Siretü’l Kur’an 40. Ders | Kafirun Suresi 14 Asırlık Bir Özgürlük Dersi

 

SİRETÜ’L KUR’AN 40. DERS

Kâfirun Suresi 14 Asırlık Bir Özgürlük Dersi | 06.03.2022

Bugün dersimiz: Kâfirun Suresi; 14 asırlık bir özgürlük dersi.

İsterseniz, hep beraber 1400 küsur yılı şöyle bir empati yapalım. Şöyle bir zihinsel gezi yapalım, gidelim. 1400 yıl öncesinin Mekke’si. Muhtemelen bu sure vahyin ilk yılında hatta ilk aylarında inmiş olmalı. Kâfirun Suresi, ilk surelerden çünkü. Onlu sıralarda bulunuyor, daha ilk sureler iniyor. Allah Rasulü’nün mesajı çok taze. Mekke ortam olarak, zulmün payidar olduğu dokuz ailenin, çetenin memleketi sömürdüğü bir şehir devleti. “Tis’ate rahtın” diye geçiyor ya Kur’an’da 9 aile 9’lu çete. Dolayısıyla bunların başında Mahzumoğulları geliyor, Ümeyyeoğulları geliyor ve diğer aileler geliyor. Bölgedeki tüm ticaret bunların elinde, tüm gelir kapıları bunların elinde, hepsini onlar tutmuşlar. Dolayısıyla, Kabe de onların elinde, Kabe de gelir kapısı Kabe de bir ticari meta. Hac; ellerinde bir ticari meta, haccı pazarlıyorlar Kabe’yi pazarlıyorlar, hacıları suvarıyorlar yani su veriyorlar suluyorlar, doyuruyorlar, kurban kesiyorlar… Görünürde bunları yapıyorlar fakat aslında arka planda bunlar üzerinden, dini bir tahakküm de kurmuşlar. Mekke’de dini tahakkümün başında, Velid bin Muğire diye bir adam var. Çok ilginç!.. Mekke’nin kadısı, vaizi ve baş din adamı. Dolayısıyla, bütün sistem, bu 9 aileye işliyor. Öbür tarafta; ezilenler var, altta kalanlar var, masumlar var. Tabi ki yetimler var… Savaşın olduğu yerde yetim olmaz mı dul olmaz mı; “Dul” da teknik olarak yetim kavramının içinde kabul edilir. Kur’an’da yetim ayetleri dullar için de geçerlidir. O günün şartlarında şöyle düşünürseniz; -ki bugün de çok farklı değil.- dezavantajlı sınıflar, altta kalan sınıflar, ezilmiş sınıflar, horlanmış sınıflar… gerekten de çok çok sıkıntılı… Açlar var, yoksullar var, kölelik var; savaş var çünkü. Savaş varsa eğer esir var, esir varsa eğer kölelik var. Dolayısıyla, cariyelik var yani seks köleliği var affedersiniz. Dolayısıyla, böyle bir Mekke’den bahsediyoruz. Böyle bir Mekke’de, bir vicdan çıkıyor, bir insan çıkıyor ve sesini koyuveriyor; Mazlumları savunuyor, yetimleri savunuyor, açları savunuyor. Diyor ki: “Dini yalanlayanı gördün mü? O, yetimi itip kakıyor; o, düşmüşü kaldırmıyor; o, açı doyurmuyor. Yazıklar olsun böylesi namaz kılana böylesi salat edene böylesi ibadet edene. O, ibadetin amacından mahrum. O, gösteri yapıyor; gösteriş yapıyor. Üstelik yardıma da engel oluyor.” Böyle bir sure Maun Suresi, bir önceki sure. Bir önceki sure ki bir sonraki sureyi anlamak için bir önceki sureyi unutmamak lazım. Yani bunu bir bildiri olarak da anlayabilirsiniz.

Kur’an’da geçen bir ibare bu. “Beyyinat” Kur’an’da, Kur’an ayetleri için geçen ifadelerden biri “beyyinat”tır “bildiri”. “Hûde-llinnasi ve beyyinâtun mine-lhûdâ vel furkan.” Dolayısıyla bir bildiri, ilahi bir bildiri yayınlanıyor. Bir haftalık düşünün periyodu. Bir hafta önce “Maun Suresi bildirisi” yayınlanmış ve bunu yayınlayan bir yetim. Ailesi eskiden yönetimde olan ama daha sonradan fakirleşmiş, yoksullaşmış ve geri plana itilmiş; ezilenleri destekleyen… Mekke’de iki tane koalisyon var, iki ayrı akım var. İşte biri “Mutayyibin” adını almış biri “Halif” adını almış. Eski koalisyon, mazlumları, nispeten koruyan bir koalisyondu. Çünkü o koalisyon aynı zamanda insani bir sözleşmenin altına da imza atmıştı, “Hilfü’l-Fudûl” yani “Erdemliler Anlaşması”, “Erdemliler Dayanışması”, “Erdemliler Koalisyonu”, “Erdemliler Sözleşmesi”. Erdemliler bir araya gelmişler: “Bu şehirde, eğer hakkı yenen biri olursa onun hakkını alacağız. Borcunu ödemediği için köleleştirilen biri olursa onun borcunu ödeyeceğiz. Eğer malını satmış malının parasını alamamış veyahut da tefecilerin eline düşmüş biri olursa onu kurtaracağız.” diye bir sözleşme yapılmış. Buna da “Hilfü’l-Fudûl” denilmiş. “Fudûl” kelimesi, farklı farklı anlamlara gelebilir. Yani faziletliler anlamına, erdemliler anlamına, geldiği gibi “artıklar” anlamına da gelebilir. Hatta hatta yani devre dışı kalanlar veya fazlalıklar anlamına da gelebilir. Bu anlamda farklı farklı yoruma konu olmuş o dönemin dünya siyaseti…

O dönemin dünya siyasetinde iki tane güç var: biri Bizans bir Sasani. Bizans, düşen güç; Sasani, yükselen güç. Bizans: ehli kitap, teknik olarak kitaplı, vahiyli bir dine inanıyor. Ama Sasaniler: Pagan, farklı bir inançları var. Özellikle, Sasaniler döneminde Zerdüştizmin evrildiği şey bambaşka bir şey. Zerdüşt: kendisi muvahhit bir adam ama daha sonra inancı başka şeylere evriliyor. Özellikle, Sasaniler döneminde, devlet dinine evriliyor ve ateşperestlik şeklinde zuhur ediyor ve tabi ki “Maglar” diye bir din adamları sınıfı çıkıyor; onların elinde insanlar eziliyor, onlar tahakküm ediyorlar, ruhban sınıfı olarak toplumu köleleştiriyorlar; onların zulmü başlıyor bu sefer. Yani Zerdüşt-iliğin bozulmuş biçimi, çok kötü bozulmuş biçimi o sırada İran’da yani Sasanilerin ideolojisi haline geliyor. İşte böyle bir dünya. İki kutuplu bir dünya. İki süper güç var; biri Bizans biri Sasaniler. Bizans: Hristiyan, Sasaniler: Mecusi.

Mecusi Sasaniler, Bizans’a üstünlük kurmuşlar hatta Mecusi ordusu İstanbul’a kadar girmiş. Hatta Roma imparatorunu ateşin önünde yere kapatmış. Bu kadar. Roma artık daha doğrusu Doğu Roma yani Bizans, artık başkentini değiştirmeyi düşünüyor. Hatta imparatoru başkentten almışlar… imparator, başkentten çıkmış, saklanmış, kendisine yeni başkentler arıyor. Böyle bir durum.

Mekke’ye de bunun bir sirayeti var bu uluslararası güç yarışının. Uluslararası güç savaşının Mekke’de yansıması var. Mekke’deki yansıması da 9 çete İran’ı destekleyen 9 çete veya İran’ın desteklediği Sasani İran’ının desteklediği 9 çete Mekke’de terör estiriyor. Zayıfları eziyor, gücü yettiğinden parasını alıyor, malını alıyor, başka şeylerini alıyor; kendisine en ufak hak talep edene savaş açıyor, savaşlarda acımasızca insanları köleleştiriyor, mallarını müsadere ediyor, çöküyor mallarına ve ırzlarına çöküyor böyle korkunç bir ortam… Ve bölgeyi haraca kesiyor. Taif’te bağlar kiralıyor, o bağlarda üzümlerden şarap imal ediyor, o üzümleri satıyor; gidiyor kuzeyden kereste getiriyor, kuzeyden zeytinyağı getiriyor -o zaman kandil olarak, aydınlanma olarak kullanılıyor-; güneyden kumaş getiriyor; Yemen’den, dahası baharat getiriyor -Hint baharat yolunu takip ederek-, Hindistan’dan baharat getiriyor, farklı farklı dokumalar getiriyor. Böyle bir ticaret ama ticaret belli ellerde yürüyor. Kabe bunun sosu, Hac bunun sosu. Tüm ibadetler bu ticareti köpürtmek için kullanılıyor.

Korkunç bir ezme, zulmetme, sömürme üzerine kurulmuş Mekke’de ve bir yetim çıkıyor: “Durun!..” diyor. “Durun! Ne yapıyorsunuz siz? Bu Kabe İbrahim’in Kabe’si İbrahim’in değerlerine ihanet ediyorsunuz ve atamız İbrahim diyorsunuz. İbrahim’i de pazarlıyorsunuz. Atamız diyorsunuz ama İbrahim’in değerlerine ihanet ediyorsunuz. Kabe’nin Rabbi var. Kabe’nin Rabbine ihanet ediyorsunuz. Bakınız, “îlâf”ı, Kurayş Suresi gelecek, göreceğiz orada “îlâf” yani yazın Şam’a kışın Yemen’e… Yılda iki sefer… Her seferde en az iki bin develik bir kervan. İki bin tane kamyon düşünün… Böyle bir kervan… Bu kervanın tüm ekmeğini, belli başlı aileler yiyor ama zulmediyorlar. Altta kalanın canı çıkıyor. Dolayısıyla, işte böyle bir ortamda, bir yiğit çıkıyor ve “Durun!” diyor. Bir “Parhestes” -Riskli doğruları en zor zamanda tüm riski alarak tüm emeği vererek ve tüm bedeli ödeyerek, söylemeyi göze alan-, bir cesur insan “Durun” diyor. Peki ne oluyor? Maun Suresi’nin Mekke’deki izdüşümünü, Mekke’deki açtığı o rüzgârı bir tahmin edin, zihninizde bir tasavvur edin. Yani dramatize edin, canlandırın şöyle nasıl bir şey olmuştur; Mekke’de 10 bin nüfuslu yaklaşık bir kasaba, bir şehir ama o günün bölgedeki en iri şehirlerinden biri, Arabistan Hicaz Yarımadasındaki… ve ticaret çok güçlü bir biçimde yapılıyor… Tüm kervanlar oradan geçiyor… bir biçimde bölge çok canlı; gelenler, gidenler… kültür açısından canlı dinler, inanç sistemleri açısından canlı, tüm dinler temsil ediliyor Kabe’de… “Sen de putunu getir, seninkini de koyalım.” anlayışı var… Yani “Putu olan getirsin, biz buraya koyarız.”… Hatta içeri, kucağında İsa olan bir Meryem ikonası çizmişler Kabe’nin duvarına… İsmail’le beraber İbrahim’in resmini çizmişler Kabe’nin duvarına… Yani getirin efendim, “Putunu da al da gel.” Slogan da bu. Niye? Bir ticari damar daha açılsın. Bizim derdimiz ticaret. Dolayısıyla para kazanalım kimsenin inancıyla alıp vereceğimiz yok iyi, güzel… Ahlak… Adalet… Eşitlik… Özgürlük… Haram… Helal… bunlar… bunlar nerede? Zulüm… Şirk… Tabi bunlarla kimsenin ilgilendiği yok. Altta kalanın canı çıksın. İşte öyle bir durumda Maun Suresi geliyor. Bir bildiri olarak. Ve okunuyor. O bildiri toplumda bir çalkalanma yapmıştır mutlaka. Yaptığını buradan anlıyoruz, bu sureden anlıyoruz.

