Siretü’l Kur’an 42. Ders | Fil Suresi: “Büyüğe Tapma, Hakka Tap” Dersi

SİRETÜ’L KUR’AN 42. DERS |

Fil Suresi: “Büyüğe TapMA, Hakka Tap” Dersi | 03.04.2022

 

Değerli dostlar, hepinizi selamların en güzeliyle Allah’ın selamıyla selamlıyorum! Günümüz, dünümüz ve sonumuz hayır olsun diliyorum. Ramazanımız mübarek olsun. Bizi mübarek kılsın. Hoş gelen Ramazan, bizi boş bulmasın. Nahoş bulmasın, hoş bulsun. Ramazan: Kur’an ayı. Kur’an, yeniden gönüllerimize ziyasını, ışığını saçsın. Ramazan’la misak tazeleyelim, akit yenileyelim. Yeniden söz verelim; kulluğa ihanet etmeyeceğiz, kendimize ihanet etmeyeceğiz, aklımıza, bilincimize, irademize yani emanete ihanet etmeyeceğiz.

Ramazan: oruç… Oruç tutmak, kendini tutmaktır. İnsanı bozan şeyler, orucu da bozar. Zulüm, insanı bozar. İftira, yalan insanı bozar. Haksızlık, hak yemek, haram yemek insanı bozar. Başkasının hukukuna girmek, mahlukata zulmetmek, haddini aşmak, sınırlarını çiğnemek, kırmızı çizgileri çiğnemek insanı bozar. Vicdansızlık merhametsizlik insanı bozar. Aptallık, ahmaklık insanı mutlaka bozar. Ve daha sayayım gitsin… İnsanı bozan her şey, orucu bozar. “Sakız, orucu bozar mı?” sorusundan vazgeçin. Vazgeçin… “İğne, orucu bozar mı?” sorusundan vazgeçin. “Diş dolgusu, orucu bozar mı?” sorusundan vazgeçin. Zulüm, haram, sınır çiğnemek, aptallık, ahmaklık, aklı kullanmamak -ve daha sayayım-, orucu bozar mı sorularını sorun. Siz sorun. Hiç olmazsa siz sorun! Hani mübarek Kur’an diyor ya: “Aranızda bir ümmet bulunsun, bir topluluk bulunsun hakka çağıran, hayra çağıran ve kötülükten alıkoyan -kendini alıkoyan başta- bir maya topluluk… Allah, bir toplumu değiştirmek için maya kullanacağı zaman, sizi kullansın. Siz maya olun. Dönüştürmek için Siz maya olun. Dolayısıyla insanlığın iyilik mayası olmaya aday olmak lazım. Yoksa bu ibadetler sevgili Resul’ümüzün ifadesiyle, “Yapanın yanına sadece yorulduğu kalır namazdan. Açlığı kalır oruçtan.” Ve tabi ki dinsel turizmi kalır Hac’dan Umre’den… Onun için maksat bu mu? Değil. Dolayısıyla oruç tutmak kendini tutmaktır, öfkesini tutmaktır, kinini… Kinini atmaktır, oruç tutmak. Kinini şeytana atmaktır. Maalesef dininin ve kininin sahibi bir gençlik istiyorlardı birileri… Dindarlık, kindarlıkla beraber yaşar mı be!? Bu nasıl din bakış açısı, bu nasıl bir savurulma, bu nasıl bir sapma açısıdır ya?.. Hangi kin… Kinle dini nereye sığdırdın? Hangi kalbe sığdırdın? Dolayısıyla bir yüktür zaten kin. En haklı olduğunuz durumda dahi bir yüktür. Taşıyana yüktür. İnsan sevmediğini niye içinde bu kadar taşır ki? Sevmediğine içinde niye bu kadar lök gibi bir yer ayırır ki değil mi? Kurtul gitsin. Ha demesi kadar kolay mı Allah’ın Mustafa kulu? Değil tabi kolay olsa niye söyleyeyim? Bunu kendime söylüyorum aynı zamanda siz benim aynalarımsınız. Size yansıyor ve bana geri dönüyor sözlerim. Ben de onlardan istifade etmeye, kendimden istifade etmeye çalışıyorum. Size de tavsiye ederim, kendinizden istifade edin. Kendinizden istifade edin, sizde çok şeyle var. O sizdeki o mücevherleri görün. İnsanın kendisine de haksızlık etmesi haramdır. Kendinize haksızlık etmeyin. Sadece başkasına değil kendinize de haksızlık etmeyin, sadece başkasının değil kendi hakkınızı da yemeyin. Dolayısıyla kendi haklarınızdan biri de kendinizden istifade etmenizdir, tecrübenizden istifade etmenizdir. Mü’min bir delikten iki kez sokulmaz. Niye? Tecrübesinden istifade eder de ondan. Onun için yaşanmışlıklarınız değerlidir. Acılarınız değerledir. Acılarımız değerlidir. Sancılarımız değerlidir. Düşmelerimiz, sürçmelerimiz değerlidir. Acılarımız ne zaman hocalarımız olur? Eğer istifade edersek. Eğer öğüt alırsak, eğer ibret alırsak acılarımız, hocalarımız olur. Olsun mu?.. Bence olsun. Yoksa mı, sevgili şairimiz, Kur’an şairimiz Akif’in dediği gibi: “Hiç ibret alınsaydı tarih tekerrür mü ederdi?”… İbret alınmazsa tekerrür eder. Aynı şeyi bir daha bir daha bir daha yaşarsınız. Aynı şey, bu anlamda bu tekerrür, bakınız Ramazan’da da yaşanıyor. İbadetler de tekerrür var. Ama ibadetlerin tekerrürü, tekerrürden ibaret değil. Yani “Namaz kılmak, bir yolculuk yapmaktır. Aynı yerde yerinde saymak ve patinaj yapmak değil.” Onun için her namaz: o yolculukta bir duraktır. O yolculuk… “Her Ramazan da ömür yolculuğunda bir duraktır.” Bu durakta biraz nefeslenecek insan. Niye nefeslenecek? Hani Kızılderili atasözünde dediği gibi: “Biraz yavaş olun, biraz durun ruhlarınız arkada kaldı.” demiş. Çok hızlı gidiyorsunuz, ruhlarınız arkada kaldı… Haz ve hız çağında yaşıyoruz ve insan durmadan düşünemez. Düşünme fiili “düşme” kökünden gelir Türkçede. Düşmek… Düş, düş görmek de oradan gelir. Düşme de oradan gelir. Düşünme zaten oradan türetilir. Neden? Düşmek: durmak demektir. Bugün kullandığımız anlam, anlam kaymasıdır. Yani yukarıdan aşağı düşmek anlamı sonradan kazanmıştır Türkçede etimoloji bu kelimenin… Onun için Azeriler hala uçak durdu, uçak düştü… hatta şakasını da yaparlar ya telefon ediyormuş, “Uçak düştü… Eyvah!..” yok uçak durdu, uçak indi demektir yani. Dolayısıyla bu anlamda, düşmeli insan yani durmalı. Durmalı ve düşünmeye başlamalı. Koşarken farkındaysanız, insan selim düşünemez. Bir durması lazım. Şu haz ve hız çağında bir “es” vermesi lazım. Bir es ver… Niye es ver? Çünkü onarman lazım kendini. Bozulan yerlerin var: düşüncede, bakış açısında, vicdanında, iradende, bilincinde, zihninde, duygularında, düşüncelerinde, bakış açında bütün bunlarda arızalar var. Sapma açıları var. Kalibrasyon dedikleri şey. Ne demek? Ayar. Ayar değil mi? Eğer bir tartı makinası bir terazi kullanıyorsanız hassas olsun, ister kantar olsun fark etmez. Kalibrasyon gerekli. Kullandığınız her ölçen alete, kalibrasyon gerekli. Saate de kalibrasyon gerekli. Niye? Saatler de geri kalır, ileri gider. Dolayısıyla bu anlamda ayar lazım. İnsana da ayar lazım. Hassas ayarlar lazım insana. Dolayısıyla kendimize de ayar lazım. Peki ibadetlerin maksadı ne? Ayar vermek, kalibrasyon yapmak… Dur bakalım!.. Niye dur? Beden dursun. Çünkü bunca zamandır hep bedeni besledin. Mide acıkırdı tamam doğru çünkü hücrelere yakıt lazım, hücrelere yakıt için mideye de depoya da bir şeyler girmesi lazım. Oradan dağılması lazım sindirim sistemi yoluyla, enzimler yoluyla dağılması lazım bedenin her hücresine gitmesi lazım. Kan taşıyacak bunları. Ve mitokondriler yani bedenin pilleri, hücrenin pilleri onları alacak ve yakıta dönüştürecek, kimyasal piller bunlar. Ve o enerji biz harcayacağız; ben geleceğim burada karşınızda işte söze dönüşecek, el hareketlerime dönüşecek, beynimde düşünceye dönüşecek, yüreğimde inanca dönüşecek. Yani o yakıt işte o yakıt… nereye yaktığına bağlı nereye kullandığına bağlı. Temiz yakıt, temiz düşünce çıkarır. Pis yakıt, tıpkı egzozdan çıktığı gibi havayı kirletir, emisyonu yükseltir. Bu anlamda kalibrasyon lazım. Ramazan bir kalibrasyondur. Yani ayar. İnce ayar çeker insana. Çeker mi? Yok be Allah’ın Mustafa kulu Ramazan bizim için pide. Yani öğünlerin yer değiştirmesi. Diyoruz ki: sabah kahvaltısına sen biraz şöyle beri gel iki saat, üç saat bir öne alalım seni; öğle yemeğine de diyoruz ki seni akşamla birleştirelim. Hiç şey yok fark yok aslında fedakârlık yok vazgeçme yok. Onun için sabah kahvaltısına sen üç saat şöyle beri gel, öğle yemeğine de seni akşamla birleştirelim; akşam da Allah ne verdiyse dayanalım ve Ramazan’dan çıktığımızda üç kilo daha almış oluruz. Bu değil ki. Bu değil. Ne ya peki? Kur’an ayı ya. Kur’an da anlam ya anlamın babası ya. Anlam… Dolayısıyla anlamla buluşmak için yani metafizikle buluşmak için mana ile buluşmak için maddeni ikincil yap second yap. First olan anlam olsun, beden bir adım geriye çekilsin. Dolayısıyla şimdiye kadar bedeni, hep önde tuttun ama anlamla buluşman için bedeni, ikincil yap, arkaya at, şöyle bir sıra geriye gitsin dolayısıyla anlamla buluş. Çünkü vahyin anlamı ancak bedeni yerine koyduğunda yani maddeyi yerine koyduğunda bulur buluşursun. Dolayısıyla geçen bir yakınlarımla konuşuyoruz. Orada şikâyet edildi. Yani işte Müslüman şark toplumlarının maddeleştirmeden maddeleştirmesinden şikâyet edildi. Neden işte şöyle şöyle şöyle oluyor. Bakınız işte burada fiyatlar çok değerlidir. Fiyatlar çok değerlidir. Fiyatlar üzerine çok düşünülür çok. Tepki bile fiyatlar üzerinden gösterilir, değerler üzerinden gösterilmez… Adalet gider, kılı oynamaz. Hakikat gider yerine yalan gelir kılı oynamaz. Ahlak gider yerine ahlaksızlık gelir kılı oynamaz. Tüm kırmızı çizgiler ihlal edilir kılı oynamaz. Ama fiyatlar, faturalar kabarınca bizimki delleniverir. Niye kılın oynamadı? Değerlerde niye kılın oynamadı? Ha… Ben de dedim ki… artık açtılar kutuyu söylettiler kötüyü… Ben de dedim ki: “Şarkın gerçek dini, materyalizmdir.”… Dedim bunu yani. Görüyorum çünkü. Materyalizmdir… Maddedir… Bakınız… Dostluklarda ölçüye bakınız. Hürmette ölçüye bakınız. Saygılarda ölçüye bakınız. İnsanlar neye saygı gösteriyor? İnsanlar neden korkuyor ölçüye bakınız. İnsanlar neye ilgi gösteriyor, neye yakın olmak istiyor, ne için can atıyor ona bakınız. Hepsinin tek bir karşılığı madde. Peki doğunun dini ne? Ne bu toprakların dini. Evet maalesef… Daha söylenecek çok şey var… Tam da işte ayar meselesi ya hadi bir ayar verelim. Bir ayar verelim, Ramazan’ı değerlendirelim. Hoş geldi bizi hoş bulsun, hoş etsin, hoş yapsın inşallah… Ramazanımız tekrar mübarek olsun.

