlisin hala söyleyemediklerin mi var? Vallahi hala söyleyemediklerim var. Evet, dolayısıyla, namazı, Müslümanların başına kim bela etti? “Namaz, dinin direğidir”i uyduranlar, bela ettiler. 5 vakit namaz yetmedi, yanına 50 vakit daha uyduranlar bela ettiler. Kıl namazı, ye her haltı hadislerini uyduranlar bela ettiler. Kıldığı namazı satıp o namazın sırtından geçinen sahtekârlar bela ettiler. Namaz, kendisini kötülükten alıkoymak şöyle dursun, kötülüğe kamuflaj olarak namazı kullananlar, bela ettiler. Namazı kıldığı için namazı satarak, insanları aldatanlar, din pazarlayanlar bela ettiler. Yolsuzluğu, arsızlığı, hırsızlığı, çirkefliği, ahlaksızlığı namazla örtmek… Budur…

 

ÖLÜMSÜZ ELEŞTİRİLER.

SOKRAT: “Utanmıyor musunuz? Sadece daha fazla para, şan ve şöhret peşinde koşup; anlayış gücüyle, hakikatle ve ruhun kusursuzlaştırılmasıyla hiç ilgilenmemekten utanmıyor musunuz? Bunlara hiç kafa yormamaktan utanmıyor musunuz?” Savunmasında söylediği. Yani size, değerli dostlar bir dizi eleştiri getirdim huzurunuza! Tarihin büyük insanlarının yaptığı eleştiriler. Kur’an’ın yaptığı eleştiriyi gördük. Allah Rasulü’nün çok eleştirileri var, biliyorsunuz… Dolayısıyla, Allah Rasulü’nün duaları bile eleştiri. Dolayısıyla ben, bir demet eleştiri getirdim huzurunuza, onları da hayırla rahmetle analım diye.

DEMOSTHENES: -2367 yıl önce söylenmiş- “Hiçbir şey kendini kandırmaktan daha kolay değildir: Çünkü neye gönül vermişsek tam da ona inanırız.”

KİNDİ: -akıl düşmanı çağdaşı hadisçileri ele veriyor.- “Bunlar, haksız yere işgal ettikleri konumları korumak için, çok uzağında bulundukları insani faziletlere sahip olanları aşağılarlar. Amaçları iktidar ve din tacirliğidir. Oysa kendileri, dinden yoksundur. Çünkü bir şeyin ticaretini yapan, onu satar; sattığı şey ise kendinin değildir. Kim din tüccarlığı yaparsa o dinsizdir.” Kindi, ilk İslam filozofu olarak kabul edilir. Beytü’l-Hikme’nin, asil çocuğu. “Gerçeğin peşine düşeni küfürle itham edenin dini yoktur.” Resailinden aldık. Kindi, küfürle itham edildi arkadaşlar. Kâfir olarak kodlandı, hadisçiler tarafından. Suçu neydi biliyor musunuz? “Denizlerin yükselmesi ve alçalması med-cezir hareketi, aydan dolayıdır” dediği için. Kindi, bundan dolayı tekfire uğradı. Şimdi bugün, tekfir edenin öldürülme garantisi burada pek yok, bazen var. Ama Kindi’nin yaşadığı dönemde, tekfir edilenin öldürülme garantisi vardı. Çünkü onu öldürmek de sevaptı. Onu öldürmek, bitmiyordu; malına çökmek çünkü malı ganimettir. Tekfir edildi mi mürteddir; mürtedin malı ganimettir, ırzı da helaldir. Tövbe tövbe. Dolayısıyla, bugün yok sanmayın, bugün yok sanmayın, Suriye’de yaşananlar neyin nesiydi? Hala dünyanın birçok tarafında yaşanıyor. Neyin nesi? Dolayısıyla Kindi, bununla, tekfir edildi. Ve bu tekfir edilmeden dolayı dışarı çıkamaz oldu. Yani medeni mevtaya dönüştü. Evinde ev hapsi olarak öldü. Mahpus olarak. Ve bir gece yarısı, naaşını gömdüler. Çünkü tekfir edildiği zaman Müslüman mezarlığına gömdürmüyorlar. Cenazesini kıldırmıyorlar bir gece yarısı… Müslümanların, en büyük kafalarından biri en büyük filozoflarından birine bu yapıldı. Şimdi bunları bilen biri olarak, bana yapılanları aslında hiç garip karşılamıyorum, “Dedeleri de böyleydi” diyorum. Dedeleri de böyleydi…