Mekke’de Maun Suresi’nin nasıl bir çalkantı yaptığını, zihinlerde nasıl bir devrime yol açtığını özellikle; mazlumların, mağdurların, altta kalanların, yetimlerin, açların, yoksulların içinde nasıl bir umut tohumu ektiğini bu sureden anlıyoruz. Çünkü rahatsız olmuş bazıları. Odaklar rahatsız olmuş, zulmedenler rahatsız olmuş, sömürenler rahatsız olmuş, tüm geliri paylaşanlar rahatsız olmuş, adaletsiz sistemin ekmeğini yiyenler rahatsız olmuş. Ve işte orada bu sureyle karşılaşıyoruz. Kâfirun Suresi. Dedim ya “yetimsiniz”… aslında bir avuç da inananız var. Etrafınızda bir avuç arkadaşınız var sahabeniz. Bu kadarsınız. Hepiniz bu kadar. Yani herhangi bir işte Sasanilerden bir gücünüz yok, dışarıdan bir destekçiniz yok, arkanız yok, sırtınızı dayayacağınız güçlü güçlü insanlar yok. Peki ne var? Rabbiniz var başka kimseniz yok. Ve bir de elinizdeki hakikat var. Mazlumların sevgisi var, ezilenlerin sevgisi var, altta kalanların sevgisi var. İşte o durumda gelen sure bu.

Cesarete bakar mısınız?.. Böyle bir ortamda can emniyetinizi düşünmeden şöyle bir mesajı nasıl verirsiniz? “Kul” “de ki” “yâ eyyuhâ-lkâfirûn” “Ey hakikati örtenler,” “Ey gerçeğin üstünü örtenler” “Ey gerçeği perdeleyenler” “gerçeği karartanlar” “hakikatin üstüne küfür perdesi serenler” “Lâ a’budu mâ ta’budûn.” bu “lâ” geleceğin vurgusu aynı zamanda, geleceği içeren bir ifade yani “Lâ a’budu mâ ta’budûn” “Tapmam, tapmayacağım” onu da içerir, gelecek. “Tapmam ve tapmadım, tapmayacağım sizin taptıklarınıza” “Kul olmayacağım, sizin kul olduklarınıza, kul olmam. “Ve lâ entum âbidûne mâ a’bud.” “Zaten siz de kul olmadınız ve olmayacaksınız, benim kul olduğuma.” Burada “ ‘abedtum” var gördüğünüz gibi orada maziye geçmiş zamana peste geçmiş. Dolayısıyla, aynı gibi görünüyor burada kalıplar ama aslında tekrar gibi görünüyor bakınız “Lâ a’budu mâ ta’budûn” “Ve lâ entum âbidûne mâ a’bud.” “Velâ enâ ‘âbidun mâ ‘abedtum. “Velâ entum ‘âbidûne mâ a’bud” sanki ikisi aynı gibi görünüyor. Hayır şu ayetle 4.ayetle birlikte 5.yi okuduğumuzda 3. ayetle kelimeleri harflerine varana kadar harekelerine varana kadar aynı olmasına rağmen zaman vurgusunun aynı olmadığını görüyoruz. Yani “tapmayacağım” bunu böyle bilin… “Velâ enâ ‘âbidun mâ ‘abedtum” “Ben geçmişte de aslında sizinle aynı şekilde tapmadım” -sizin kulluk ettiğinize kulluk etmedim. Siz paraya taptınız ben tapmadım. Siz menfaate taptınız, ben tapmadım. Siz kendi egolarınıza taptınız, ben tapmadım. Siz aslında Allah’ı putlaştırdınız ve puta taptınız, ben tapmadım. Benim Allah’ım put yapılan bir Allah değildi. Dolayısıyla melekleri put yaptınız taptınız ben tapmadım. Görünmez varlıklardan putlar yonttunuz ben yontmadım.”- Dolayısıyla “Velâ enâ ‘âbidun mâ ‘abedtum Velâ entum ‘âbidûne mâ a’bud” “Siz de geçmişte aslında benim taptığıma, inandığıma inanmış değildiniz.” “Lekum dînukum ve liye dîn.” “Sizin dininiz, size; benim dinim, bana.”

Evet… Mekke’de yankılanan bir ses. Bir yiğit ses. Bunu yapana ne demişlerdir sizce?.. “Don Kişot” diyenler, olmuş mudur? Olmuştur canım. “Canım her doğru da her yerde söylenmez.” diyenler, olmuş mudur? Kesin olmuştur. Hatta Allah Rasulü’nü iyi bilen, ona “El-emin” diyen, “Bu, bu memleketin, medarı iftiharı” diyen, “Yav bu gerçekten de süt gibi bir insan” diyenler arasından “Ama bu kadar da olmaz ki canım. Şimdi kışkırtmanın zamanı mı? Şimdi bunları söylemenin zamanı mı? Milletin yüzüne de “Kâfirun” denmez ki.” diyen olmuş mudur sizce? Kesin kesin olmuştur. İnan olmuştur. Hatta ona inananlardan da olmuştur. Emin olun bunda. Evet. “Canım dümdük adamın yüzüne de ‘Kâfirun!’ denmez ki. ‘Ey hakikatin örtücüleri!’ denmez ki. ‘Ey kafirler!’ denmez ki. Biraz da üsluba bakmak lazım canım üslup önemli değil mi? Üslup önemli.” diyen olmuş mudur? Olmuştur, olmuştur. Hiç tereddüt etmeyin. İnsanlık böyledir. İnsan değişmedi aslında. Meziyetleriyle de zaaflarıyla da… Eksileriyle de artılarıyla da değişmedi. Evet. Dönelim konuya…

KAFİRUN

İlk “Kul” emri… “Kul” “de ki”… De ki. Çok ilginç. Çok…  Bazılarınızın çok merak ettiği bir şey söyleyeceğim bu vesileyle. “Kul” diyor, “De ki!” “Kul yâ eyyuhâ-lkâfirûn” “Ey hakikati örtenler” “ey kafirler” diyor. Aslında bu peygamberin sözü mü, Allah’ın sözü mü? İşte bu önemli. “İnnehu le kavlu rasûlin kerîm.” Tekvîr Suresi 19.ayetin ne dediğini anlamakta bazıları çok zorlanır. “Kerim bir elçinin sözüdür” diyor. Elçi efendim elçi. Sözün elçisi zaten. Anlatabiliyor muyum? Sözün elçisi sözün sahibi değil ama sözün elçisi. Dolayısıyla sözün elçisi, sözün sahibi değildir. Sözün elçisidir, adı üstünde. Buna tefsir gerekir mi, yorum gerekir mi? Evet. Bu incelik anlaşılmalı.

Kâfirun Suresi: la ilahe, İhlas Suresi: illallah. Onun için Allah Rasulü namazlarda bu ikisini ardışıklı okurmuş. Önce Kâfirun sonra İhlas. Niye? La ilahe bu, yani kelime-i tevhid “La” ile başlıyor; “Kul yâ eyyuhâ-lkâfirûn. Lâ a’budu mâ ta’budûn”. Evet, yani hayırla başlıyor. Dolayısıyla kelime-i tevhidin yarısını bu sure temsil ediyor, yarısını da İhlas. “Kul huva(A)llâhu ehad.” Orada da bak “kul” var. “De ki” o da de ki ile başlıyor.

İmanda, pazarlık olmaz suresi bu. Pazarlık olan yerde, iman olmaz suresi. Evet değil mi? İmanda pazarlık olmaz; pazarlık olan yerde, iman olmaz.

Bu sure, Allah Rasulü’nün hayatında bir dönüm noktası. Evet. Bu ana kadar şu ana kadar içinde bulunduğu bir parçası olduğu topluma hiç bu kadar sert bir hitapta bulunmamıştı. Düşünebiliyor musunuz? Mekke çok seviyor. Hatta Kabe’nin yapımı sırasında Hacerü’l-esved’i ona koyduruyorlar. Öyle değil mi?.. Savaşacaklar, tam iki parça olmuşlar, kılıçları çekmişler “hak” diyorlar, “Kapıdan, el emin girdi, o yerleştirsin.”… ve Hacerü’l-esved’i alıyor. Hacerü’l-esved İbrahim’den İbrahim Kabe’sinden kalan orijinal tek parça. Bu arada onun da şeyini söyleyelim. Öyle cennetten geldi, gökten indi falan değil meteor falan diyenler var mümkündür olabilir yani gökten düşmüş bir meteor taşı da olabilir. Bu mümkündür ama daha çok daha doğru… benim daha doğrusu doğru olarak gördüğüm şey: Bölgede bulunmuş beyaz bir taş yani tavaf başlangıcı olsun diye ona konulmuş efendim. Beyaz taşlar, bölgede çok nadir bulunur. Çünkü bazalttır bölgenin taşları, volkan taşıdır, volkanik taştır. Beyaz taşı bulmuşlar ki alem olsun, işaret olsun oraya diye, ama putlarına kurban keserken de kurbanın kanlarını ona teberrüken süre süre süre siyahlaşmış derler ne kadar doğru bilmiyorum. Aslında küçücük bir parça alınıp tahlil edilse bu sorunlar çözülür. Ama bizde böyle tahlil mahlil kim ilgilenecek, kim uğraşacak değil mi ya?.. Kim uğraşacak böyle şeylerle?.. Onun için “yalanımız bize yeter, yalanımıza dokunmayın, yalana iman ederiz biz, ne yalanlara inanmadık ki buna inanmayalım…” şeklinde, götürmüşüz şimdiye kadar… Bundan sonra kim yapar Allah bilir… Bir gün bunları yapmaya başladığımızda o zaman “adam oluruz.” diyebiliriz. Eyvallah…

Maun Suresi’ne gelen “namazlı dinsiz”,Mekkeli aristokratların” tepkisi. Evet. Namazlı dinsiz, Mekkeli aristokratlar… Hani biraz önce dedim ya 9 çete 9 aile. Tüm ekmeği bunlar yiyor aralarında, zulmü bunlar ediyor, mazlumun tepesine çöküyorlar; kimsesizse, adamı yoksa, arkasında kimsesi yoksa çekip elinden parasını alıyorlar, ekmeğini alıyorlar, ektiği araziyi alıyorlar ve ticaretlerine, paralarına, para katıyorlar, servetlerine servet katıyorlar. Yani çok şey değişmiş değil o günle bugün arasında… İşte Allah Rasulü, bu sisteme “hayır” diyor… Bu sisteme hayır diyor… Buradaki “Kâfirun” o sistemin sahipleri. Dolayısıyla, mesaj açık ve net. Aslında insanın, insanca yaşaması, insanın sömürülmemesi, emeğinin sömürülmemesi, insanın, kula kul edilmemesi, eşyaya kul edilmemesi, mala kul edilmemesi, insanın özgürlüğünün, elinden alınmaması. Unutmayın neydi “Akabe Suresi”?.. İşte orada bir numarada özgürlük geçiyor. Bir numarada… Öyle mi? “Fekku rakabe(tin)” “Bir boynu özgürlüğe kavuşturmak” zor yokuş, zor yokuş… Birinci etap: Bir boynu özgürlüğe kavuşturmak. Niye birinci etap? Çünkü: insan özgürlüğü sorunların en başında gelir. Eğer özgürlüğünü kaybetmişse her şeyini haysiyetini, şahsiyetini, kişiliğini kaybeder. Dolayısıyla buyurun, Kur’an’ın mesajı bu. Ve karşı tepki geliyor: “Kul yâ eyyuhâ’l-kâfirûn.” Mekke’de Ma’un Suresi’ne gelen tepkiler üzerine Kâfirun Suresi iniyor. Kâfirun Suresi, Mâ’ûn Suresi’nin tepkilerine verilmiş bir cevaptır.

 

ÖZGÜRLÜK DERSİ.