Bugün Kur’an’ın Hayat Yolculuğu dersimizin 42.sini yapıyoruz hamdolsun. 3 Nisan 2022. Dersimizin konusu “Fil Suresi” “Büyüğe tapMA, hakka tap!” dersi. Evet Tekâsür Suresi: Çoğa tapMA hakka tap, dersiydi. Fil Suresi de “Büyüğe tapMA hakka tap” dersi. Şöyle bir ayetlere tanık olalım. Ayetler de bize şahit olsun. Karşılıklı şahitleşelim. Sureyi bir gözden geçirelim siz de zihninizden hem okuyun hem de namazlarınızda, ibadetlerinizde -bilmem kaç kere okuduğunuz kaç bin kere- okuduğunuz bu mübarek sure ne diyor? Anlamını da bir alt yazı gibi bundan böyle altından geçirin. Zihninizin ekranına düşürün. Yani okuduğunuz ayetlerin anlamlarını, ekranınızdan, zihin ekranınızdan mutlaka geçirin o zaman okumuş olursunuz yoksa o telaffuzdur, papağana da öğretebilirsiniz. O telaffuzdur, seslendirmedir… Bir ayeti seslendirmek onu okumak değildir. Anlamdır… Biraz önce de söyledim, “Anlamdır”. Aslolan, vahyin kaynağından hedefine ulaşan şey, anlamdır. Anlam yoksa o yoktur; amaç gerçekleşmez…

“bismillahirrahmanirrahim” özünde rahmetli, işinde merhametli Allah’ın adıyla Allah adına

Elem tera keyfe fe’ale rabbuke bi-ashâbi-lfîl.”görmedin mi senin Rabbin -fil dostlarına fil kulübüne, fil ordusuna, -filcilere hepsi anlamına gelir hepsi de doğrudur- ne yaptı?” Bunu görmedin mi bir baksana bir görsene.”

E lem yec’al keydehum fî tadlîl.” “onları onların tuzağını saptırmadı mı? başlarında paralamadı mı kurdukları tuzağı kendilerini düşürmedi mi?” “keyd: tuzak”, geleceğim açacağım efendim. Hile, tuzak, “hud’a”, “tadlil” dalalet aynı köktendir. Dalalet: sapmak tadlil: saptırmak. Yani burada kurulan bir tuzak var, tuzağı tersine döndürdünüz mü, tuzağı kuran, tuzağa yakalandı mı, buna “tadlil” denir. Yani kendi tuzaklarına düşmediler mi?

Ve ersele ‘aleyhim tayran ebâbîl “Allah, Rabbin onların üzerine Ebabilleri gönderdi.” “tayran”, bunlara dikkat edin gelecek tabi. Yani şu belirsizliklere çok önemli dikkat edin “tadlilin” bakınız belirsiz gelmiş “Nekra”. Kelimeler: belirli olur, belirsiz olur. Bakınız. Efendim “tayran”, “et-tayr” gelebilirdi “tayran” gelmiş, belirsiz gelmiş. Başka “bi hicâratin” belirsiz gelmiş. Yani taş gibi bir şey. Ama tam da taş değil. Tanımlanamayan taş. Taşa benzer bir şey ama taş da değil. Yani belirsiz… “Bi hicâratin min siccîlin” “mines-siccil” değil, “Lam-ı tarif” gelmemiş, “El takısı” yok. Dolayısıyla bunlara dikkat edin, gelecek inşallah açacağım bunları. “Ve ersele ‘aleyhim tayran ebâbîl“Onların üzerine uçan tanımlanamayan cisimler gönderdi.” Biraz UFO gibi oldu değil mi? UFO’da -biliyorsunuz İngilizcesinin baş harfleridir.- tanımlanamayan uçan cisim, demektir. Peki ne oldu şimdi? UFO diye bir varlığa dönüştü. Oysaki UFO’nun kendisi tanımlanamayan uçan cismin İngilizcesinin baş harfleriydi. Ama UFO kelimesine isim muamelesi yapınca tanımlanmış bir cisme dönüştü. UFO gördüm, diyor. Ya  UFO zaten tanımlanamayan uçan cisim. Değil mi? Unidentified flying object. Dolayısıyla flying object… Dolayısıyla bu, İngilizce cümlenin aslında baş harfleri. Burada da tanımlanamayan olduğunu gösterir bunlar, döneceğim inşallah.