BİRUNİ: “Başkalarını fakirleştirmeden, saltanatı ele geçirmeden, devlete el koymadan, iktidarlarda görev almadan kimse aşırı zenginleşemez.” Birunî, biliyorsunuz muhteşem bir alimimiz. El- Birunî. Kim bu biliyor musunuz? Orta Asya’nın gülüdür. Ürgenç’lidir, evet Harezm. Bugün Özbekistan sınırlarında kalıyor değil mi? Özbekistan sınırlarında kalıyor Ürgenç. Orası Zemahşeri’nin de memleketi. Zemahşer, onun hemen biraz yakınında. Ve Birunî, bu ümmetin cins kafası muhteşem. Efendim “Tahkîku Mâ li’l-Hind”, Hind’e dair ansiklopedisi… Onun dışında bir de bilimler ansiklopedisi var. Muhteşem ötesi muhteşem… O dönemde dünyanın aya uzaklığını, dünyanın güneşe uzaklığını, bugünkü değerlere çok yakın, neredeyse sıfır hataya yakın hesaplayan adamdır Birunî! Enlem ve boylamları neredeyse sıfıra yakın hatayla hesaplayan bunları ölçen adamdır Birunî. Birunî, anlatmakla bitiremem ben size anlatabiliyor muyum? Alın bunu söylüyorum..

MACHİAVELLİ: “Beni kilise dinsiz yaptı” diyor. Yani ben şimdi bir laf edeceğim de diyanetteki arkadaşlar bana kızacaklar ama kızmasınlar diyanetteki ehli insaf arkadaşlar da kabul eder diyanetin ateist yaptığı kaç tane adam var acaba bu memlekette? Yani sorarım. Evet veya deist…

ZİYA PAŞA: -150 yıl önce- “Ahaliyi vergiler altında ezmek, devlet hazinesinden paralar çalmak, yapılan nizamları icra etmemek, yalan söylemek, utanmamak gibi bizim mevcut idaremizde görülen fiil ve hareketleri Batılılar bütünüyle dinimizin gereklerinden zannettiler.” Allah, Allah yani adamlar diyorlar ki Batılılar: “Herhalde bunların dini emrediyor böyleler.” İlginç değil mi? 150 yıl evvel yapılmış bir tespit, Ziya Paşamızın yaptığı. “Yaptırılan saraylara ve gemilere, şuna buna verilen ihsanlara ve bir de hazinenin mevcut haline ve yapılan borçlanmalara bakıp Zatı Devletinizi devletin vaziyetinden habersiz ve vekillere mağlup inancındalar, Batılılar” diyor. “Rüya” isimli harika bir eseri var. Elinize geçerse okuyun. Küçük bir kitap…

TEVFİK FİKRET: “Bütün ufuk baştanbaşa, okulun hakikate varamayacak umutlarıyla, memleketin her umudu gırtlağından tutup boğan idaresinin arasında sıkışmış bir karanlık köşeden ibaretti.” diyor. Nasıl bir sıkışmışlık olduğunu ben iyi tahmin ediyorum.

AKİF’İMİZ: “Şark’ı görmez, Garb’ı bilmez edepten yok payesi

                   Bir utanmaz yüz yaşarmaz göz bütün sermayesi.” diyor.

Abduh: “İslam mensuplarının uydurduğu İslam, mensupların uydurduğu hurafeler ve müfritlerin bulaştırdıkları yalanlar kadar büyük bir musibete maruz kalmamıştır. Bunlar, Müslümanların akıllarını fesada uğrattığı yabancıların da İslam hakkında kötü düşünmelerine yol açmıştır.” Biraz önce Ziya Paşa -ki çağdaş olurlar-, aynı şeyi söylemişti.

REŞAT NURİ GÜNTEKİN: -Çalıkuşu’nun yazarı-. “Siz beni insanlıktan, gönül temizliğinden, samimiyetten ve sevdadan iğrendirdiniz.” diyor. Ne diyeyim. Onu çok iyi anlıyorum. Anladığımı düşünüyorum.

ALİ ŞERİATİ:Bir mistik zahit de materyalist gibi “egoistçe” yaşar.” Bir mistik… “Materyalist teknolojiyi araç olarak kullanır, mistik ise dini araç olarak kullanır. Maddeciler bilimle zevklenir, sufiler Allah’ı alet ederek Allah’la zevklenir. Her ikisi de cennetin aşığıdır: ilki bu dünyadaki, diğeri öte dünyadaki cennetin.” diyor.