I

La: Hayır. Hayır protestosu. Evet, “Hayır” çok önemli. Hani öyle demiştim ya… 3 şeyi öğrendiğimizde birçok şeyden kurtulacağız. Bunların birincisi: “Hayır” demeyi… Eğer çocuklarınıza “Hayır”ı öğretebiliyorsanız “Evet”inizin kıymeti olur. “Evet”in kıymetini öğrenir. Onun için her dediklerine her istediklerine “Evet” demeyin “Hayır”ı öğrensin. “Mahrumiyet: Nimettir”, bunu da öğrensin. Mahrumiyet nimetini, öğretin çocuklarınıza. Çünkü bir gün hayır, denildiğini görecek. Gördüğünde; hırçınlaşmasın, çirkinleşmesin, çirkefleşmesin, insanlığını kaybetmesin veya umutsuzlaşmasın, bitmesin tükenmişlik psikozuna girmesin diyorsanız çocuklarınıza “Hayır”ı öğretin. Ve “Hayır”ı siz, bazı isteklerine, “Hayır” diyerek öğretin. Her şeyin bu hayatta olmadığını, olamayacağını öğrensinler. Sizden öğrensinler. Dolayısıyla kendileri de “Hayır” demeyi öğrensinler. Kendilerinin başına istibdatçı kesilenler, kendilerinin emeğini sömürenler olursa, özgürlüklerini çalanlar olursa, alın terine konanlar olursa; onlarda, onlara “Hayır” diyebilsin. Budur terbiye. Evladınıza her istediğini vermekle, övünemezsiniz. Gelecekteki gelinin başına bir bela veya gelecekteki damadın başına bir bela yetiştirmiş olursunuz. Toplumun başına da bir bela yetiştirmiş olursunuz.

La: Hayır protestosu: İman “Hayır”la başlar. “La ilahe illallah” “Hayır”la başlar. “La” süpürgesiyle süpürmediğin bir yüreğe, Allah’ı koyamazsın… Önce, “Temiz et gönül evini, Yâr gelecek kondurmaya.” diyordu ya şair.

Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hakk.

Pâdişâh konmaz saraya, hâne mamûr olmadan.

Gönlünden, gayrısını sür çıkar. Çatal, kazık yere geçer mi? Çak hadi çatal kazığı… Ne olur? Yarılır değil mi? Biri kırılır. Dolayısıyla gönlünde, şirk istemiyor Rabbimiz. İki Mevla’ya kul olunmuyor. Onun için “Hayır”la başlıyor. Yani süpürge ile bir temizle yüreğini. Eğer Rabbine vereceksen… Yani kula kul olmayacaksan… Burada da dert şirkin affedilmez bir günah olmasının sebebi kula, mala, mülke, makama, rütbeye, güce, iktidara, şuna, buna kul olmamaktır. Budur. Onun için “la” imanın ilk şartıdır. “Hayır” “La ilahe illallah.” “Hiçbir ilah yoktur; sadece Allah vardır.” Bu bir hayat tarzıdır dostlar. Bu bir zihniyettir. Bu bir bakış açısıdır. Bu bir yaşam biçimidir. Nedir bunun özü? Kula kulluğa hayır. Secde bunun fiili ifadesidir, fiziki ifadesidir. Secde, “Ben, kulların önünde eğilmem, onurumu yere çalmam.”… Dolayısıyla Allah’ın bundan çıkarı var mı? Yok. Allah’ın buna ihtiyacı var mı? Yok. Allah buna mecbur mu? Yok. Peki, kimin çıkarı var? İnsanın. Tek taraflı… İnsanın. Peki, insanın çıkarı ne?… Kula, kul oldu mu, insanlığını kaybeder de ondan. İnsanlığını kaybeder. Kula kulluğa hayır: “Tevhit: Özgürlük, Şirk: tutsaklıktır” da onun için. “La ilahe illallah”taki isyan ahlakı budur işte.

II

“Sizin dininiz size, benim dinim bana.” “Lekum dînukum veliye dîn.” “Siz: le-kum: varsınız ve kitlesiniz…”, aslında ayetin söylediği o. Şimdi ayetin zamanına gidelim -1400 küsur yıl önceye gidelim- ve Mekke’ye girelim bir dramatize edelim konuyu: Mekke’deyiz ve Mâ’ûn Suresi gelmiş, homur homur homurdanıyor birileri. “Yetime mi bakacakmışız, yetimlerden bize ne? Aslında sizin sorununuz bu, niye? Beceriksiz adamlar, gitmişler savaşmayı bilmemiş, ölmüşler.” Kendisi “lejyoner” tutuyor “paralı asker” tutuyor. Ebu Leheb’i hatırlayın!.. Paralı asker tutuyor. Ama o değil… Kendisi askere bile gitmemiş. Hadi şu “Reis, bizi Afrin’e götür”cüler var ya. Eski milletvekillerinden biri “ASAL’dan arıyorum.” diye bunlardan 15-20 tanesini aramış; ismini vermeyeyim milletvekilinin. Merhum Yazıcıoğlu’nun yol arkadaşlarından biri. “ASAL’dan -Askeri Alma Dairesi’nden- arıyorum.” diye aramış “Reis, bizi Afrin’e götürün.”, bir de kefen giymişler; böyle sosyal medyadan paylaşmış. Bir tanesi ağlamaya başlamış: “Düğünüm var” öbürü: “Vallaha billaha -demiş- eğer benim şu anda borcum olmasaydı giderdim.” Öbürü şunu demiş, öbürü bunu demiş: “Anam hasta.” Demiş, “Babam hastanede” demiş, “Karım hamile” demiş; bir tanesi de: “Gideyim ya ‘Allah razı olsun’ ben de hazırım, zaten ‘Reis bizi Afrin’e götür’ dedik.” diyen çıkmamış arkadaşlar. Memleket böyle… Dolayısıyla, o zamana gidelim, o zamanda da farklı değil. Homurtular başlamış Mekke’de adam düzeni kurmuş. Dolayısıyla yiyor, semiriyor, sömürüyor ve siz, onlar işte, “lekum: sizin, varsınız ve kitlesiniz.”  ve “liye” bu çok önemli. Niye biz yok da “ben” var burada? Bu çok önemli. Biz, biz niye yok? “Lekum dînukum ve lena” olması lazım değil mi? Hayır, öyle gelmiyor. Çünkü: “İman, sahibini sürü yapmaz. İman, sahibini karga yapmaz, kartal yapar.” Kargalarla kartallar arasında fark ne? Kargalar çöplükte hep beraber uçarlar, leş ararlar, sürü halinde uçarlar; başkalarının avıyla geçinirler, artığıyla geçinirler. Kartallarsa, kartal sürüsü olmaz, yuvalarını kendileri yaparlar, avlarını kendileri avlarlar, emeklerini alın emekleriyle avlarlar ve tek uçarlar; şahsiyettirler. Dolayısıyla, “ve liye din” varım ve şahsiyetim. Karga, kartal…

“İstihkak lamı” Bu öyle de anlaşılır: “Sizin dininiz size layıktır.” buna istihkak lamı da denir Arapçada. Yani “Siz, sizin dininize müstahaksınız; ben de benim dinime müstahakım, layığım.” demektir. Dolayısıyla ne demek bu? “Siz, pazarlık yapılabilir bir dine sahipsiniz, bense pazarlık yapılabilir bir dinim yok benim. Yani dinime pazarlık konusu yapamam da.”… “Gel işte bir gün biz seninkine tapalım bir gün de sen bizimkine. Gel, bir hafta biz seninkine tapalım, sen bir tek gün… Gel, bir ay biz seninkine, sen bizimkine bir gün… Gel, bir yıl biz seninkine…” -yani seninkine dediği Allah’a tek olarak.- Yoksa onlar Allah’a da inanıyorlar. Müşrikler Allah’a inanırlardı. Sorunları, kula kul olmaktı. Problem bu. Onun için de servete kul oldular. Evet, devam ediyoruz…

Sizin dininiz pazarlık kabul eder, benimki pazarlık kabul etmez. Sizin fiyatınız, pazarınız, pazarlığınız var, benim yok. Her halükârda özgürlük manifestosudur Kâfirun Suresi’nin son ayeti. Yani “Lekum dînukum veliye dîn” “Bir özgürlük manifestosu”. Yani bu, insanlığın alnının çatına yazılsa yeridir…

Nasıl mı?

“Benim dinimden olmayanın canı cehenneme” demiyor burada. Evet bu mesaj var… “Sizin dininiz size, benim dinim bana.” Yani, “Benim hukuk sistemim bana sizin hukuk sisteminiz, zalim hukuk sisteminiz size yani ben hukuk sisteminize boyun eğmem. Ben zulmünüze boyun eğmem, ben ahlaksızlığınıza boyun eğmem, ben şirkinize boyun eğmem” demektir. Evet…

“Elime fırsat geçince canınıza okuyacağım.” değil. Bakara 256 Medine’de. Hemen ateistler… ate arkadaşlara bir diyeceğim yok; onlar kendi halinde ateler, hiçbir şeye inanmıyorlar. Ama ateist, ateliği izme çevirendir. Yani ideolojiye çevirendir. Yani atelerin de vaizleri var. Dolayısıyla ateist, onlar oluyor. İşte ateistlere, bazıları hemen şu ayeti getiriyorlar efendim. “..din, yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın” yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din yalnız… Bakara Suresi’nin 193.ayeti. Aynı surenin 256. ayetinde “Lâ ikrâhe fî-ddîn” var. “Din de zorlama yoktur.”, zorlamanın, hiçbir türü din-de yoktur. Bu dinin içi de dahil dışı da… Yani dine girişte zorlama yoktur, girdikten sonra da zorlama yoktur. Anlatabiliyor muyum?.. Mesela, zorla namaz kıldıramazsınız zaten namaz olmaz o. Zorlayanın namazı olur senin namazın yok… Düşünün birinin ensesine silahı dayadınız “Kıl ulan şu namazı.” dediniz… O namaz mıdır?.. O ibadet midir?.. Veya ensesine dayadınız “Çek lan şehadeti.” dediniz. Herhalde “lan” demiştir yani “Beyefendi çeker misiniz?” diye, silah dayanmaz öyle değil mi?.. Dolayısıyla şimdi eşhedü enla ilahe illallah… Bizim bir ihtiyar vardı -böyle yurtdışında falan da bazı yerlerde bulundu ismi yine vermeyeyim-. Cebine şey doldurmuş… Birinde yanıma ziyarete geldi. Cebinde bir tomar kağıt çıkardı. “Ne bu?” dedim. “La ilahe illallah Muhammeden rasullullah yazıyor…” “Ne yapıyorsun bunu?” dedim. “Japonya’da…” dedi “…önüme gelen…” dedi “…Japon’a…” dedi Japonca yazdırmış kendi Japonca bilen biri değil veya İngilizce de yazdırmış “…veriyorum…” dedi “…okuyor…” dedi “…ben zıplıyorum…” dedi “…Müslüman oldu.” Bu mu?.. Bu mu yani… Bu mu yani… Allah aşkına!.. Bu mu yani?.. Böyle mi olunuyor?.. E böyle giren öyle de çıkıyor zaten, biliyorsunuz değil mi? Eyvallah… “Elime fırsat geçince canınıza okuyacağım.” değil. Yani ama Allah’ın Mustafa kulu, “Bu sure Mekke’de geldi, Mekke’de Müslümanlar zayıftı, arkalarında güç yoktu, devletleri yoktu, güçleri yoktu, orduları yoktu, kitleleri yoktu…” Dolayısıyla Medine değil böyle diyecekler mecbur… İyi de Bakara 256, Medine’de indi be adam. İnsaf!.. Yani dinde zorlama yoktur. “Zorlama, dinde yoktur.” ayeti Mekki değil. Gücün en zirvesinde inen bir ayet. Evet devam ediyoruz…