Termîhim bihicâratin min siccîl.” “Onlara atıyorlardı taş misali, taşa benzer bir şey.” Taş gibi düşünün. “min siccîl” üstelik pişirilmiş anlamına da gelir, tescilli anlamına da gelir, güdümlü anlamına da gelir tescilli. Üzerine adını yazmış atıyorsun. Düşünün bir ok veya bir kurşun, üzerine ismini yazmışsın… Veya güdümlü füzeler var biliyorsunuz TOW gibi MİLAN gibi telli güdümlü, telsiz güdümlü… Dolayısıyla şimdi artık telli güdümlüler kalmadı. Bunlar nedir? Hedefi tam leyzırla-lazerle işaretlersin; o hedefin arkasını bırakmaz, nereye giderse gitsin varır ve vurur. Aynı onun gibi düşünün “min siccîl” tescilli. Bu anlama da gelir.

“Fece’alehum ke’asfin me/kûl” “Onları yenilmiş bir ekine döndürdü.” Ne demek yenilmiş ekin? Ekinin başağını yiyince geriye ne kalır?.. Heh, sap gibi bıraktı, demektir bu. Evet hepsini açacağım…

 

FİL SURESİ

Adı ve surenin adları üzerine genel bir bakış. Kur’an’da surelerin adları vahiy değildir. Bazen bu adlar surenin içinde nadir geçen, Kur’an’da nadir geçtiği için nadir geçen kelimeden alır. Bu surede öyle olmuştur. Neden? Kur’an’da bir tek yerde anılır o da burada fil. Onun için bu tek yerde nadirlikten dolayı sureye isim olmuştur. Peygamberimiz bu sureyi bu isimle mi isimlendirmiştir bilmiyoruz. Mümkindir ki değildir. Çünkü surelerin isimlendirmelerinin son şeklini alması 1924’tür. Anlatabiliyor muyum? Nerede ise 1400 yıldan beri surelerin isimleri oluşuyor. Onun için bazı surelerin isimleri çifttir mesela. Mü’min Suresi’nin bir ismi de Ğafir Suresi-dir. Anlatabiliyor muyum? Bazı surelerin isimleri çifttir hala… Hatta doğuda biri kullanılır, batıda biri kullanılır mesela… Mushaflarda öyle yazar. Dolayısıyla nadirlikten dolayı verilir bazı isimler. Bazı isimler Allah Rasulü’nün döneminde almıştır “Fatihatü’l-Kitab” gibi; yani biz Fatiha diyoruz ya… dolayısıyla o zaman almıştır bu isim. Onun için bazı sureler çok çok daha sonraları isim olmuştur. Mesela: Taberî Tefsirinde surelerin o dönemde isimleri oluşmayan surelerin adlarını vermez, ilk ayetini verir sadece ilk kelimelerini verir. Dolayısıyla ismi oluşmamış, oturmamış daha. Onun için surenin isimleri, vahiyden değildir. Hatta Mushaflara sure ismi yazılması da Mısır baskısı, 1924 Mısır baskısı iledir. Yine Mushaflara rakam yazılması, ilk rakam yazılan Mushaf yine 1924 Mısır Kahire baskısıdır. Anlatabiliyor muyum? O zamana kadar rakam yazılmazdı, rakam yenidir. Yani bu rakamlar yenidir, bu isimler yenidir dediğim gibi. Ya ne vahiydir ne değildir meselesinde… böyle işte bir harfine bile falan şeylerle girmeyin. Bu doğru değil. Bu değil ki mesele. Vahiyden maksat bir harfi bile değil ki. Temizlikten maksat iğne ucu kadar kuru yer kalmaması değil ki nereden çıkardınız bu iğne ucu dindarlığını. Ha. Yani siz ne kadar küçük bir tanrıya inanıyorsunuz; eline mikroskop alacak böyle iğne ucu yer kalmış mı falan… Böyle bir Allah’ınız mı var sizin? Veyahut da saçının tek teli bile ha… Böyle bir Allah’a mı inanıyorsunuz?.. Allah’ın bunlarla ilgilendiğini mi düşünüyorsunuz siz. Çok küçük! Yapmayın! Allahu ekber-e inanın bir. Bunlarla mı ilgileniyor… Zaten bunları büyütenler, ahlakı küçülttüler. Bunları büyütenler, aklı küçülttüler. Bunları büyütenler, insanı küçülttüler. Bunları büyütenler, adaleti küçülttüler. Bunları büyütenler, sorumluluğu küçülttüler. Bunları büyütenler, takvayı küçülttüler. Farkında mısınız? Saçının tek teli bile diye işi oraya yoğunlaştıranlar, aslında iffeti küçülttüler. Temizliği küçülttüler; iğne ucu kadar yer kuru yer kalmayacak… Derdimiz bu mu olacak yani? Bu nedir? Bu kateşizm-dir. Hıristiyanlıktan alınma ilmihâlciliktir. Bunun adı var. Onun için yani… Oh be söyledim ya… Yani rahatladım. Bunu epeyden beri söyleyecektim. Efendim  bir laf denk gelmiyordu. Bunun söylenmesi lazım. Şu gök kubbeye salayım da bu sedamı, bir ömürlük tecrübelerle ulaştığım bu sonuçları. Biz ölümlü insanlarız ya bugün varız, yarın yokuz; gittikten sonra bu gök kubbede bunlar dalgalansın. Bir iyiler arayıp da bunun işi, işin aslı nedir ya. Bu yani kıl tüy işi mi bu iş, yoksa işte iğne ucu kadar yer kalmasın milleti paranoyak etme işi mi? Anlatabiliyor muyum? Milleti hasta etme işi mi? Benim bir yakınım vardı, kırk dakika sürerdi abdesti ya. Allahtan kork! Bir de su o zaman bu kadar pahalı da değildi. Yani her şeye zulüm. Karısına zulüm, çocuklarına zulüm, musluğa zulüm, kendine zulüm, eline zulüm, ayağına zulüm. Zulüm ya hu. Kırk dakika abdest alınır mı? Bir de beş vakte, beş tane abdest alacak,, dört tane alırsa olmaz, üç tane alırsa olmaz. Hastalık! Bu dindarlık falan değil. Bu obsesyon. Bu obsesif kompulsif hastalık. Takıntı… Dolayısıyla lütfen, din böyle bir şey değil. Aman ha. Onun için bakınız Ramazan tam fırsat, bir daha şu biliyoruz zannettiğimiz şeyleri, bir daha gözden geçirelim. Evet isimler üzerine genel bir görüş ifade etmiş oldum. Tabi hepsini söylemedim. “Kur’an’ı Anlama Yöntemi” isimli eserimde bu konuda başlık var zaten.

İniş sıralamasında 20, Mushaf sıralamasında 105. Sure. Evet, 20. sureye gelmişiz bakınız. Kur’an’ın Hayat Yürüyüşü derslerinde 20. suredeyiz daha yolun başında sayılırız ama elhamdülillah iyi gittiğimizi düşünüyorum. Yani sindire sindire yedire yedire hazmede ede gidelim. Yani Kur’an’ı yiyelim. Aman şimdi bir de Kur’an yeme çıkarma ya bu değil. Yemekten kastım o değil. Yani Kur’an’ı şöyle ya yemeği yiyoruz değil mi midemizde çözünüyor asitlerle ondan sonra bağırsağımızda emiliyor ve işte kan yoluyla dağılıyor, dağılımı yapılıyor yani rasulleri var midemizin enzimler var ulaştırıyor hücrelere falan. Biraz önce söyledim mitokondriler ulaşıyor. Mitokondriyal DNA’lar aslında hücrenin pilleri kimyasal pilleri. Oralarda enerjiye dönüşüyor ve biz onları harcıyoruz. İşte tüm beden cihazımız, makinamız böyle işliyor. Peki Kur’an’ı yersek nasıl olur? Kur’an’ı yersek, manevi midemizde sindiririz. Sindiririz ayeti. Ayeti sindiririz. Keçilerin Arabistan keçilerinin sayfayı yediği gibi değil yani. Ayeti sindirdiğimizde ne olur? Hücrelerimizde manevi bir enerjiye dönüşür. Gözümüz, Kur’an’la bakan bir göz olur. Dilimiz, Kur’an’la söyleyen bir dil olur. Kulağımız, vahiyle duyan bir kulak olur. Yüreğimiz, duygularımız vahiyle duyan, hisseden bir yürek olur. Ve işte o zaman gözümüze fer, elimize derman, yüreğimize ferman olarak, dizimize derman olarak yansıyan bir Kur’an olur. O zaman iki ayaklı Kur’an olursunuz.