AHMET HAMDİ TANPINAR:Cahilsin; okur, öğrenirsin. Gerisin; ilerlersin. Adam yok; yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok; kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.” Mahur Beste’den. Evet, “Türkiye bana benziyor” Yine Tanpınar’dan. “Türkiye bana benziyor her şeyin her dakikada yeniden başlaması. Hazin talih… Şarkın asıl yüzünü görüyoruz. Nizamsızlık, sefalet, konformizm, korkaklık, ferdiyet ve şahsiyet yokluğu, kendini feda edememek.” 60’da yazmış bunları. Onun bir cümlesi var -bende çok etki yapmıştı-: “Bu memleket, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmaya izin vermiyor.” Hala hiçbir şey değişmedi.

AHMET HAŞİM: Eylül 1917, Anadolu’nun hal-i pür melalini anlatıyor mektubunda: “Görülen harabelerin bina edicisi ne cins bir mahlûkattır, bilmem? Bunu köy ve kasaba dediğimiz renksiz harabe yığınlarına bakıp anlamak mümkün değil. Anadolu köylüsünü sınıflandırırken karıncalara benzetmek mümkündür.” diye de bir cümle kurmuş.

 ECE AYHAN:Bu topraklarda beş-on insandan başka toplumsal birikim olmamış. Ben bunları derin bir düş kırıklığına uğrayarak yazıyorum. İstiyorum ki, gençler bir şeyler var sanıp da kül yutmasınlar.” 1982. Yutmadılar üstadım yutmadılar… Şimdi daha kötü durum…

ALİYA: Rahmetli Aliya”mız. “Ben olsam, Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere “eleştirel düşünme” dersleri koyardım. Batı’nın aksine Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafının kaynağı da budur.” (Özgürlüğe kaçışımdan.) 1997’de İKÖ (İslam Konferansı Örgütü) toplantısı konuşmasından bir paragraf getirdim Aliya’dan. Aliya konuşuyor, lütfen can kulağıyla dinleyin: “Açık konuştuğum için beni bağışlayın.” Açık konuşanı bağışlamaz bu millet üstat. Seni bu memlekette tanımadıkları için, troller paylaşıyorlar; tanısalardı eğer küfür yağmuruna tutarlardı.” “Açık konuştuğum için beni bağışlayın.” Güzel yalanların bize bir faydası olmaz; ama acı gerçekler ilaç olabilir. Batı çürümüş değil; güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. İnsan hakları düzeyi yüksek ve sosyal yardım konusunda daha örgütlü. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Bunlar, Batılılardan edindiğim bizatihi tecrübelerim. Batılıların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum. Hakikat, İslam en iyisi! Ama biz en iyisi değiliz.” “İslam en iyisi! Ama biz en iyisi değiliz” “Batı’dan nefret etmek yerine onlarla rekabet etmeliyiz. Kur’an bize bunu emretmiyor mu: -festebiku’l-hayrat– ‘Hayırlarda yarışınız!’” Eyvallah. Neden düşman ilan etmek rakip ilan etmekten daha kolay? Düşman ilan ettiğinizde sadece düşman oluyorsunuz ama ondan sonra onu taklit ediyorsunuz… Onun tüketicisi oluyorsunuz, onun müşterisi oluyorsunuz, onun gözünün içine bakıyorsunuz; o icat etse de ben kullansam, o aşıyı icat etse ben kullansam, o telefonu icat etse ben kullansam, o computerı icat etse ben kullansam, o makineyi icat etse ben kullansam. Yani öyle he böyle he böyle o icat etse sen kullansan, o Ar-Gesini yapsa sen kullansan, o akıl çürütse sen kullansan. Ama sen hep kullansan! Şundan kurtuluyorsun: gelin yarış yapalım, icat yarışı yapalım; o da icat etsin ben de. O da keşfetsin ben de. O da Ar-Ge yapsın ben de. O da düşünce üretsin ben de. Yok, oraya gelince yok.

Nureddin Topçu: Orhan Okay’a mektup: “İnsanın düşkünlüğünü ve sefaletini bilirdim, ama ruh sefaletinin bu kadar karanlığını görmemiştim. İnsan diye emek verdiklerimin hemen hepsi de menfaat kölesi birer haşerelermiş.” Çok ağır ve acı konuşuyor üstat. “Ahlaksızlığın ummanı olan bu Şark’ı yaşadıkça tanıyorum. Burada insanı fenerle arayanlar yanılmamışlar.” -Kim bu? Sinoplu Diyojen.(Diogenes) Gündüz eline fener alırmış, Atina sokaklarında dolaşırmış. “Üstat hayrola güneş var ama fener yakmışsın? “İnsan arıyorum” dermiş. “Adam arıyorum…”- “Müslümanız” diyen insan yığınları yok mu? Onlar Şark’ın en aşağı tabakasını temsil ediyor. Yaşanan şekliyle Müslümanlık… -ben buna uydurulmuş din diyorum o yaşanan şekliyle Müslümanlık diyor farkımız sadece bu- YAŞANAN ŞEKLİYLE MÜSLÜMANLIK ŞARK’I BİTİRMİŞTİR. DOĞUYU BİTİRMİŞTİR. BURAYA ARTIK NE İLİM GİRER, NE AHLAK.” -Nurettin Topçu konuşuyor.- “Ne ilim girer, ne ahlak Ne de Allah uzanır bunlara. Bunların her şeyi bırakıp İslamlık devrinden önce insanlık devrine girmeleri lazım.” diyor. Ağır mı? Ağır. Haksız mı?  Değil.