“Siz benim dinimden oluncaya kadar sizinle savaşacağım.” değil. Bunu söyledik… Birinci örnek: Abdullah b. Ureykıt örneğini hatırlayın lütfen… Neydi bu? Allah Rasulü hicret ederken kendisine rehberlik eden, Müşrik rehberdir. Neden müşrik… Mü’minlerden bir tane kaif bulamadı mı işin uzmanı. Hayır bu kadar uzman olanı yokmuş. Gerçekten de o güzergahı, sahil güzergahını -Medine’ye kadar sahil yolunu- bu adam iyi bilirmiş ama bu adam aynı zamanda dürüstmüş. Nasıl buldunuz? Dürüst Müşrik… Ya var… Bugün de var. Dürüst müşrikler… Sakalı buraya kadar, ağzına kadar şirk dolu ama altına batırsan bir tane bulaşmaz. Dolayısıyla var. Abdullah bin Ureykıt da öyle biri. Şimdi, düşünebiliyor musunuz?.. Sizin canınıza kastediyorlar ama siz bir müşriki rehber olarak buluyor, paralı rehber olarak onu seçiyorsunuz. Evet. Liyakat bu değilse nedir? Liyakate değer bu değilse nedir? Sizin inancınızdan olmak zorunda değil. İnsan olsun, dürüst olsun, işinin erbabı olsun. Bitti. İkinci örnek: Hekim Haris b. Kelede. Kim bu biliyor musunuz? Bu adam sonuna kadar Müşrikti. Fetihten sonra da Müslüman olduğuna dair rivayetler var ama yani güvenilmez. Bu adam, Allah Rasulü sahabeden kim hastalanırsa ona bu adamı tavsiye ederdi. Niye? Hekim olarak Hire’de eğitim görmüş yani okullu bir doktor. Dolayısıyla işinin erbabı alın liyakat. “O müşriktir, aman müşrike elinizi vurdurmayın, bir Müslüman doktor arayın.” falan yok. O var. Aa Müslümanı vardı da onu seçmedi değil. Alacaklısı Ebu Şahm -buna itiraz edenler var gereksiz itirazlar bunlar hayır. Yani mahallecilik oynamanın anlamı yok.-. Ebu Şahm kim? Allah Rasulü vefat ettiğinde borçlu olarak öldüğü Yahudi tüccar. Bu Yahudi tüccar Allah Rasulü Medine’deyken Medine sözleşmesine ihanet etmemiş bireyler var bireyler ve küçük aileler var onlardan biri bu. İhanet edenler biliyorsunuz Medine’den sürüldüler. İhanet etmemiş bireylere bir şey yapılmadı biliyor musunuz? İşte bu Ebu Şahm’da onlardan biri. Rasulullah bir dönem de zahire aldı borç olarak. Ve bu borçla öldü vefat etti; zırhı da hatta onda rehinmiş. Evet. Nasıl buldunuz?

Müslümanların tarihi, bu ayet yani “inanç özgürlüğü” üzerinden yürüseydi nasıl olurdu dostlar? “Lekum dînukum veliye  din.” Müslümanların tarihi bu ayet üzerinden yürüseydi nasıl bir tarihimiz olurdu? Gayrı müslim kafir… siyasi muhalif kafir… rakip kafir… nasıl kafir? “İki halife çıkarsa birini öldürün” diye hadis var. Tabi ki uydurulmuş… Tabi ki uydurulmuş… Düşünsenize Ömer diyor ki vefatından önce: “Eğer…” diyor “Salim hayatta olsaydı bu emaneti Salim’e teklif ederdim.” Salim kim? Ebu Huzeyfe’nin kölesi, azatlı kölesi. Esmer olduğu söylenir yani siyah olduğu söylenir. Çok ilginç değil mi? İlginç değil, hiç ilginç değil. Öyle olmalı da zaten. Liyakat neyse o. Kur’an adamlarından biridir aynı zamanda Salim. Evet geçelim…

“Hakeme başvuran kafir.” Kim söyledi bunu? Hariciler. Kime söyledi? Ali bin Ebi Talib’e söylediler Hz. Ali’ye söylediler. Ali’yi öldüren İbn Mülcem’e “Bir Müslüman’a nasıl kıydın?” denilince “Ben kafir öldürdüm.” demişti. “Nasıl kafir oluyor.” deyince de Yusuf Suresi’ndeki o ayeti okumuş yani “Allah’ı hakem seçtiğini” iddia etmiş, “Hakem olarak, Allah’tan başkasına başvurmanın insanı kafir yapacağı” yorumunda bulunmuştur. Nasıl bir şey bu? İşte tam da “literalist” yani “lafızcı” okuma sapıklığının o günkü versiyonu, bugün de aynı devam ediyor lafızcı okuma. Oysa, “İnsanlar arasında hükmettiğinizde adil olarak hükmedin diyen de ayet değil mi? İnsanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmedin.” İnsanlar arasında hükmetmiyor muyuz? Akşama kadar, “dır”la kurduğumuz tüm cümleler, hüküm cümlesidir. Öyle değil mi? Hüküm cümlesidir -dır la kurduğunuz: bu doğru-dur, şu yanlış-tır, bu zalim-dir, bu mazlum-dur, bu haklı-dır, bu haksız-dır- hepsinde hüküm cümlesi kurdunuz bakın… Eğer hüküm cümlesi kurmasaydık hükmetmezdik. Eğer hükmetmememiz istenseydi Allah bizden aklı alırdı, akıl vermezdi. Gördüğünüz gibi… Evet, hakeme başvuran kafirdir…

“Kur’an ‘yaratıldı’ diyen kafirdir.” Kime dendi bu? Ebu Hanif’e dendi. Evet İmamı Azam’a böyle denildi. İki Sufyan; Süfyan bin Sevr-i ve Süfyan bin Uyeyne bundan dolayı, tövbeye davet ettiler İmamı Azam’ı. İmamı Azam ne demiş: “Kelam kadim değildir.” Babaannem bile “Kelam-ı kadim” derdi Kur’an’a ama Kur’an okumayı bilmezdi benim babaannem. Nereden öğrettiniz benim babaanneme ya kelamcıların bu tezini? Babaanneme “Kelam-ı kadim ne demek babaanne?” desem iki cümle kuramaz rahmetli. Ama “Kelam-ı kadim” diyor. Niye? Mezheplerini din etmişler. Ali bin Ebi Talip öyle diyor: “Eğer Kur’an’a ‘yaratılmamış’ derseniz ikinci bir Allah olur.” diyor. Çünkü yaratma açısından varlık ikidir. Yaratan-yaratılan, üçüncü bir varlık çeşidi yoktur ki… ikisin ortası yoktur ki… Dolayısıyla bunu niye çıkardılar; oraya girmeyeceğim ilgili ayetler gelince inşallah uzun uzun işlerim. Ama Ebu Hanif’e işte bu yüzden kafir dediler. Ve onun öldürülmesini kolaylaştırdılar… Sadece öyle değil, kendilerinden olan bir hadisçiyi de böyle öldürdüler. Kimi? Buhari’yi. Evet, Buhari’nin ölümü böyle oldu. Nişabur’dan sürdüler, hadisçiler sürdüler. Nişabur’da Buhari’yi linç ettiler. Nişabur’da kalamadı. Ondan sonra nereye gitti. Semerkant’a gitti. Semerkant’a girdi; Semerkant’ın hadisçilerinin başı, “Fitnenin başı şehre geldi.” diye önce milleti fişekledi -hadisçileri, hadis talebelerini- ve Buhari orada da kalamadı. Ve oradan çıktı. Nereye? Anavatanı Buhara’ya, doğum yeri Buhara’ya. Buhara’ya giremedi bile. İçeriden haber saldılar “Gelmesin öldürürüz.” Ve Buhara’nın 30 küsur kilometre uzağında -gidenler ben gittim kabrine 30 kilometre uzağında- steplerin yani çölün içindedir kabri. Orada, bir köy möy de yoktur -Şimdi var o ayrı mesele-. Ama onun öldüğü düşünün 256 yılında vefat etti Buhari. Hastaydı, hekime ve ilaca ihtiyacı vardı; ölüme terk ettiler ve öyle öldürdüler. Onu da öldürme sebepleri neydi? “Kur’an’ın yaratılmamış olduğu” tezine getirdiği tevil -ara bir tevil, orta- işte ikiye ayırıyor. Efendim yani “ilahî kelam, insani kelam: lafzî” böyle ikiye ayırıyor vesaire… Yani inceliğine girmiyorum meselenin.

“Kaderimiz, seçimlerimize bağlı diyen, kafir.” dediler. Ğaylan ed-Dimeşkî bunu demişti. Ğaylan bin Müslim bunu demişti. Bu zatı… Bu zat ilginçtir. Ömer ibn. Abdülaziz, bu zatı, halifeliğe geldiğinde, Emevilerin gasp ettiği malların sahiplerine iadesi için memur etti bu zatı. Bu zatta, işin cok cokusunu çıkardı tabi… Malları döktü meydana şehrin, “Zalimlerin gasp ettiği mallara gelin, gelin.”… Emevî ailesinden bir halife var üstelik. Adamın adaletine bakar mısınız, Ömer ibn Abdülaziz’e bakar mısınız? Ömer ibn Abdülaziz ölünce ne yaptılar?.. Ondan sonra Hişam, bu zatın ellerini kesti. Yanında Salih isimli arkadaşıyla canlı canlı… Ayaklarını kesti… Kulaklarını kesti… Burnunu kesti… en sonunda dilini kesti… Böyle insan öldürülür mü?!. Öldürmenin de bir namusu var… Siz nasıl bir zalimsiniz?.. Neyse… İşte “Kafir olur” dediniz ya, öyle dediğiniz böyle oluyor…

“Zalim ve hırsızsınız” diyen kafir ilan edildi: Ca’d bin Dirhem. Çok ilginç. Abdullah el Kasri, Basra Valisiydi. Basra Valisi olduğu sırada Kurban Bayramı hutbesini okudu -Emevilerin Basra Valisi- ve millete dedi ki: “Bayramınız mübarek olsun, kurbanlarınızı Allah kabul etsin, benim de kurbanım var ‘Getirin kurbanımı.’” dedi. Baktılar zamanın düşünürü büyük adam Ca’d bin Dirhem elleri ayakları zincirli getiriliyor. Halıyı kaldırdı, boynunu yere yatırdı, ayağını üstüne bastı, belinden bıçağın çıkardı, caminin ortasında kesti. Nasıl buldunuz?.. Yani tarihimizin kanlı sayfaları bunlar da evet… Bunları örtersek eğer yüzleşmemiş oluruz. Yüzleşmediğimiz her günah, bizi takip eder. Asla kurtulamayız.

“Gel-git olayının sebebi aydır” diyen kafir oldu. Kim bu? İlk Müslüman filozof Kindi. Kindi tekfir edildi, eğer birilerinin eline geçse ölecekti. Evinden çıkmadı, dolayısıyla vefat ettiğinde gece yarısında da cenazesi defnedildi Kindi’nin (ilk Müslüman filozof). Eyvallah.

“Eşyanın tabiatı vardır.” diyene kafir dediler. Bazı Eşari imamlar bu görüşte.

“Şu, şunun sebebidir.” diyen kafir ilan edildi. İbni Hazım bu görüşte. Gazzali’nin tekfirine ne demeli? “Farabi ile İbni Sina kafir oldu” dedi. Kafirdir dedi Gazzâlî. Allahtan Gazali döneminde yaşamıyorlardı yoksa iki tane gözü dönmüş cennet ve huri aşığı çıkar, gider, Farabi’yi ve İbni Sina’nın kellesini keser, bununla da cenneti garantilediğine inanırdı. Evet, bu da Gazzali-mizin tekfiri.

“Savaş esirleri, ‘seks kölesi’ yapılamaz.” diyene, kafir, diyen Arabistanlı ulama var. Geçen getirdim huzurunuza, geçen derste onu sundum… Dolayısıyla orada… Dolayısıyla,

“Buhari hadisini reddeden kafirdir.” diyor arkasından da benim ismimi söylüyor, Ankara’dan bir selefi lider. Güzel bir arkadaştır ha… Ben inanırım, bu arkadaş, yav şunu… ‘Ben geldim gel kes beni, cennetlik olursun.’ falan desem, herhalde bana dokunmaz yani… Ama uzaktan yapabiliyor bunu… Korkunç bir şey arkadaşlar, korkunç bir şey… Yani şişe de durduğu gibi durmuyor, bir gözü dönmüş çıkıyor ve vuruyor Allah rızası için… Evet…

“Evrim, Allah’ın yarattığı biçimidir.” diyeni de kafir ilan ettiler. O, fakir, oluyor… Eyvallah… Yeter mi? Yeter.