Maun-Kâfirun-Tebbet-Fil bağlantısı:

  • Maun: biliyorsunuz namaz kılan bir dinsizi tarif ediyordu bize. Evet, namaz kılan bir dinsiz biliyorsunuz…
  • Kâfirun: onun da daha özel bir tipini veriyordu ve bir özgürlük manifestosuydu Kâfirûn “Lekum dînukum veliye dîn” diyen bir özgürlük manifestosu. Yani “Ey kafirler!” diye başlayan ama “Sizin dininiz size, benim dinim bana.” diyen bir özgürlük manifestosu. Yani bu da dünyada Allah’ın muradı, inanan kadar inanamayanın da bulunması ve yaşamasıdır. Bitti! Tamam! Onun için ondan sonra kalkıp da şu ayeti “Din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla mücadele edin” ayetini “yeryüzünde gavur bırakmayalım” şeklinde anlayamazsınız. Anlatabiliyor muyum? Niye anlayamazsınız? Çünkü Mekki Sureler temeldir, asıldır, binanın temelidir. Mekki Sureler: şasi-dir, şasi. Arabanın şasisi var ya. Dolayısıyla onun üzerine kaportayı bina edersiniz. Onun üzerine koltukları bina edersiniz. Onun üzerine aksesuarı bina edersiniz. Peki şu anda niye biz ters döndürülmüş bir Mushaf okuyoruz. Osman’ı kaldırıp sormak lazım, -Ne yaptın ha sen?-. Dolayısıyla niye bunlar başta? Bu sureler başta. Çünkü ahlak baştadır da ondan. Ahlak baştadır da ondan. Bu sureler ahlakı inşa ediyor. Ahlakı inşa etmemiş bir adama din bastınız mı, ahlaksız bir dinci çıkarırsınız ortaya. Ahlaksız bir dinci… Onun için cahilin dindarlığı arttıkça, sapması da artar, demiştim ya aynen öyle. Cahilin dindarlığı arttıkça, sapması da artar. Bu yüzden bu sıralama çok önemli. İniş sıralaması çok önemli. Dolayısıyla ilişkiye devam ediyoruz.
  • Tebbet neydi, Ebu Leheb… Yani bir prototip, bir arketip, bir kötü tarifi; Kötü nasıl olur. Ama en kötüyü bile atmayın. Yani indirgemeyin. İndirgeme karşısında bir sure bu. Nedir? “…yedâ ebî leheb…” “Ebu Leheb’in iki eli kurusun” Ebu Leheb kurumasın ama. Yani dert Ebu Leheb’i cehenneme yuvarlamak değil. Onun gücünü, servetini ve kazancını kurutup onu saptıran şeyi kurutup, onu kurtarmak. Hala Tebbet Suresi’nin derdi bu, düşünebiliyor musunuz?.. Ya bu… Yani “şefkat-i ilahiyi” görüyorsunuz değil mi oradaki… Ebu Leheb kurusun değil iki el. İki el ne? “…ve tebbe, Mâ aġnâ ‘anhu mâluhu vemâ keseb” “malı ve kazancı…” Malı ve kazancı… Muhteşem bir mesaj var. Ama bu mesajı görmeyen gözler kör olmuşsa biz ne yapalım. Tefsirlerimizde bile bundan bir tek satır yoksa biz ne yapalım. Şu açıklamayı, bir tek satır olarak bile bulamıyoruz. O da bize kalmış, hamdolsun. Ama kıyamete kadar vahiyle uğraşacak insanlara kalan, hep bir şeyler olacak. Bu da Kur’an’ın icazı, işte mucizesi. Eyvallah. Ve bu sure Fil bağlantısı.
  • Şimdi geldik Fil Suresi’ne. Filde de işte biraz önce verdim. Yine bir bakınız Tebbet Suresi’nde bir kişiydi; kötü bir örnek veriyordu. Fil Suresi’nde de bir grup. Şimdi bir topluluk veriliyor. Eyvallah…

Tebbet ve Fil:

“Zulüm, bizdense ben bizden değilim!..” sureleridir bunlar. Tebbet-te… yani Ebu Leheb kimden, kimden Ebu Leheb?.. Ebu Leheb, aslında bizim kabileden. Hâşimî değil mi? Hâşimî çocuklarından Ebu Leheb değil mi? Peygamberin amcası değil mi? Peki amca olmak haktan değilse eğer ne ifade ediyor? Hiçbir şey… Hiçbir şey… Yani kan bağı, insanı kurtarmıyor. Mesele bu. İyi insan olması lazım. O, bizden yaa. Niye? Bizim köylü de ondan. O, bizden yaa. Niye? Bizim bölgeden hemşeri de ondan. O, bizden yaa. Niye? Bizim hısım olur veya akraba olur. Hiçbir şey ifade etmiyor. Haktan değilse, adil değilse, zalimlerden yanaysa, zulmediyorsa mazluma… İsterse kardeşin, isterse baban, isterse evladın, isterse amcan, neyin olursa olsun; evet, zulüm bizdense ben bizden değilim, demek zorundasın.

 

KUR’AN’DA “E-LEM TERA”LAR

  • 32 ayette 64 kez gelir “e-lemtera” “elem tera / e-lem tera”.
  • Cevap isteyen soru değil, onay isteyen soru. Buna “istifham-ı inkârî” denir. Arap edebiyatında… Yani soru ama cevap isteyen değil inkâr isteyen soru. Yani görmedin mi gördün yani gördün gördün. Görmedin mi? Gördün. Fil ordusunu gördün. Ne yapıldığını ne olduğunu gördün anlamına geliyor. Cevap isteyen soru değil demiştim.
  • “El Menar’da” “e-lemtera” formu: olguya mı, temsile mi delalet eder, tartışması gördüm. Efendim ilginç bir tartışma. Biliyorsunuz Reşit Rıza’nın Muhammed Abdullah ile başlayıp Reşit Rıza ile biten devam eden, hatta bitmeyen tamamlanmayan çok yarım bir tefsir. Ama muhteşem bir tefsir kendi alanında. 20. yy.’ın ilk çeyreğinde yazılmış güzel bir tefsir. Dolayısıyla “el Menar’da” Reşit Rıza’nın ki ona nispet etmemiz daha doğru olur, tefsirinde bu tartışılmış. Yani “e-lemtera” formunun geldiği yerlerde; bununla bize yaşanmış bir olgu mu ifade ediliyor yoksa temsili yani dramatizasyon mu yapılıyor? Dramaturgy mu yapılıyor? Yani temsilleştiriliyor mu? Hani temsil… İşte film bir temsildir dramaturgy temsildir. Tiyatro bir dramaturgy-dir dramatizasyon-dur. Dolayısıyla burada da böyle bir… yani öğüt vermek için temsil mi getiriliyor meselesi tartışılmış. Bu çok ilginç, bu tartışmayı ilgilenenlerin kulağına bırakmış olayım.
  • “Raa”, “nazara”, “basara” üç tane görmek fiili var. Üçü de ayrı ayrı Kur’an’da kullanılır. Evet
    • “raa”.. Burada “raa” geçiyor, “E-lemtera”. Yani gördü. Aslında “ru/yet” de buradan gelir, “Görüş”. Ehl-i rey, diyoruz değil mi? Düşünce ehli. Yani imam Ebu Hanif “ehl-i rey” idi. Reyehli idi. Onun için bu aslında bir görüş geliştirmek. “E-lemtera” bir bakış açısı geliştirmedin mi, anlamına da gelir. Bir görüş bir düşünce geliştirmedin mi, anlamına da gelir. “Elem tera keyfe fe’ale rabbuke bi-ashâbi-lfîl”. “Rabbin fil ehline fil ordusuna ne yaptığı konusunda bir düşünce bir görüş geliştirmedin mi edinmedin mi” anlamına gelir. Evet…
    • “nazara” bakmak manasına gelir. Yine bakınız burada da görmek, bakmak manasına gelir nazara. Ve efendim aynı zamanda teori anlamına da gelir. “Nazariye” oradan gelir nazariye. Teori kelimesinin Arapçadaki karşılığı nazariyedir. Evet. “…fenzurû keyfe kâne ‘âkibetu-lmucrimîn (Neml 69)” “Kul sîrû fî-l-ardi fenzurû keyfe bedee-lḣalk” Ankebut 20. Deki: dolaşın, gezin yeryüzünü; yaratılış nasıl başlamış inceleyin. İncelemek için bakmaktır. Bakınız “ru/yetten” farkı bu. Nazara incelemek için bakmak.
    • “Basara” iç görüşü, yürek görüşünü, uz görüşü de ifade eder “basara” evet. Dolayısıyla böyle bir fark var.“Ru/yet”: görüş, bakış açısı geliştirmek dedim zaten.