 

EKLER

UMUT:

“İki yarım, bir tam etmez” diyen kimdi? Şu fotoğrafa bakar mısınız? Çift kişilik bisikleti kolu olmayan Charles Tripp ve bacakları olmayan akrobat Eli Bowen bulmuştur. Buyurun, arkadakinin kolu yok, öndekinin de bacakları yok. O, ona kol olmuş; o, ona bacak olmuş. İki yarım, bazen bir tam edermiş arkadaşlar ya. Eyvallah. Umut bu. Umut bu. Umudu kaybetmemek, işte kafayı böyle çalıştırırsan böyle buluyorsun.

 

TAVSİYE GÖRSEL

Tavsiye görselim bu: (AYLA)

Bir yetim filmi olduğu için seçtim ama aynı zamanda bu ülkede yapılmış bir yapım. Ben izledim tavsiye ederim. “Ayla” Kore Savaşı’nda yaşanmış bir Koreli yetim kızın, evlat edinilmesiyle alakalı.

Hayvanlardan öğrenmek:

Kendini boşuna yoranlara ibretlik görüntü… Kendini boşuna yoranlara sırtında binici olduğunu düşünüyor matador olduğunu düşünüyor ve sırtına bir kemik bağlamışlar zavallı hayvan kendini boşuna yoruyor. Bazen insan kendisine de bu muameleyi yapıyor biliyor musunuz? Sizi yormak isteyenler, bazen sırtınıza kemik bağlıyorlar, siz onları atacağım diye kendinizi yorup öldürüyorsunuz. Dolayısıyla ben ibretlik diye buraya getirdim. Evet…

 

ANADOLU İRFANI

“En büyük lüksüm bu”: diyor arkadaş. “Bazen hastanede” diyor “canımızı sıktıkları zaman” diyor “doktoru, hastayı dövüyoruz” diyor “bundan daha iyilik (!) ne olsun ki.” diyor. “Anadolu irfanı” olarak bunu getirdim bugün bunu kabul buyurun benden anlatabiliyor muyum? Tarihe geçmesi gereken bir sahne bu! Ve bu arkadaş birçoklarına tercüman olmuş.

Fiili Tevbe: Bu gerçekten de ilginç: eski Nazi mağdurlarına servet bağışladı. Milyarder aile, Nazi geçmişini ‘iğrenç’ buldu: 10 milyon avro bağış yapacak diye bir şey.

Uydurulmuş Din: Evet, bu da bizden bir sahne! Okuyayım, tercüme edeyim size: “Kadınları köleleştirmek, cariyeleştirmek yani tecavüz bunun açık adı bu İslam’da helaldir. Kim bunun aksini söylerse o kâfirdir.” Evet, Suudi Arabistan’dan bir şeyh efendi hazretleri (!) bunu söylüyor. Ben bunun aksini söylediğim için huzurlarınızda bu zatın, kâfiri bulunuyorum. Allah’ın Mü’min’i olalım bu zatın da kâfiri olalım. Onun kâfiri olmadan Allah’ın Mü’min’i olunmuyor zaten. Görüyorsunuz değil mi? Yalnız bunu söylediği ülkede bu aynı zamanda bir fıkıh olarak uygulandı. Anlatabiliyor muyum? Uzun yıllar boyunca ve boynu kesildi, kafası kesildi; şu anda değil ama geçmişte uygulandı.

Evet, bunun yattığı kabri soymazlar mı arkadaşlar? Tanrısını yanında götüren din adamı: Soyan soyulmaya mahkûmdur. Zaten kendisi yaşarken soymuş. Bu bir din adamı. Nasıl bir din, nasıl bir adam?