 

KAFİR: İLK GEÇTİĞİ YER KÂFİRUN SURESİ, 1.AYET

İlk geçtiği yer burası. Kafir: Gerçeği örten kişi. Lafzi anlamı: Toprağı örten çiftçi demek. Evet, evet, Arap dilinde kafirin lafzi anlamı: -Ki cahiliyede de böyle kullanılıyordu.- Toprağı örten çiftçiye deniliyor. Kur’an da bu anlamıyla kullanılır. Ahlaki olarak: ‘nankör’ demektir. Kur’an da ‘nankör’ anlamında da kullanılır. Teolojik anlamı: Mü’minin zıttı demektir. Güvenilir, güvenilmez yerine kullanılır. Güvenilmez. Uydurulmuş dinin kafir tanımı: Müslüman olmayan. Şimdi devam ediyoruz. O kim? Müslüman olmayan kim? -Bizden olmayan. Siz kimsiniz? -Müslümanız. Müslüman ne demek? -Biz demek. Buna, “totoloji” diyorlar. Anlatabiliyor muyum? Buna ‘totoloji’ diyorlar. Evet… Dolayısıyla… Yani dönüyor, dolaşıyor… dolapçı beygiri aslında. Mantıkta dolapçı beygirliği bu. Başladığı yere gene geliyor, başladığı yere …Yani geldiniz, yine kendinize geldiniz. Siz, sizi tarif ediyorsunuz. Yani Müslümanın bir tarifi yok mu, Allah’ın yaptığı bir tanım yok mu, İslam tanımı yok mu?.. Hadislerin kafir tanımı: Uydurana göre değişen, bin bir çeşit kafir tanımı var, girmiyorum.

GAYR-I MÜSLİM AYRI, KAFİR AYRIDIR

Dostlar. Bu çok önemli. Biz, gayrimüslimi kafir zannediyoruz, her gayrimüslim, kafir değildir. Bazı kafirler, bazı gayrimüslimler kafir olabilir ama her gayrimüslim… Müslüman olmayan herkes, kafir değildir. Nasıl?..

  • Kendisine açıkça hakikat iletilecek.
  • Te’vile kapalı, net ve açıkça, hakikati inkar edecek?

Te’vile kapalı… Müslüman’ın kötüsünü, ahlaksızını, Allahsızını görüp, dine uzak duran birini düşünün… Ömründe kötü Müslümanlar görmüş, ahlaksız Müslümanlar görmüş, hırsız Müslümanlar, arsız Müslümanlar görmüş, sözünü tutmayan Müslümanlar görmüş, emanete riayet etmeyen Müslümanlar görmüş ve dine uzak durma kararı almış. Buna ne diyeceksiniz şimdi?.. Yok mu öyleleri? Çok arkadaşlar… Evet, İslam’ın sahtesini görmüş, gerçeğini görmemiş. Babasından, anasından, dedesinden, nenesinde, toplumundan İslam diye bir şey görmüş ve öldür dinini görmüş mesela, Din-den uzak durma kararı almış. Şimdi buna ne diyeceksiniz? Kafir mi diyeceksiniz?

İslam’ın sahtesini görmüş, gerçeğini görmemiş ama ve uzak durmuş: Din tüccarını, sahtekar vaizleri,  yanmaz kefencileri, nalincileri, okunmuş Yasincileri görmüş demiş ki “Ben almayayım kalsın, ben almayayım” buna kafir mi diyeceksiniz? Derseniz vicdanlı olmuş olur musunuz?.. Beş vakit namazlı sahtekarı, hırsızı, arsızı, yüzsüzü, yalancıyı görüp uzak durmuş “Beni affedin ben bir köşede durayım’” demiş ‘Şimdilik burada durayım.’ Buna ne diyeceksiniz? Kafir mi diyeceksiniz? İçiniz mi soğuyacak? siz misiniz, bunu diyen mi Müslüman?

Kural: Te’vil varsa, tekfir yoktur. Kural! Hatta bana göre, “Tekfir, tekfir edilmelidir.” Ne demek? Hiç kimse, hiç kimseyi tekfir edemez. Tekfir, tekfir edilmelidir. Niye? Tekfir etmek: bir insanın ebedi hayattaki, ahiretteki yerinin cennet veya cehennem olduğunu söylemektir. Kimin yetkisi var buna? Sadece Allah’ın… Allah’ı Zülcelal söyler bunu… Yüce Allah’ın bu konuda tekeli vardır. Kimse ama kimsenin haddi değildir. Kimin ahirette kurtulmuş, kimin batmış olduğunu söylemek. Kimin cennetlik, kimin cehennemlik olduğunu söylemek. hiçbir kula düşmez. Peygamber de dahil mi? Ahkâf 9’u okuyun; o zaman görürsünüz dahil olduğunu. Kızım Fatıma “İşteri nefse’ki min Allah…” “Allah’ın elinden kendini, kendi eyleminle, amelinle satın al. Vallahi Allah’ın elinden seni, ben de kurtaramam.” Bitti, bitti… Torpil mi istiyorsunuz?.. Torpil yok. “Mâliki yevmi-ddîn” o, “din gününün tek maliki” o. Dolayısıyla evet, tekfir, tekfir edilmeli zira tekfir: bir insanın Allah’ı olmaya kalkmaktır. Ağır bir cümle biliyorum. Bu cümleyi ben kurdum, eğer hatam varsa rabbimden af diliyorum ama birini tekfir etmek, onun Allah’ı olmaya kalkmaktır. Evet, Mâliki yevmi-ddin Allah’tır. Kafir olmayana kafir demen, onu kafir yapmaz. Ya diyen kimseyi, ya diyen kimseyi… Evet kafir olmayana birine sen elli kere, elli bin kere ‘Kafir!’ de, kafir olmaz ama ya diyen kimse… Kitap nedir, iman nedir bilmeyen, öyle değil mi?” Kitap nedir, iman nedir bilmez” olduğunu, Kur’an söylüyordu. Şura Suresi’nin  52. ayetinde değil mi? Allah Rasulü… “mâ kunte tedrî mâ-lkitâbu velâ-l-îmânu” Sen daha önce kitap nedir, Kur’an’dan önce “Kitap” nedir, “İman” nedir, bilmezdin. Buyurun, Allah Rasulü’nün de kitap nedir, İman nedir, bilmediği bir dönemi olmuş. Olmuş mu? Olmuş. Kur’an’la sabit mi? Kur’an’la sabit.

Kitap nedir, iman nedir bilmediği halde iyi ve ahlaklı olanlara ne demeli?.. Tersi… Kitap nedir, İman nedir bildiği halde ahlaksız olanlarına ne demeli?
Suheyb-i Rumi… Allah Rasulün’den,  bir rivayet var, beni çarpan bir rivayettir. Mustafa İslamoğlu tüm hadisleri inkâr ediyordu ya… Yok efendi Kur’an’a , akla, vicdana, aykırı olanlarını reddediyorum. Çünkü Allah’ın Peygamberi Kur’an’a aykırı laf söylemez… Tamam mı?.. Allah’ın Rasulü, akla aykırı da bir şey söylemez. Dolayısıyla… Çünkü o Kur’an’la öğrendi dini… Kur’an’dan öğrenmediği bir din uydurmadı. Kur’an’ı da gönderen Allah ise -ben öyle inanıyorum- Aklı yaratan da Allah ise birbiriyle çelişemezler. Budur… Suheyb-i Rûmi için söylenen söz şu; “Eğer Allah’ı hiç tanımamış olsaydı hiç kötülük yapmazdı.” Allah Rasulü’nün muhayyilesine bakar mısınız? Yani Allah’ı hiç tanımamış bir insanın, fıtrat üzere olabileceğini teslim ediyor. Ben böylelerini gördüm, siz de gördünüz mü? Evet, evet, evet gördüm. Ben böyleleriyle tanıştım dostlar. Badem bıyıklı bir savcı, beş bin sekiz yüz on altıdan, yazdığım bir köşe  yazısından dolayı beni mahkûm etti bir yıla. Masasında beni misafir etti, bana çay söyledi. Efendim, ait olduğu, mensubu olduğu cemaatin ve üstadının da kitaplarının propagandasını yaptı, yaptı, yaptı… Dedim ki: ‘Tamam bu savcı mahkûm ettirmez.’ Allah’ım öyle demez olaydım, çıktım ki arkamdan kapı gibi iddianameyi dayamış. bir yıl yedim, yattım onu ve işin ilginci ne oldu biliyor musunuz? Bu savcının badem bıyıklı, beş vakit namazlı ve meşhur bir İslamcı cemaatin mensubu olan bu savcının, mahkûm ettiği benim o yazımın altına, iki tane ateist ama son vicdan imza attı, bu yazıyı biz de yazdık diye. Şimdi ateist dedim, isimlerini de verirsem olmaz. Yok gider bir serseri haksızlık eder. Dolayısıyla evet, evet altına imza attı, ‘Bu yazının suçunu biz de paylaşıyoruz’ diye. Ne diyorsunuz?.. Ben yaşadım bunu… Evet…

Bir çocuğun safiyetine benzer şekilde fıtrat üzere: “Kullu mevlûdün yûledu ale’l-fıtrah” orada İslam yok orijinalinde. Yani her doğan fıtrat üzere doğar, öyle değil mi? Onun için ben Müslüman olmayı nasıl tanımlıyorum biliyor musunuz?.. “Bir çocuğun, bir bebeğin safiyet içerisinde özüne dönme.” bir bebeğin safiyeti içerisinde, saflığı içerisinde…

 

GERÇEĞİN ÜSTÜNÜ ÖRTME / KÜFÜR BİÇİMLERİ

Gerçeği karartmaktır. Kafir: gerçeği karatan insan, gerçeğin üstünü örten insan demektir. Küfür de gerçeğin üstünü karartmaktır. Evet, “Obskürantizm” diye bir ideoloji vardır. Budur işte, “gerçeğin üstünü karartmak/gerçeğin üstünü örtmek.” Bir küfür/örtme çeşidi olarak: şeffaflık yokluğu da bir küfürdür. Şeffaflığın yokluğu, eğer şeffaf olunması gereken… Yani düşünün, bir kamu malı kullanılıyorsa orda kesinlikle şeffaflık olmalı, değil mi? Kamu malının doğru kullanılıp kullanılmadığında, tüm vatandaş, o malda hakkı olan her vatandaş onu inceleyebilmeli, öyle değil mi? Tabi bu aynı zamanda kamu dernekleri içinde geçerli, anlatabiliyor muyum? Görebilmeli onu… İnsanlar, eğer bir yere yardım ediyorlarsa onu görebilmeli, nereye harcandığını görebilmeli. İnsanlar vergi veriyorlarsa verdikleri verginin nereye harcandığını bilme hakları var. Kendi malını bilmek kadar doğal hakkıdır bu. Üstünü örttüğünüz zaman alın size obskürantizm. Bir mali küfür doğuyor ortaya ve küfrün doğduğu her yerde şeytan ürüyor. Onun, o perdenin altında şeytan ürüyor, günah ürüyor, haram ürüyor. Evet, bir küfür örtme çeşidi olarak: Yalan. Yalanda bir küfür çeşididir. Yani hakikati örtüyor. Hakikati örtüyorsan eğer, yalan küfür çeşididir. Bir küfür çeşidi olarak: Hatamızı, günahımız, kusurumuzu inkâr. Yani işlemişiz bir hata, yapmışız “ya hatalıydım özür dilerim.” veya “hatalıydım Allah beni affetsin.” “Bu konuda haksızdım arkadaş, al şu kadar hak senindi, al sana iade ediyorum.” Bu mu? Bu da tövbedir işte. Bunu de, bunu dediğin zaman küfür içine girmezsin. Teknik manada bu da küfürdür.

 

MAUN-KÂFİRUN İLİŞKİSİ;

CAHİLİYE MEKKE’SİNDE MAUN MANŞETLERİ.