 

OLAY UFKU.

Ne olmuştu. Bu ayet neden bahsediyor. Bu ayetin bize naklettiği olay nasıl ve ne zaman ve nerede. 5N 1K-sı nedir yani? Ne, nasıl, ne için, ne zaman, nerede ve kim? Bakalım mı biraz. Evet olay ufkuna gidiyoruz. Vahyin peygamberimizin doğumundan hemen öncesi. 55 gün önce derler. Yani bu kesin bilinemez. Son nokta konulamaz. Ama peygamberimizin tam da doğumu sıralarında 570 hatta 569 peygamberimizin doğumu da üç tarih verilir. 69 da verilir 70 de verilir 71 de verilir. Zaten bu neden kaynaklanıyor bu Arapların takvimle oynama huylarından kaynaklanıyor. “Nesî” denilen, Kur’an’da da bir ayetle yer verilen nesî olayı: zamanı değiştirme, ileri, geri alma meselesi. Gerçi El-Birunî nesî olayını çok övüyor ve savunuyor. O da ayrı bir mesele. Onu da ayrı ele almak lazım. Çok bilimsel bir mesele aynı zamanda. Matematik meselesi. Yani dolayısıyla Allah Rasulü’nün doğumuna yakın dönemlerde oluyor bu olay. Evet nasıl bir dünya?..

Çift kutuplu bir dünya: Bir tarafta: Sasaniler var, İran dediğimiz yani Perslerin varisleri, öbür tarafta: Bizans var o da Romanın varisi. Romanın varisi, Persin varisi. Evet, iki kutuplu bir dünya var, iki tane imparatorluk var. Birbiriyle bunlar sürekli ama sürekli didişiyorlar, sürekli savaşıyorlar. Bu savaş ta ne zamana kadar gidiyor: milattan önce 5. yy.’a kadar gidiyor. Milattan önce 5. yy.’dan itibaren Ahamenişler… Ahameniş İmparatorluğu yani o zaman ki Persia’yı yönetenler, Anadolu’yu baştan başa geçmişlerdir biliyorsunuz. Anadolu, Pers İmparatorluğu’nun bir satraplığı idi. Yani onlar yönetiyordu. Hatta hatta İyonya filozoflarının birçoğu, Pers vatandaşı olarak doğdular. Yunan, öbür tarafa geçmesi lazım… Dolayısıyla İyonya, Perslerin bir sömürgesi olmuştu. Dolayısıyla ta o zamandan beri devam ediyor. Hatta hatta bunu daha geriye götürmek bile mümkün. Ne zamana? Truva Savaşı’na, milattan önce 12. yy. 1200’ler. Taa Truva Savaşı’ndan… Nasıl oluyor? İşte Agamemnon, Yunandan geliyor mesela, Truva’da Hector var. Onlarla savaşıyorlar. Milattan 12 yıl önce. Günümüz 3200 yıl önce. Düşünün!.. Ve Fatih orayı aldığında ne demişti, “Truva’nın öcünü aldım” demişti. Yani böyle bir çekişme, ta bu güne kadar gelen bir çekişme aslında. Dolayısıyla çift kutuplu bir dünyada da böyle. Bizans’la Sasaniler birbiriyle çekişiyorlar. Sasanilerin üstün olduğu bir dönem o dönem. Yani yavaş yavaş Bizans’a karşı galip geldikleri bir dönem.

Peyk Devletler var: Lahmîler ve Habeş-Aksum. Habeşistan’da Aksum kralları var ki Habeşistan’ın bir kısmında. Mekele diye bir eyaleti var bilmem gidenler var mı ben gittim. Efendim bugün Necaşi’nin mezarının olduğu yer. Aslında hemen Kâbe’nin Mekke’nin karşı tarafına, kızıl denizin aynı hizada karşı tarafı işaretleyin o bölge Aksum Krallığı… Dolayısıyla işte Necaşi’nin yönettiği ülke orasıydı.

Lahmîler: Lahmîler nerede? İran’a yani Sasaniler’e komşu; bugünkü Irak’ta Kûfe var ya duyduğunuz Kûfe, Lahmiler’in aslında topraklarında kuruldu. Lahmiler’in başkentinin taşıyla kuruldu hatta. Lahmiler’in başkenti Hire idi Kûfe’ye 5 km mesafedir. Ben oraya da gittim gördüm enkazını. Enkaz da kalmamış gerçi. Çünkü Kûfe enkazdır şuanda. Kûfe de çok ilginçtir, Hazreti Ali’nin evi, aynen kullandığı gibi tüm planlarıyla, her şeyiyle restore edilmiş biçimde aynen fırınıyla, kuyusuyla, ocağıyla duruyor. Yani bunu da duymuş olun. Evet, öyle bir biçimde yolunuz düşerse: şöyle savaşmaktan başlarını bulurlar da orta doğuya da barış gelirse; insanlar adam gibi gezebilecekse, bir gün giderseniz; nasıl yaşamışlar ya, odaları nasılmış, ocakları nasılmış; kuyuları nasılmış; nereden su çekerler; nerede hangi konutlarda yaşarlarmış, derseniz hazreti Ali’nin evi aynen duruyor haberiniz olsun. Eyvallah.

Joker devlet: Yemen ve Ebrehe: Ne demek Joker devlet? Yemende bir devlet var ama kim güçlüyse onun tarafına geçiyor. İran Pers yani Sasaniler yenerse Yemeni onlar yönetiyor, oraya bir vali atıyorlar. Yok efendim Bizans yenerse; Habeşistan üzerinden, Aksum üzerinden, Yemeni kontrol ediyorlar, Yemene adam yolluyorlar. Böyle bir joker devlet. Dolayısıyla Ebrehe kim? İbrahim kelimesinin Habeş-çe söylenişidir bu. Asıl adı İbrahim’dir. İbrahim: Ebrehe. Dolayısıyla Ebrehe ben onun köyüne de neredeyse gidiyordum da vakit yetmedi. Baktım, Necaşi’nin kabrine giderken yolda bir levha okudum, Ebrehe’nin köyüne gider, Allah Allah bu kadar yakın mı?.. Sordum oradaki arkadaşlara, Habeşistanlı rehberlerimize, yok dediler çok yakındayız, efendim. Yav bu gitsek görsek ne olacak?.. Görmek önemli, gezmek önemli, Kur’an’da yani bu kadar tekrarı boşuna değil. Dolayısıyla o bölgeleri de görmüş olduk böylece. Evet Ebrehe İbrahim demek…

 