Bu da hoş bir sahneydi huzurlarınıza getirdim. Şu tabi üzücü aynı zamanda… -Bakınız bir arkadaşımız yazmış altına genç, umarım genç olsun da affı kolay olsun.- Şimdi Afrika’da yetim kalan çocukları benimsemiş, yetimleri almış bu hanım kızımız. Bakınız, Afrika’dayken onlara su vermesi, bakması… Bunlara bakıyor bu hanım kızımız Afrika’daki yetimlere. Altına bizden biri de şunu yazmış: “boşuna yapmış, dövmeleri var, cehenneme gidecek, kâfir.” Bu!.. Cennetin anahtarı cebinde bu arkadaşımızın biliyor musunuz? Allah bunu, cennet eksperi olarak seçti. Onun için cennete gidecekleri bu belirliyor, cehenneme gidecekleri de. Aman Allah’ım! Allaha sığınılacak özgüven.

 

BENİM KAHRAMANLARIM.

Bunu izleyin arkadaşlar ya çok hoşuma gitti.

Aaa bir organize yapsak da şu Sultanbeyli Ercan Burger’e gitsek bir burger yesek orada.

Küçük bir şey ama küçük bir şey ama güzel bir şey… Evet. Zaten her büyük şey, küçük şeylerden oluşuyor. Her büyük güzellikler, küçük güzelliklerden… Bir de güzelliklere o kadar aç kalmışız ki en küçüğü bile gözümüzde büyüyor. Aslında görevidir ya yapması gereken dediğimiz şeyi yapanları, alkışlıyoruz. Bu da bizim fukaralığımız. Evet, hep beraber âmin diyeceğiz bu duaya.

DUA…

“Ey kadir olan Allah’ım! Âlimlerimize sorumluluk halkımıza ilim, dindarlarımıza din, Mü’minlerimize aydınlık, aydınlarımıza iman, tutucularımıza kavrayış, kavrayışlarımıza tutuculuk; kadınlarımıza bilinç, erkeklerimize şeref; yaşlılarımıza bilgi, gençlerimize asalet; öğretmenlerimize inanç, öğrencilerimize inanç -yani aslında burada güven-; uyuyanlarımıza uyanıklık, uyanıklarımıza irade; muhafazakârlarımıza hareket, suskunlarımıza feryat; yazarlarımıza güvenilirlik, sanatçılarımıza dert, şairlerimize şuur, araştırmacılarımıza hedef, tebliğcilerimize gerçek; kıskançlarımıza şifa, bencillerimize insaf, sevenlerimize edep; mezheplerimize vahdet, halkımıza kendini bilme, tüm milletimize samimiyet, gayret ve özgüven, kurtuluşa yaraşırlık ve izzet bağışla ya Rabbi.” Âmiin.

Konuşan: Ali Şeriati’ydi. Merhum, Allah rahmet etsin. İranlılar, Ali Şeriati’yi yaşarken öldürdüler en sonunda bir daha öldürdüler. Ali Şeriati’nin katili de kendi mezhebinden olan adamlar oldu. İran’da, hakikatin bülbülüydü. “Hüseyn-i İrşatta” insanları eğitiyordu, kendisi bir öğretmendi. Gerçek bir düşünürdü. Sorbonne’da eğitim gördü Fransa’da. Doktorasını orada yaptı. Gittiği, bulunduğu her yerde yoksullara, yetimlere, düşmüşlere el-kol oldu. Hep zayıfların yanında oldu. İran’a geldi; İran’da ezilen zulme uğrayan Şah’ın zulmüne uğrayan insanların yanında oldu. Ama hep sesi kısıldı. Ağzına pranga vuruldu, konuştuğu için hapislere atıldı tabutluklara atıldı, işkencelerden geçti. Evet, Ali Şeriati işkencelerden geçti, hapisler yattı, çöle çekildi bir ara -Kevir’e- kimseyle konuşmadı kimseyle görüşmedi. Ve en sonunda Ali Şeriati ülkesini terk etmek zorunda kaldı, bırakıldı. Zira Ali Şeriati’ye Şiiler “Sünnilerin ajanı” diyordu -bana da Şii ajanı diyorlar-. Ali Şeriati’nin, İran’daki Şii mutaassıpların dilindeki adı buydu. Şii fanatikler, Şii mollalar, Şii dinciler, din bezirgânları onu “Sünni ajan” ilan etmişlerdi. Memleketinde yaşatmadılar. Londra’ya gitti; Londra’da bir otel odasında ölü bulundu. Allah rahmet etsin. Hepimize rahmet etsin…

Bir sonraki derste buluşmak dileğiyle, hepinizi Allah’ın koruyuculuğuna emanet ediyorum…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum Yaz