Atamız İbrahim’in… Şimdi size yine Dramatizasyon yapacağım dostlar. Mekke’ye gittik veya Mekke’yi bugüne getirdik veya sosyal medyada Mekke var, internet icat edilmiş 1400 evvel Mekke’de… Tüm, efenim sosyal medyayı kullanabiliyoruz; Facebook, Twitter, efenim diğerleri hepsi kullanılabiliyor…

‘Atamız İbrahim’in dinindeyiz, bize dinsiz dedi’ şimdi manşet atıyorlar, basın da var, televizyonlar da var olduğunu düşünün…

  • – ‘Kâbe bizim sayemizde ayakta.
  • – Hacıları, Mahzum ve Ümeyyeoğulları besliyor, sunuyor.’ ‘şimdi Mahzum ve Ümeyyeoğulları dinsiz de sen misin dinli?..
  • – Putlara, en çok kurbanı Ebu Leheb ve Ümeyye bin Halef kesti.
  • – Ey Muhammed, dinsiz sen ve sana inanalardır!’ ‘Yetim diyerek algı yapıyor.’ ‘Müşrik, Mekke’mizi küçük düşürüyor bu vatan hainliğidir.’ ‘Açlar mı varmış? Hani, gösterin. Aç dediklerin hurma hırsızı.’

Hatırlayın onu; Yoksul bir genç, bir hurma dallarından almış yiyordu. Sahibi geldi ceplerindeki hurmayı aldı, tamam. Ağzındaki yarım, yenmiş hurmayı da aldı. Çocuk ağlaya ağlaya… Çocuk dediğim yani köle olduğu için çocuk diyorum çocuk falan değil. Ağlaya ağlaya Resulullah’a geldi, durumu izah etti. Adamı çağırdı: ‘O bahçenin dallarından almış, dallarından yemiş bu delikanlı yani yola almış, yola almış dalları, -dolayısıyla- o bahçe madem yola alıyor dalları o bahçenin, o hurmayı infak et.’ dedi ‘vakfet.’ dedi. “Millet yesin.” “Ya Rasulullah, ben o bahçemi çok severim o bahçemin en sevdiğim ağacı da o ağaç.” dedi vermedi arkadaş ya, vermedi ya… Aman Allah’ım nasıl bir şeydir bu “Mal sevgisi.”… “Vakfet et.” dedi yine Allah Rasulü. “Ben de sana rabbimden, cennette bir bahçe vermesi için dua edeyim.” yine vermedi arkadaş… Bu haber duyuldu Medine’de Ebu’d-Dahdah isimli bir yaşlı veya künyeli bir yaşlı, değneğine tutunarak geldi: “Ya Rasulullah falana demişsin ki, o öyle, öyle şöyle demişsin.” “Evet dedim.” “O da vermemiş.” “Vermedi.” “Ya Rasulullah, buranın en iyi bahçelerinden biri benimdir bilirsin, ben bahçemi infak etsem sen benim için bir ağaçlık dua eder misin?” O da verdi… Evet, bunun üzerine, Allah Rasulü Mekke’de inmiş bir surenin ayetlerini okudu: “Fe-emmâ men a’tâ vettekâ. Ve saddeka bilhusnâ. Fesenuyessiruhu lilyusrâ. Ve emmâ men beḣile vestaġnâ.  Ve keżżebe bilhusnâ. Fesenuyessiruhu lil’usrâ” Evet, “Sözgelimi; kim sorumlu davranır ve (Allah yolunda) verirse; üstelik en güzel olanı da tasdik ederse; işte ona, rahatlık ve mutluluğun zirvesine götüren yolu kolaylaştırırız. Sözgelimi; kim de cimrilik yapar ve kendi kendine yettiğini zanneder, en güzel olanı da yalanlarsa; işte ona da, zorluk ve felaketin en dibine giden yolu kolaylaştırırız;  

  • – Yardımı engelliyormuşuz, Muhammedî dış güçler fonluyor. Mekke’den manşetler…
  • – Ebu Leheb’in Subh gazetesi: “Acıma, acırsan acınacak hale gelirsin.” Allah Rasulü’nün gazetesinde de şu manşeti görüyordunuz; “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” Efendim.
  • – Ebu Cehil’in Zuhr gazetesi: “Muhammed, atalar dinimize hakaret etti”.
  • – Umeyye’nin U HABER TV’si: “Dinsiz: Kur’an’a inanıp, putlarımızı reddedendir.” Umeyye’nin de o haberi böyle manşet atar yani, başka ne istiyordunuz?
  • – Kabe’yi koruyan, kurban kesen, hacı besleyen, hacca giden, bize ‘dinsiz’ diyen vatan hainidir. Nasıl buldunuz? Evet…

SENİN DİNİN SANA, BENİM DİNİM BANA

SENİN HUKUKUN SANA, BENİM HUKUKUM BANA

 Özgür iradenin küfrü seçme hakkını teslim:

“Vekuli-lhakku min rabbikum” “De ki: hak, rabbindendir.” “Femen şâe felyu/min vemen şâe felyekfur.” “Dileyen, iman etsin; dileyen, küfretsin.” Nasıl açık, nasıl net. Bu özgürlüğü kim alabilir, Allah’ın verdiği bu özgürlüğü. “Dileyen iman etsin. Hak, rabbindendir.” eyvallah.

Özgür seçim yoksa, sorumlulukta yok. Varsa, sorumlulukta var:

“Velev şâe rabbuke  leâmene men fî-l-ardi kulluhum cemî’ân.” “Eğer rabbin dileseydi tüm insanlık iman ederdi.” “Efeente tukrihu-nnâse hattâ yekûnû mü/minîn.”  “Şimdi mümin oluncaya kadar onları zorlayacak mısın?” Zorbalık mı yapacaksın? Yapamazsın, diyor, zorlayamazsın, Yunus 99.

Haklarda müminlere karşı, münkere karşı maruf üzerinde ittifak örneği: Hilfü’l-Fudûl

“Velikullin vichetun huve muvellîhâ(s) festebiku-lḣayrât” Alın size Hilfü’l-Fudûl ayeti. Evet, herkese bir yön, bir yol verdi. Anlatabiliyor muyum?  “Ve li küllin vichetun.” “Herkesin gittiği bir yön var ya…” -herkesin bir tarzı var, bir yönü var, bir yolu var, seçtiği bir yol var, seçtiği bir tarz var, seçtiği bir inanç var, evet.- “…hüve muvellîhâ…” “…onu orada yürür.” “festebiku-lḣayrât” -peki siz ne yapın?- “Siz hayırlarda yarışın.” Aman Allah’ım, bu ayetin Alnı öpülmez mi? Eli öpülmez mi? “Siz hayırlarda yarışın.”… Dolayısıyla, hayırda yarışın. “Sizin dışınızda kalanları, sizin gibi inanmayanları öldürün” diyen bir din, bunu der mi? Bunu diyen, onu der mi? Bu da Bakara Suresi’nin ha, 148. Ayet.

Ayrıntılarda (haramlar, helaller, ibadetler vs.) herkesin hukuku kendine:

“likullin ce’alnâ minkum şir’aten ve minhâcâ” “Sizden her biriniz için, her bir kesim için bir yol, bir yordam, bir yöntem tayin ettik.” “velev şâa(A)llâhu lece’alekum ummeten vâhideten” “Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı.” “velâkin liyebluvekum fîmâ âtâkum(c) festebikû-lḣayrât” Evet, hayırlarda yarışın. “Sizi sınıyor o verdikleri, sizi sınıyor. Hayırlarda yarışın.” İnsanlığa düşen hayırda yarışmaktır, biz Müslümanlara düşen de bizim dışımızdakilere karşı hayırda yarışmak, hayırda öne geçmektir. Evet…

 

MEDİNE SÖZLEŞMESİ/VESİKASI

Medine sözleşmesi aslında mühim bir olay, çok önemli bir olay yine sıkıştırmaya çalışayım.

  • Vesika, kitap, sahife, muvadaa, muahede, Medine anayasası diye biliniyor.
  • Hamidullah: ‘Tarihte, bilinen ilk anayasa’ diyor ki öyledir, bana göre de öyledir en azından.
  • Bedir öncesi veya sonrası bu anayasa yazılmış, taraflar: şehirde yaşayan tüm cemaatler .
  • Enes bin malikin evinde birlikte müzakere edilerek yazıldığı rivayeti var.
  • Belge başta İbni Hişam’ın Sira’sı, birçok ilk kaynakta yer almakta ama…

  • Hepsinden önemlisi Maide 40-60 arasında ayetlerde bu belgenin ilkeleri var. Yani Kur’an’da belgenin ilkeleri var.
  • Belgenin amacı: Barış için, adil, eşitlik içinde yaşama hukuku.

 

BELGENİN META -NALİZİ

  • Belgede; “İslam”, “Müslim”, “Kur’an” gibi dini kavramlar hiç geçmiyor dostlar. Medine de yapılmış, ilk aylarda yapılmış, Medine’deki tüm taraflar katılmış… yani Yahudilerden Beni Kurayza, Beni Nadr, Beni Kaynuka, Müslümanlar; Müslümanlardan: Evs, Hazreç hepsi katılmış.
  • En çok geçen kavramlar: maruf, ortak, iyi, adalet, barış. Nasıl buldunuz? Evet, 47 maddeye, Welsing 47 maddeye ayırmış çok sonra tabii. 47 maddelik bir anayasa da düşünün Müslim, İslam, Kur’an yok. En çok geçen kavramlar bunlar; maruf, ortak iyi, adalet, barış.
  • Ele alınan konular: savaş hukuku, kan diyeti, karşılıklı hak ve sorumluluklar, cinayet hukuku, can ve mal emniyeti, suçlarla ilgili muamele… Bu konulanlar etrafında dönüyor.

 

NEDEN YÜRÜMEDİ

Yürümedi ama Medine Anayasası, yürümedi. Neden yürümedi biliyor musunuz? Yürümemesinin sorumluluğunu da İslam’a, Müslümana, Allah Rasulü’ne atmak, doğru bir şey mi?  Bir kere şunu söyleyeyim arkadaşlar: Müslümanların tarihi ile İslam’ın tarihi aynı  değil. Müslümanlarla, İslam aynı şey değil. Ne olur Müslümanların yaptıklarına bakarak, İslam’ı mahkûm etmeyin. İslam’a  inanmayan arkadaşlar, bu haksızlığı yapmayın. Bu haksızlığı yapmayın… Sizin torununuzun  işlediği bir suçtan ,sizi tutuklasalar buna razı olur musunuz?.. Evladınızın yediği bir halttan, sizi sorumlu tutsalar buna razı olur musunuz? Akrabanızın yaptığı bir cürmün, sizden hesabını sorsalar, bundan razı olur musunuz? Buna bile razı olmuyorsunuz da neden yoldan çıkmış mensuplarının yediği haltlardan İslam’ı, Kur’an’ı, Peygamberini sorumlu tutuyorsunuz. Bu adalet değil arkadaşlar, bu adil değil… Eyvallah…

İlk ihlali Beni Kaynuka yaptı. Bir Müslüman kadına yapılan kötü muamele ölümle sonuçlanan bir cinayetle neticelendi. İhlaldi bu, dolayısıyla onlar diyet vermekten kaçındılar -Anlaşmada öyle yazıyordu-. Eğer biri bir cinayet işlerse, bu anlaşma taraflarından biri o cinayetin kan bedelini öder. Buna hayır demek anlaşmayı ihlal etmek, attığı imzaya tükürmek demek. Öyle yaptılar ve sürüldüler bu kadar. Herhangi biri öldürülmedi, şey yapılmadı. Efendim tabii ki caniler, katiller dışında.