SÖMÜRÜ AŞKI-EMPERYALİZM SEVDASI

Ebrehe’nin güç zehirlenmesi: Kabe’ye karşı Kulleys; Mekke’ye karşı San’a… Ne demek bu? Şöyle: Ebrehe köleymiş bir köleymiş, köle askermiş daha doğrusu. Dolayısıyla hani Bizans-Sasani Savaşı var ya Bizans-İran Savaşı… Bizans, Habeşistan’ı kontrol ediyor, Habeşistan’daki valiler üzerinde Bizans’ın gücü var. Hatta niye kontrol ediyor, zira Bizans’ın birçok ihtiyacı kızıl denizdeki gemilerle geliyor Akabe Körfezi’ne. Akabe Körfezi’ne kadar geliyor. Bugünkü Ürdün yönetiyor, Akabe Körfezi’ni. Oraya kadar geliyor. Ne geliyor: Envai çeşit baharat geliyor, ipekler geliyor. Yani ipek yolunun denizdeki devamını düşünün. Baharat yolunun denizdeki devamını düşünün. İşte oradan birçok şey geliyor: Dokumalar geliyor, halılar geliyor, ipekler geliyor, ahşap zaten bölgede var ama şarap geliyor. Ama hepsinden öte bugünkü buzdolabının işlevini gören baharatlar geliyor. Niye? Gıdayı saklamak anca baharatlarla mümkün oluyor. Tuzla ve diğer baharatlarla. Bu o günün buzdolabı anlamına geliyor. Dolayısıyla o yolu açık tutmak zorunda Bizans. Onun için de Habeşistan üzerinden o yolu kontrol ediyor. Ve ne oluyor peki? Habeşistan üzerinden kontrol ederken bir ara zayıflayan Yemen, Yemen’de bir devlet var o dönemde. Yemen yönetimi zayıflayınca eski bir asker,  köle asker olan Ebrehe’yi bir orduyla beraber Yemene yolluyor ve Himyerîler  Himyer Devleti’ni ele geçiriyor. Yani darbe yapıyor, Ebrehe, İbrahim. Ve orada hâkimiyetini kuruyor, Habeşistan’a bağlı olarak yalnız. Habeşistan’a da vergi veriyor. Vergi karşılığında oluyor bu. Evet. Oraya bir kilise yaptırıyor, görkemli bir kilise. İbrahim’in Ebrehe’nin derdi nedir? Bu ticaret yolunu kontrol altına alıp, Mekke’den geçen iki güce de bağlı olmayan, iki süper gücün kontrolü dışında kalan bu büyük ticaretin döndüğü bu Mekke üzerinden giden yolu, kontrol altına almak. Bunun kaymağını yemek. Kiliseyi yaptırıyor. Neye karşılık yaptırıyor? Kâbe’ye karşılık kilise yaptırıyor oraya. Kulleys dedikleri bu, kilise ile aynı kökten geliyor. Dolayısıyla Araplar’da buna canı sıkılıyor Mekkeliler bizim ekmeğimizi yiyecek, diye -rekabet var tabi- iki tane adam gönderiyorlar veya gidiyor o iki adam kilisenin içine pisliyorlar affedersiniz. Evet yani terbiyesizlik yapıyorlar. Bunun savunulacak bir tarafı yok. Ama bunun karşılığında Ebrehe ne yapıyor? Filli ordusunu, ordusunda bir tane de fil var iki seyisli bir fil yani Arabistan’da fil yok. Arabistan yarım adasının hayvan faunasına girmiyor. Dolayısıyla fil yok. Dolayısıyla çok da ilginç yani egzotik bir hayvan bölge insanı için fil. Filli orduyla yola çıkıp geliyor, Mekke’nin önüne. Olay bu. Anlatabiliyor muyum? Evet.

Kur’an’i bir ironi: Fil ordusu. Ordunun fili mi, filin ordusu mu? Evet. “Elem tera keyfe fe’ale rabbuke bi-ashâbi-lfîl.” Yani filin ordusu, filin ashabı, filciler, fil kulübü, fil taraftarları. Niye böyle? Burada bir ironi var. Filin ordusu. Yani öylesine bir büyüklük tutkusu var ki irilik tutkusu var ki iyiliğe tapma var ki “Bizim filimiz var sizin neyiniz var?”… Mesele bu… Bizim filimiz vara geldiğinde bu süre akla gelsin. Bizimki büyük, bizim uçağımız var, bizim nükleer silahımız var, aynısını efendim. Bizim şöyle gücümüz var. Hemen aklınıza bu sure gelsin. Evet, sizin filiniz mi var; Allah’ın da ebabili var, gelsin. Mesajlar gelecek. Eyvallah.

Kuyruğun köpeği: “War Dogs” diye bir film vardı, hatırlar mısınız bilmiyorum. Aslında açılımı şu: köpeği sallayan kuyruk. Şimdi köpek kuyruğu sallar aslında değil mi? Normal olan bu. Ama efendim köpeği kuyruk nasıl sallar? Şimdi işte aslında anlam tersine çevrilince, gücünüze tüm anlamı yüklerde siz daha büyük anlamın kaynağı olan Allah’tan anlamı, soyutlarsanız olacağı bu… Köpeği sallayan, kuyruk olur. Anlatabiliyor muyum? Evet.

Kas adamı: Şimdi düşünün adamı görünce aklınıza kas geliyor. İyi vücut çalıştırmış ama bura bomboş. Şimdi buna ne dersiniz? Adam da fazla aslında ama kasın adamı, adamın kası yok aslında orada. Kasın adamı var. Çünkü kasıyla düşünüyor; kafasıyla değil. Evet.

Korkunun gücü: Gücün kokusu başka bir şey ama korkunun gücüne ne demeli. Korkunun gücü üstünüze galip olduğu zaman köpek küçücük de olsa sizi yener arkadaş. Niye? Çünkü köpek korkunun kokusunu alır. Korktuğunuz zaman feromon salgılarsınız. Vücudunuz bunu yapar, köpek bunu bilir. Onun için üstüne giderseniz kaçar hani Araf 175’te var ya. Tam da bu tarif. Üstüne giderseniz kuyruğunu kıstırıp kaçar ama kaçarsanız arkanızdan koşar. Korkunun gücü.

Süper güç, Nükleer devlet… Sayın gitsin.

Sarığın başı: Baş yok, kafası yok herifin sarığı var. Onu için sarığını aldın mı hiçbir şey kalmıyor. Onun için ye sarığım ye. Ye kürküm var ya. Dolayısıyla sardığın içerisinde bir baş yok. Başın içeride bir akıl yok. Onun için ona benziyor.

Sakalın yüzü: Sakalını kesseniz, adamın tüm karizması gidecek. Çünkü sakalını satıyor aslında. Onu satıyor, onun ekmeğini yiyor. Sakalın yüzüdür bu. Yüzü yok onun, yüzsüzdür o.

Cübbenin adamı: Cübbesini alın sırtından içinde adam yok. Dolayısıyla tüm keramet cübbede. Evet makamın şeysi dedim ben de. Makamın adamı diyeceğim ama adam olmaz zaten. Dolayısıyla öyle…

“Keyd”(hile) ile kaba kuvvet ve irilik arasındaki ilişki: Çok ilginç “Keyd: tuzak, tuzak keyd”. Peki tuzakla, kaba kuvvet arasında ne ilişki var. İrilik, daima ve daima bir tuzağa dönüşmeye hazırdır. Büyüklük-irilik-güç, daima yenilebileceğiniz bir tuzağa dönüşebilir. Her zaman. Kendinize güvendiğiniz anda, iriliğinize güvendiğiniz anda, iriliğinize dayandığınız anda yıkılabilirsiniz. Anlatabiliyor muyum? Onun için aman ha aman en büyük lafıyla başlayanlara karşı bir durun. Bir durun. Orada bir savunma geliştirin. En büyük hava alanı dediler mi, orada bir durun. Orada mutlaka bir durun. En büyük silah dediler mi, orada mutlaka durun. En büyük cami mi dediler,  aman kaçın durmayın! Kaçın oradan! Niye? Bu değil ki. Küçük güzeldir. Küçük güzeldir. Kâbe’ye bakın. En büyük cami, diyene karşı, Kâbe’ye bakın. En görkemli cami, diyene karşı Kâbe’ye bakın. İbrahim’in Kâbe’sine bakın. Bakın, çukurun tam dibinde!.. Üç tane tepe var etrafında: Ebu Kubeys, Hint, Sebir. Bir tanesinin tepesinde olmaz mıydı? Ne diyorsunuz? Bir tane süste mi yapılmaz… O dönemden kalma başka yapılar da var. Yok. Sade olacak. Niye? Allah’a kulluk yapmak istediğimizde, “Ya Rabbi, sana kulluktan da acizim, eksiğim, noksanım!” demektir bu. Bu, namazda selam verdikten sonra Rasulullah’ın dilinde “estağfirullah el’azîm”e dönüşmüştür. İbadetiniz yaparsınız ama yine de özür dilersiniz. Niye özür dilersiniz? Çünkü; sana kullukta da kamil değilim, tam değilim, noksansız değilim, eksiğim. Yetmem yani… Evet budur… Dolayısıyla onu gördünüz mü orada bir durun!

“Keyd” ile “siz, bizim kilisemize nasıl pislersiniz?” gerekçesinin sahteliği ilişkisi var. Tuzak. Tuzak bu. Ebrehe, kiliseme pislediler, diye orduyu almış fili de başına geçirmiş, Mekke’ye kadar geliyor. Şimdi bu, bunun yani simetrik cezası mı? Ne alakası var!.. Hayır güç sergiliyor, “Sen bana nasıl yaparsın bunu!?”. Evet o da tuzak işte.

İnsanda korkuyu tetikleyen her “güç” hiledir. Korkuyu aş, tuzağı boz. Hani bir dev hikâyesi anlatırım ara sıra kitabımda da var o hikaye. Onu hatırlamanın tam zamanı:

Devler ülkesinde bir adil dev bir ülkeyi yönetirmiş. Zıt çıktığı bir harami, bir haddini bilmez, bir soyguncu dev çıkmış buna karşı rekabet ediyor, kükrüyor, meydan okuyor. Yani alikıran baş kesen, olmuş. Onun malına çöküyor onun şeyini alıyor onun gıdasını bilmem ne yapıyor şöyle böyle yapıyor. Bir gün devler ülkesinin adil hükümdarı artık tak demiş, buna cezasını vereyim, haddini bildireyim, diye gürleyerek gelmiş. Tabi bunun feleği şaşmış ne yapsak, ne yapsak geliyor, geliyor  ne yapsak. Karısı demiş ki: Ben bir şey düşündüm… -Niyeyse böyle şeyleri hep hanımlara yakıştırıyorlar, ona da bak canım sıkıldı şimdi. Ama ne yapayım masalı mı değiştireyim efendim.- Karısı demiş ki dur ben bir tedbir düşündüm. Ne yapalım? Yat demiş. Yatmış. Örtmüş üstünü yorganla. Sen hiç sesini çıkarma kıpırdama demiş. Ayağını açıkta bırakmış. Devler ülkesinin adil hükümdarı bu zorbaya haddini bildirmek için kapıyı kırıp girdiğinde bakmış ki yorganın altında, ‘sus’ demiş karısı ‘çocuk uyuyor. Çocuk uyuyor.’ -Şimdi tabi devler savaşacaksa aslında güç ve irilik savaşacaktır. Yani akılları olmadığına göre.- Demiş: -şöyle bakmış ayağına- ‘çocuğu böyleyse babası nasıl olur.’ O andan itibaren vücut devreleri bozulmuş. Vücut kimyaları bozulmuş. Ne yapacağını da şaşırmış ve hiçbir şey söylemeden arkasını dönmüş ve gitmiş. Yani adil devin tüm karizması yırtılmış ve yok olmuş. Buyurun, korku, tedbirinizi şaşırır sizin. Korku böyle yapar. Onun için bu böyle.

 

ORANTISIZ GÜÇ: FİLLER VE EBABİLLER

Tam teçhizatlı orduya ordusuz şehir devleti: Mekke! Mekke’nin ordusu yok!.. Biliyorsunuz bir şehir devleti 9 tane çete yönetiyor. 9 tane çete aslında Kâbe’ye gelen hacıları soyuyor, mazlumları soyuyor, onların malına çöküyor, istediğine zulmediyor, istediği kızı alıyor, istediğinin hatta eşini alıyor; kimse ağzını açmayacak, açanı da doğduğuna pişman ediyorlar. İşte Allah Rasulü’nün, Allah Rasulü olmadan evvel Hilfü’l-Fudûl adı verilen Erdemliler İttifakı-na girmesinin sebebi buydu. Evet. Büyükten korkuyorsan filden değil, haktan kork. Mesaj bu.

Büyükten korkuyorsan Allah daha büyüktür. İşte Allah’ın büyüklüğünün vurgulanma sebebi budur. Yani yoksa Allah’ın büyüklüğünü hangi matematikle izah edersiniz. Allahu ekber… Aslında orada da tabi cahiller piyasaya böyle üfürüyorlar, üfürüyorlar. Yani Arapça bilgisi yok, bedi bilmez, beyan bilmez, me’ani bilmez, Arap edebiyatını bilmez, Arap dilini bilmez, bilmez yani üfürüyorlar. Ekber: ismi tafdîl manasına gelir doğru, “En Büyük”. Ama Ekber sıfat manasına da gelir: tek büyük, hep büyük… Anlatabiliyor muyum? Dolayısıyla Ekber-in sıfat anlamına da kullanıldığını bilmeyince böyle üfürür işte. Ekber niye varmış. Allahtan başka büyükler de var da anlamına mı gelir bu. Allah’tan başka büyükler var, bir de Allah var. Allah en büyüğü anlamına mı… Hayır işte, sıfat olarak kullanılır: tek büyük, hep büyük anlamına kullanılır.

Fil ve ebabil sembolizmi ne söyler? İyi azlar-kötü çoklar. “kem min fi-etin kalîletin ġalebet fi-eten keśîraten…” ayetini hatırlayın: Nice az topluluk vardır ki kalite olarak kaliteli, nice çok topluluğa, kalitesiz topluluğa galip gelir. İşte onun gibi… Yani fil ve ebabil sembolizmi bunu söyler. Azlar iyidir, iyiler azdır. İyiler azdır, kötüler de çoktur. Hep böyle mi olacaktır? Hep böyle olacaktır. Niye? Çünkü kötülük ucuzdur, iyilik pahalıdır. Kötülük emeksizdir. Anlatabiliyor muyum? Süleymaniye’yi yık, desek kaç gün sürer? Ne kaç günü… Allah’ın izni ile bu teknoloji ile dört tane kepçenin başında değil mi… Peki yap desek? Hadi buyurun. İşte bunun gibi… Onun için iyi tasarlanması lazım iyinin… İyinin tasarlanması lazım. İyiye akıl lazım, iyiye emek vermek lazım. Emeksiz iyi olmuyor. İyi için risk almak lazım. Evet dolayısıyla bu anlamda bu sembolizmin değeri bu.

İsa Nebi: “Küçük güzeldir” demişti. Büyük-güçlü-süper devlet histerisini tedavi ettirsek mi acaba ne dersiniz? Büyük devlet… Devleti ebed müddet: Ölümsüz devlet. Hatırlar mısınız, devleti ebed müddet duasını bir peygamber etmişti ve reddedilmişti. Hangi peygamberdi?

Süleyman Nebi: “Bana öyle bir mülk ver ki devlet ver ki “mülkü-lla yeblâ”. Yani hiç sönmesin hiç bitmesin hiç batmasın. Hiç batmayan bir imparatorluk… Peki, cevap ne oldu: Tahtına bir ceset bıraktık… Buyurun… Peygamber de olsan öyle dua olmaz, dedi yani Kur’an. Niye? Öyle dua mı olur. Allah’ın yasasına aykırı. Batmayan, bitmeyen bir devlet mi var. O devlet varsa o devlet Allah’ın devletidir. Dolayısıyla kâinat devletidir. Vesaire. Gördüğünüz gibi. Süleyman Nebi’nin reddedilen duası. Ebedi devlet ütopyası… Ütopyaların arkasına takılanlar, mutlaka ve mutlaka cana kıyarlar, mala kıyarlar, insana kıyarlar, zulmederler.

İlle de “olağanüstü”, “paranormal” görmek zorunda mıyız, bu Fil Suresi’nde anlatılan olayı. İlle  de oraya bir mucize sıkıştırmak zorunda mıyız? Mucize kelimesi unutmayın, Kur’an’da hiç yok… Hiç yo!.. Kur’an’da ayet var; yer de ayet, gökte ayet, hayvan da ayet, bitki de ayet, ay da ayet, güneş de ayet… Dolayısıyla yer, gök, hayvan, bitki de ayetse o zaman mucize: olağan dışı demek. Bitki olağan içi, hayvan olağan içi, yer-gök olağan içi… Yani bilginin konusu. Dolayısıyla ayet, başka bir şey görüyorsunuz. Ayet mucizeye eşitlenemez… Mucize kelimesi ilk defa 400 yıl sonra girdi. 9 hadis kitabında dahi mucize kelimesi yoktur. Çok ilginç. Evet evet, Kütüb-i Sitte’yi bırakın 6 hadisi bırakın Kütüb-i Tis’a da dahi mucize kelimesi kullanılmaz. Geçen bir tane; değil sahih, değil zayıf, uydurma dahi yoktur. Çok ilginç. Bu konuda çok geniş yazılarım var. Oraya bakabilir isteyenler. Kaynaklar da var orada. Evet ille de olağanüstü görmek zorunda değiliz. Olağan neyimize yetmiyor. Sen bana mucizeden başka bir şey göster, şu hayat ki ben sana mucize göstereyim. Sen kendin, varlığın mucize değil mi? Git bir dağa, bir çiçeği eline al, bak bakalım neyine yetmiyor senin… Bu ne? Bu ne yani? Onu nereye koyacaksın?