İkinci ihlal, Beni Nadir: Peygambere suikast teşebbüsü. Evet, Allah Rasulü Beni Nadir’e gelmişti, yine bir diyet anlaşmazlığı vardı, onu çözmek için gelmişti ama Beni Nadir arasında anlaşmış; Allah Rasulü bir evin duldasına, gölgesine oturup da dinlenirken evin tepesinden, o değirmen taşları var ya -yani bu çevrilerek, döndürülerek o ağır- onlardan birini, Allah Rasulü’nün tepesine bırakma planı yapmışlar. Bunu da “vahy-i gayr-i metluv”e şey olarak bunu gösteriyor, alakası yok. Araplardan bir kadın, Yahudi kabilesine gelin gitmiş o kadın akrabalarına haber yolluyor, hemen anında, Allah Rasulü’ne hemen anında yetiştiriyor ve öyle efendim Allah Rasulü bu suikasttan kurtuluyor. Onlar da sürgün yediler.

Üçüncü ihlal, –çok daha ağır bir ihlal- Kâ’b b. Eşref’in anlaşmaya ihaneti: ve Mekke müşrikleriyle, Allah Rasulü’ne anlaşmaya rağmen Allah Rasulü’ne karşı müşriklerle, anlaşma imzalamaya kalktı Kâ’b b. Eşref Mekke müşrikleriyle anlaşma imzalamaya kalktı. Kâ’b b. Eşref ve…

Dördüncü ihlal, Beni Kurayza: Hendek savaşında, arkadan vurdular. Bu da en ağırıydı. En zor günde arkadan vuran, bir kabile düşünün. Tabi bu… buna karşılık Hendek Savaşı’nda 910 tane Beni Kurayza’nın erkeği, böyle çukurun başına getirildi de böyle kıtır, kıtır, kıtır giyotin gibi doğrandı, atıldı gibi bir rivayeti, bir Yahudi torunun rivayeti, İbni İshak’ın maalesef. Efendim, ikincisi: Bu rivayet üzerine Malezya da yapılmış bir çalışma, harika bir noktayı görmüş. Nedir? “Masada Kalesi Katliamı” vardır Kudüs’te. Romalılar, Kudüs’e girdiklerinde Kudüs’ü yerle bir ettiler yok ettiler. MS  71 yılında Titus döneminde Kudüs’te baş üstünde baş bırakmadılar, taş üstünde taş bırakmadılar, hiçbir şey bırakmadılar, kalan bir avuç Yahudi Masada Kalesi’ne sığındı. Masada Kalesi yazarsanız onu görürsünüz, efendim hemen önünüze çıkar  telefonunuzdan. Öyle bir kaleydi ki bu Romalı komutan bu kaleye ulaşamadı yolu yok. Kale ile karşı dağ arasındaki çukuru doldurdu, haftalar geçti, bir yol yaptı ve Masada Kalesi’nde öldürülenlerin sayısı 913, orada öldürülenler de 913 yani Masada Kalesi Katliamı’nda ki tüm resmedilen fotoğrafı almışlar, görüntüyü getirmişler copy-paste yapıştırmışlar, buraya koymuşlar bilmem anlatabildim mi? Evet…

Peygamberin Ebu Şahm’a borçlu olarak ölmesi, -Biraz önce söyledim-:

  • – Sözleşmeye ihanet etmeyen Yahudilerin varlığını,
  • – Peygamberin vefatına kadar sözleşmeye bağlılığını gösteriyor.
  • – “Hainlere arka çıkma.” ayeti de bunun gerçekten muhteşem bir örneği. Nedir? Nisa 105 “velâ tekun lilḣâ-inîne ḣasîmâ” “Sakın hainlere arka çıkma.”

Bu ayet nasıl indi biliyor musunuz? İbni Ubeyrik denilen bir Müslüman, Ubeyrikoğullar’ından bir Müslüman bir zırh çalıyor, götürüyor Yahudi’ye rehin veriyor -rehinci Yahudi’ye-. Ve zırh aranıyor, bulunuyor. Yahudi’nin yanında, Yahudi zırhın hırsızı olarak sorgulanıyor ve mahkemeye çıkarılıyor. Allah Rasulü’nün huzurunda fakat Yahudi diyor ki: “Bu zırhı bana, Ubeyrikoğullar’ından Ebu Tu’me getirdi. Ebu Tu’me çağrılıyor, Ebu Tu’me’nin savunması alınacak, Ebu Tu’me ne diyor biliyor musunuz? “Ya Rasulullah, o Yahudi ben Müslümanım. Müslümanın lafı dururken Yahudi’nin lafına mı inanıyorsunuz?” Ne yapsın peygamber?.. ‘Ya galiba doğru söylüyor. Bu Yahudi… Yahudi yalan da söyler, söyleyebilir’ diye aklına gelmiş olmalı ki bu ayet iniyor: “Sakın hainlere arka çıkma!”… Nasıl buldunuz? Kafadan yok, kafadan yok… yani kafadan, ‘Onlar kötü!’ kafadan, ‘Biz iyiyiz.’… Yok böyle bir şey, yok böyle bir saçmalık… İnandığınız Kur’an orada bakınız; ayetlerle, rakamlarla, ifadelerle, tam lafızlarla söylüyorum bunu. Örneği ile, isimlerle söylüyorum, yer ile, mekanla söylüyorum. Evet… Allah Rasulü tam onu savunmasını kabul edecekken bu ayet iniyor ve engelliyor ‘Sakın arka çıkma!’ Adam ne yapıyor biliyor musunuz? Mekke’ye kaçıyor Mekke’ye kaçmakla kalmıyor oradan savaş açıyor. Nasıl budunuz?  Evet…

 

Hz. ALİ’NİN MEDİNE SÖZLEŞMESİ’Nİ UYGULAMASI

Mısır valisi Muhammed’e, Hristiyanlara, kendi hukuklarını uygulama  emri veriyor -Muhammed bin Ebu Bekir bu, Hazreti Alinin  yanında büyüdü aslında Esma’nın  oğludur ama babası Ebu Bekir’dir. Bu Mısır valisiydi-, ona Medine Vesikası’nın hükümlerini, Mısırlı Hristiyan yerlilere uygulamasını emrediyor, yani Medine Vesikası, Allah Rasulün’den sonra da yer yer uygulanıyor.

Yürümemesinin teolojik ,tarihi ,sosyal ve siyasal nedenleri var. Keşke zamanım olsaydı da biraz misaller verseydim.

Can yakıcı soru şu:

İçinde dini azınlık olmayan Müslüman toplumlar, bugün barış içerisinde yaşıyor. Buyur Afganistan’a bakın… Afganistan Savunma Bakan Yardımcısı, doksanlı yıllarda geldi -doksan dört mü, doksan beş mi miydi hilaf olmasın, yalan olmasın geldi-, bizimle de görüştüler. Vakfa da geldiler bir ders sonrasıydı. Hatta o gün orada bugün yetkili-etkili makamda bulunan birkaç kişide vardı. Ve orada Bakan Yardımcısı ile konuşuyoruz; biz soruyoruz o cevaplıyor efendim, güzelde Arapçası vardı, Ezher’de okumuş, fendim. Söylüyor: Gülbeddin  Hikmetyar Savunma Bakanı diyor Peştun olmayan, galiba Taciklerden bir bölgenin, üzerine efendim uçakları salıyor… düşünün Sovyetler değil, Afganistan’ı işgal eden Sovyetler yapmıyor bunu, Amerika yapmıyor bunu, bizzat Afganistan’ın içinden çıkmış İslamcı Savunma Bakanı; uçaklarını gönderip kendi halkını bombalatıyor, yedi bin kişi ölüyor o gün… Dedim ki: Bunu nasıl yaptı, ne diye yaptı bunun… Bu adam; -benim bildiğim- dini bilen, dini hükümleri bilen bir insan. Bunu nasıl yaptı, Müslüman öldürmeye nasıl bir şey bulabiliyor, ruhsat?.. Müslüman diye öldürmüyor, dedi; dinden çıktılar, diye öldürüyor… Şimdi, eğer iktidar, kendisini Allah kabul ederse kendisine biat etmeyeni de dinden çıktılar, kabul edecek.  Bu böyle… Korkunç bir örnek, bir tane mi? Bugün Somali’ye bakın… Somali’de: gündüz, devletindir; gece, örgütündür. Somali’de, yüzde bir bile “gayrimüslim” yok dostlar. Var mı? Sadık Bey… Yok. Somali farklı bir mezhepte yok, tek mezhepten gelmiş hepsi de. Somali de farklı bir etnisite de yok. Yani desen ki şunlar, işte şu kabileden, bunlar, bu kabileden, bunlar, bir milletten öyle bir şey bile yok yekpare bir toplumdur. Şu anda dört tane devletleri oldu biliyor musunuz? Dört parçaya bölündü. O da kalmadı. Somali’nin içi, gece, bir örgütte; gündüz, devlette. Her  hafta geçmesin ki insanlar ölmemiş, hatta camiiler bombalanmamış olsun; Camileri bombalayan, hafız teröristler. Evet, biz bunu orada, Somali’nin Diyanet İşleri Başkanı’yla, bizzat görüştük maalesef. Yani sadece orada değil, gidin Afganistan’a, gidin Pakistan’a, gidin Arabistan’a gidin Arabistan-Yemen arasındaki savaşın bilançosu nedir? Bin bir milyon çocuk… İran-Irak Savaşı’nın bilançosu nedir? Bir milyon Müslüman… Hocam sen, Şia’dan ölenleri de mi Müslüman sayıyorsun? Ee sen, saymayı verirsin canım, e sen, sayma yani ya…  Peki, onu soruyorum ben de: “İçinde dini azınlık olmayan Müslüman topluluklar, şu anda barış içinde mi yaşıyor?… Mesele bu…

 

İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ

Dini özgürlük, dinsizliği de kapsar; Mümtehine 8-9. Ayet buna yeter. Orada müşrikler için: “Sizi, vatanınızdan çıkarmayan ve sizinle din savaşı yapmayanlarla, iyi ilişkiler geliştirmenize, Allah size engel olmaz, yasaklamaz” diyor. Ayet bu, özetle…

“Dinde zorlama yoktur.”, ayettir. “Şimdi, sen, onları imana zorlayacak mısın?” diyen, ayettir. “İsteyen iman etsin, isteyen inkar etsin.” diyen, ayettir. yukarıda okudum

 MÜSLÜMAN TARİHİ, İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜNDE, SINIFTA KALMIŞTIR dostlar…

 

PEYGAMBERİN UYGULAMALARI

Bakara 256’ının iniş nedeni nedir biliyor musunuz? Çok ilginç Bakara 256 “Lâ ikrâhe fî-ddîn(i)(s) kad tebeyyene-rruşdu mine-lġayy(i)(c) femen yekfur bi-ttâġûti…” Evet, oradaki tâğût-ta bizim efendim dincilerin, örgütlerin, Selefilerin, dediği gibi değil; tâğût, aslında dine ilave edendir, dini çığırından çıkarandır. Neyse, geçelim… Ne oldu biliyor musunuz? Medine de olmuş bir olay: Çocuğu olmayan Evs ve Hazreç’liler, “Çocuğum olsun” diye bir gelenek varmış. Medine’de, çocuğu olunca, Yahudilerin yanına verirlermiş yani Meryem gibi “adansın” diye… İlginç… Müşrik Medine’lilerin böyle bir adeti varmış. Bu yolla, bir çok Medineli Arab’ın çocuğu, Yahudilerin yanında, evlatlık olarak yetişmiş. Beni Nadir sürüldüğünde bu evlatlıklardan bir hayrı varmış. Ve şimdi onları o yavruları yavru iken bu ailelerin yanına veren anne ve babalar gelmiş Resulullah’a ‘Ya Rasulullah, biz o  zaman biz müşriktir, bugün müminiz; oğullarımızı istiyoruz, çocuklarımızı istiyoruz.’ Peki, siz olsanız ne yapardınız?.. İçinizden tutun. Allah Rasulü, ne yapmış şaşıracaksınız, ters köşe… İnsan hürriyetine, insan iradesine, bu kadar saygı Allah aşkına örneğe bakar mısınız: ‘Çocuklar versin kararı.’… Nasıl buldunuz dostlar? Vaizleriniz, niye anlatmadı onu sorun, gidinde onlara.

Hicret ve Abdullah b. Ureykıt örneği, geçti.

Emaneti ehline vermek ve Ebu Talha örneği, geçmedi ama eskiden geçti.

Müellefe-i kulub ödeneği: Evet, muellefe-i kulub ödeneği… Allah Rasulü muellefe-i kulub ki ayette var -sekiz sınıf zekat verilecek sekiz sınıftan biridir-, “Kalbi İslam’a ısındırılacaklar” Allah Rasulü bu bahisten, müşriklere bir pay ayırdı düşünsene, bir pay… Gelirden bir pay ayırıyor onlara; “Kalbi İslam’a ısındırılacaklar” payı… Ondan sonra iki yıllık hilafetinde Hz. Ebu Bekir ayırıyor. Hilafetinin ilk iki yılında Ömer ayırıyor. Fakat bakıyor ki kalbi İslam’a bir türlü ısınmıyor adamların ya; ver dur, ver dur, ver dur… Yani alıyorlar parayı, alıyorlar altını, alıyorlar gümüşü, alıyorlar malı ama kalbe gelince, o ısınma yok, buz gibi böyle… Hz. Ömer de diyor ki: “Bundan sonra ödemeyin.” diyor. “Tamam, bitti bu iş.” diyor. Ve işin ilginci; Muaviye ve babası, Kalbe İslam’a ısındırılacaklar kontenjanını, Hz. Ömer kesinceye kadar kullanıyorlar.

 

ÖLDÜR FIKHI

Üç seçenek: ya İslam ya cizye ya kılıç. Budur, fıkıh budur. Maalesef bunun üzerine gelinmiştir. Yani “Ya dini değiştirirsin, ya cizye ,verirsin ya da kelleni alırız.” Bu  mudur, bu kurana uygun mudur?

Fetih mi işgal mi: Onu da siz, cevap verin…

Çapul ve çökme ile ganimet, arasındaki fark nasıl kayboldu: Ama bunu anlatmalıyım arkadaşlar. Çünkü, “Ganimet” meselesi yanlış anlaşılıyor. “Ganimet” denince: Çapul anlaşıyor, çökmek anlaşılıyor. Çapul değildir ganimet. Yani düşmanının malının tamamına çökmek: çapuldur, ganimet değil. Ganimet nedir? Kur’an’da geçen, meşru ganimet nedir? Allah Rasulü’nün uygulamalarından… Şimdi ne vardı?..

Savaşları hatırlayalım:

Bedir var: Bedir’de yenilenlerin mallarına gidilip, çöküldü mü? Yok öyle bir şey olmadı, onu geçiyoruz, Esir alındı mı? Alındı. Köle edildi mi? Hayır. Bir tane mi; bir tane dahi köle edilmedi. Ne yapıldı? “Kurtuluş Akçesi”, -Muhammed Suresi’nde 4. Ayeti- kurtuluş akçesi alınarak, kimisi veremeyene alınmadan kimisine de 10 kişiye okuma yazma öğretme karşılığında, salı verildi, tamam bu.

Hendek: Hendek’te, savaş yerine getirilmiş kazanlar alındı. Çünkü onlar, savaşın unsurlarıdır. Anlatabiliyor muyum?.. Onun dışında bir şey yok… Gidipte; kabilelerine, mallarına çökülmedi.

Mekke’nin Fethi: Mekke’nin Fethi’nde, müminleri Mekke’den çıkaran ve hala müşrik olan herhangi birinin evine girilipte… Hatta bu adamlar, muhacir müminlerin evlerine konmuşlardı, mallarına konmuşlardı; bir tanesinin evinden, ganimet diye mal alınmış mıdır? Var  mıdır böyle bir örnek, okuduğunuz mu? Hayır.

Huneyn: En tipik örnek. Huneyn, ölüm-kalım savaşıydı. Hevazin Kabileleri hep geldiler, orda… Ve orda gelirken kabile reisi, daha doğrusu savaşın komutanı, Ebu Amir’di galiba, tüm savaşçılara: Eşlerini, çocuklarını ve tüm altın, gümüş ve hayvanlarını da savaş meydanlarına getirmelerini emretti. Eşleri, çocukları ve hayvanları savaş meydanına getirildi ve zincirlendi. Niye bunu yaptı adam? Ya ölür, ya öldürürsünüz yani bugün burada ya zaferle çıkacaksınız Müslümanları bitireceksiniz, peygamberin ordusunu, yok edeceksiniz yada sıfıra ineceksiniz çocuğunuz, çoluğunuz, malınız ve siz de canınız bitmiş olacak… Yani bu aslında tüm oraya getirdikleri, bir savaş aracıydı; onun için oradakiler alındı. Bu adamların köylerine, badiyelerine, kasabalarına, gidilipte, evlerinden, bir tane mal alınmamıştı, bir tane bir şey aranmamıştır. Bu hiç bir dönemde yapılmadı. Oraya gelenler niye alındı? Çünkü, savaşın unsurudur. Anlatabiliyor muyum? Yani eğer biriyle savaşıyorsanız onun ele geçirdiğiniz savaş malzemelerini alırsınız. Bugünkü savaş hukukunda da var. Ama tarihte uygulama böyle mi oldu? Olmadı maalesef. Ne oldu: yenilenin her şeyine çökmek; gidilip her şeyine zahiresine, ambarına, altınına, gümüşüne, karısına, kızına, şununa, bununa… Tarihte böyle  oldu? Tarihsel uygulama böyle. Şimdi tarihte; Müslümanların bu çirkin, bu haddi aşmış uygulamasını, siz, İslam’a, Kur’an’a  mal ederseniz hak mıdır?.. Bunu izah etmem lazımdı bu önemli çünkü. Çökme ve çapulla, ganimet aynı şey değil.  Yani  savaşın aracı olmamış bir mal, yenilen düşmanının dahi olsa alınamaz. Evet…

 

CENNET GARANTİLİ SERİ KATİL

ÜRETME İDEOLOJİSİ: TEKFİRCİLİK

Küfür: Öldüren mızrak arkadaş… Evet ,kurşun, giyotin, füze, nükleer füze,  tekfir bu. Tekfir, birini, kafir dediğin zaman öldürmek serbest oluyor. Canına el koymak serbest, malına el koymak serbest, ırzına el koymak serbest… Çünkü; klasik anlayış bu geleneksel anlayış bu…

Kafir: kanı, malı, ırzı helaldir…

Kafir: medeni mevta: Lâlekâî’nin Aforoz Kodeksi-ni biliyor musunuz? Lâlekâî: Bir fıkıhçıdır. Aforoz Kodeksi şu: Yolda karşılaşırsan, selam verirse alınmaz, kendisine selam verilmez, hasta olursa ziyarete gidilmez, hasta olursan ziyarete gelirse kabul edilmez, kız verilmez, kız alınmaz, miras kalmaz ,mirasçı olamaz, ölürse cenazesine gidilmez, Müslüman kabristanına defnedilmez… Hadi buyur… Gel de farklı düşün, gel de muhalif ol, gel de bunlardan olma, gel hadi buyur… İmamı Ebu Hanif’e bunu yaptılar işte… Evet, Kafir: medeni, mevta. “Kafir”  dedikleri medeni, mevta gitmiştir. Kafir: muhalif ,rakip, öteki, deccal, şeytan ilan edilir hiç, hiç beis yok yani. Kafir: canı helal ,malı helal, ırzı helal, katli vacip…

 

DİNDEN DÖNENİ ÖLDÜR VAHŞİLİĞİ,

Uydurulmuş Din’in seri katil hadisi: “Dinden döneni öldür.”… Allah aşkına böyle bir şey olabilir mi?..

İmamı Azam örneği: “İki kez dinden döndü, tevbeye davet edildi” diyor, koca koca adamlar. Evzâî’nin, onun için ölümüne, katline fermanı var…

“Sizin  dininiz, size” diyememenin ağır faturası budur işte; önümüze getirir koyarlar böyle “Lekum dînukum veliye dîn” “sizin dininiz size…” diyebilirdiniz…

 

SADİZM SEVAP, SADİST MÜCAHİT OLUR MU?

Diri diri gömülen Amr el-Mahsus: Yezîd’in oğlu Muaviye, ikinci Muaviye derler. Çok vicdanlı bir insan olarak yetiştirdi bu hocası. Babası Yezîd, dedesi Muaviye. İlk hutbesinde çıktı ve dedi ki : “Babamın ve dedemin günahlarını reddediyorum, onların zulümlerini reddediyorum, ben onların varisi olmayacağım.” Nasıl bir torundur?.. Alnı öpülesi, Yezîd’in çocuğu bu… Ama aile zehirledi bunu, altı ay sonra. Hilafetinin altıncı ayında zehirledi. Ama hocasına ne yaptılar biliyor musunuz? Diri diri gömdüler Amr el- Maksus…

Hişam’ın, Evzâî’nin fetvasıyla, Ğaylan ve Salih’i işkenceyle katledilmesi: geçelim onu biraz önce değindim.

Derisi soyulan Nesimi: Nesimi’nin akidesi, benim akideme benzemez. İnancı, benim inancıma benzemez. Ama Nesimi, benim gibi inanmıyor diye, bir insanın derisi soyulur mu yahu?!. Bunu da kadı, şeriat fıkhı olarak, buyurur mu yahu?!. Bu din, kimin dini yahu?!. Buna evet diyen adama, “sadist” denmez mi yahu?!. Kim olursa olsun… İnsan, insana bunu yapar mı ya?!.

Gazali’nin  patronu Nizamülmülk’ün yaptığına bakar mısınız? Vezir el-Kündüri, Gazali’nin patronu Nizamülmülk’ten önceki baş vezirdir. Tuğrul Bey’in veziridir bu Kündüri. Ne yaptı biliyor musunuz? Mezhep farklılığı hıncından dolayı… Kündüri’nin mezhebi: Usulde Mutezili, furuğ da Hanefi yani ehli kuran idi, ehli rey idi Kündüri. Peki, Gazzali’nin patronunun mezhebi ne? Eş’ari, Nizamülmülk. Ne yaptı biliyor musunuz Kendinden önceki vezire? Önce bir iftira etti onda sonra vücudunu beş parçaya ayırdı, yani kafasını, gövdesini, bacaklarını, kollarını; her bir parçayı, bir şehre gömdürdü… Bu nasıl bir hınçtır birader? bu nasıl bir hınçtır? Evet, şükür, maratonun sonuna geldim.

Değerli dostlar! Mübarek Kur’an; bize hikâye anlatmaz, masal anlatmaz, fıkra anlatmaz; insanlık durdukça duracak, ilkeler verir. O ilkelerden birini daha öğrendik bugün, anlatabiliyor muyum? O ilkelerden birini… Yani o ilke: “Lekum dînukum veliye dîn” ilkesiydi bu anlamda. Onun için eğer öteki yoksa, sende yoksun. Kötü yoksa, iyiyi fark edemezsin. Karanlık yoksa aydınlığı bilmezsin. Beyaz yoksa siyahı bilmezsin. Anlatabiliyor muyum? Onun için günah yoksa sevabı bilmezsin. Her şey, zıttı ile kaim. Çünkü varlık böyledir. Mahlukat böyle yaratılmıştır. Ezdat, ezvac… Ezvac olarak yaratıldığını söyleyen de mübarek Kur’an. Onun için bir şeyin zıttını yok etmek, görevimiz değil. Domuzun eti haramdır diye; domuzun soyunu yok edemezsin. Edersen bir ayeti yok etmiş olursun. Çünkü: Domuzu yaratan Allah’tır; domuz da Allah’ın ayetlerinden bir ayettir; var mı itirazı olan? Etini yeme arkadaş… Orada dur ama değil mi? Görüyorsun değil mi?.. Muhteşem bir ilkeyi işledik, Kâfirun Suresi bağlamında. Rabbim; hücrelerimize, aklımıza, irademize, zihnimize giydirsin inşallah bu ilkeyi ve hayatımıza…

Hepinize saygı, sevgi, selamlarımı sunuyorum. İki hafta sonra tekrar yeni bir derste buluşmak üzere, Allah’a emanet ediyorum.

Ekler var ama ekler bekler… Eyvallah…

 

Yorum Yaz