Niye ille de şapkadan tavşan çıkarmaya bayılıyorsun? Niye ille de yani Allah’a şapkadan tavşan çıkartmaya çalışıyorsun? Tavşan şapkadan çıkmaz; tavşan, tavşandan çıkar Allah’ın yasası bu arkadaş. Şapkadan tavşan çıkaran birini görürsen o Allah değil. Kim o? Sihirbaz efendim. Tabi zati sungur. Dolayısıyla o başka bir şey. Evet, mite, efsaneye neden bu kadar meraklıyız?.. Normal anlasak olmaz mı? Niye normalleşemiyoruz bir türlü. Niye normal bakamıyoruz? Evet.

 

TABİAT YASALARIYLA UYUMLU YORUM DENEMELERİ

Muhammed Abduh’un yorum denemesi bu olayda, “çiçek hastalığı”yla eşitler bunu. Bu olayı çiçek hastalığıyla açıklar. Çok ilginç. Çiçek hastalığıyla açıklamanın isabeti veya isabetsizliği ayrı bir mesele. Bu bir yorumdur zaten. Bu konularda aslında kitapçıklar da yazılmıştır. Türkiye’deki bazı bilim adamları da bu konuda böyle düşünmektedirler ve kitap yazılmıştır bu konuda. Yani sırf bu olaya ilişkin kitapçık yazılmıştır.

“Tayran”, “hicâratin”, “min siccîlin”, “ke’asfin” deki belirsizlik. Biraz önce değinmiştim dersin başında. Suredeki bu belirsizlikler. Tayran: “Tayr” ne diyeceğim şimdi basit Arapça bilenler kuş diyecekler. “Tayyare” ne? Niye Araplar uçağa “tayyare” derler. “Tayyare” kuş mu? Değil. Hayır kuş aslında kelimenin daha sonradan kazandığı mana. “Tayr” uçan cisim demektir. Uçan her cisme “tayr” denir. Eyvallah. Onun için “tayran” belirsiz, belirsizlik hakim. Yani bilemiyoruz nasıl bir şey olduğunu ama uçan bir şey var. E mikrop da uçuyor. Tohumlar da uçuyor. Öyle değil mi? Karahindibanın tohumu uçar mı? Niye üflüyorsunuz? Üflüyorsunuz uçuyor. Zaten rüzgâr getiriyor Karahindibanın tohumunu tarlanıza unutmayın. Dolayısıyla böyle birçok şey. Toz da uçuyor. Hatta daha minik varlıklar uçuyor. Vesaire… Hicâratin: taş tipi. Taş tipi. Taşa benzer. Ama taş değil. Min siccîlin: pişirilmiş ama bildiğiniz pişirme değil. Başka bir şey bu. “Ke’asfîn  me-kûl”: ekin yaprak aslında “asfin” yaprak demektir. Yenilmiş yaprak, yenilmiş ekin veya yenilmiş başak efendim. Ama bu dilediğiniz bir başak değil. Öyle değil mi? Zaten benzetme yapıyor. “Kaaf” teşbih edatı yapıyor orada. Benzetme yapıyor. Gibi. Yani bir sanat kullanıyor. İnsan, ekine ne kadar benzer? Aslında bu bir sanat, bir benzetme. Evet.

Bölgede daha önce görülmeyip ilk kez o yıl görülen çiçek hastalığından bahsediyor kaynaklarımız. İlk siyer kaynaklarından İbni İshak: “Çiçek hastalığı, bölgede ilk defa bu olaydan sonra görüldü.” diyor. Bu çok önemli bir bilgi aslında, “Daha önce çiçek hastalığı hiç görülmemişti.” diyor. Çok ilginç. Ebrehe’nin çiçekten hastalanıp ölmesi bir vakıa. Farklı yazan bir kaynak yok olayı. Çünkü çok taze olay Kuran’ın nüzulüne, Rasulullah’ın gönderilmesine, risaletle gönderilmesine çok yakın olduğu için hafızalarda çok taze. Araplar da zaten bu anlamda birbirine sözlü gelenekle aktarma geleneği de çok güçlü, bu olay aktarılmış. Ebrehe hastalanmış ve döndükten sonra ölmüş. Daha ilginci var; Hz. Aişe görgü şahidi: Ben çocukken Mekke de filin iki seyisinin yaşlanmış bir halde çiçekten gözleri kör olduğu halde dilenirken gördüm, diyor. İlginç! Bütün bunlar, bu veriler birleştiğinde bu yorum, yabana atılmayacak bir yorum.

 

VOLKANİK PATLAMA YORUMLARI

Volkanik patlama yorumu var. Bu yorum da birleştirilebilir çiçek yorumuyla, nedir bu? “Termîhim bi-hicâratin min siccîl” Evet, yani; Taş gibi, taşlaşmış veya taşa benzer, taş gibi atıyorlar, efendim, attılar. “Min siccîl” pişirilmiş veya üzerine tescillenmiş, güdümlenmiş bir biçimde yani atıyorlardı, taşlıyorlardı, kurşunluyorlardı, vuruyorlardı yani ne derseniz deyin, kendi zamanınızdan da kelimelerle anlayabilirsiniz, evet. Volkanik püskürtü ile izah edilmiş. Bölge volkanik bir bölge mi? Evet. Kabe’nin taşları bazalttır. Taştan anlayan, kayaçlardan anlayan, birazcık anlayan bilir. Bazalt, Bazalt nasıl bir kayaçtır? Volkanik bir kayaçtır, volkanlarda olur. Siyah taştır gördüğünüz gibi. Harre denilen araziler vardır. Siz Mekke’den Medine’ye eğer kara yoluyla giderseniz iki tarafınızda bazen simsiyah taşlarla tarlalar sanki döşenmiş gibi görürsünüz, onlar da bazalttır. Altındaki o beyazlık küldür, volkan külü. Onlar da bazalttır. Dolayısıyla harreler böyle. Ömer hilafetinde Harret’ül-leyla denilen tepenin yarı aktif hale geldiğini kaynaklar yazıyorlar. Hayır, dememiz için de bir neden yok. Sadece Ömer hilafetinde olmadı, mesela ben Mekke’ye gittiğimde Mekkeli bir belediye yetkisi beni gezdirmişti. Demişti ki bir tepenin yanına geldiğimizde: “Şu tepenin tepesinden biz Mekke belediyesi olarak zift alıyoruz.” demişti. Doğal zift. Kaynıyormuş. Yani hala yarı aktif volkan. Dolayısıyla doğal zift üretiyor ve yarı aktif volkandan istifade ediyorlar, asfalta katıyorlar. Taiz meselesi; 2001 yılı idiydi yanlış hatırlamıyorsam eğer yanlış hatırlıyorsam içinizde bilen varsa beni düzeltsin. Taiz de bir volkan, yarı aktif hale geldi. Taiz, Suudi Arabistan’ın Kızıldenizdeki bir şehri, daha kuzeye düşüyor, kuzeyde, Ürdün’e doğru. O şehirde volkan yarı aktif hale gelince şehrin halkını, Suudi Arabistan hükümeti, Medine’deki boş hac evlerine yerleştirdi. Demek ki bölge volkan üreten bir bölge. Dolayısıyla, bu ayetleri de böyle anlayanlara kulak vermek doğru olsa gerek, yani doğru olabilir, yanlış olabilir. Bu yorumlar olabilir de olmayabilir de ama bu yorumlar yabana atılmamalılar.

 

VE RABBİN ONLARI YENİLMİŞ EKİNE DÖNDÜRDÜ.

Yenilmiş ekine döndürmek ne demek? Sap gibi ortada bırakmak, demiştim. Ekinin başağını yerseniz geriye sap kalır değil mi? Evet, sap gibi.

Eylemin Rabbe nispeti nedir burada? Yani ‘Rabbin döndürdü’ diyor. Eylemin faili o, Rab.  Ne demek bu? Bizim hayatımızda nasıl bir karşılığı var bunun? İlahi yasaya nispet… Evet, Rabbe nispet, ilahi yasaya nispettir. Bu çok önemli. Mesela, neden “Beytullah” denir Kabe’ye? Cahiller Allah’ı içinde yaşıyor zannedermiş. Haşa, haşa… Alemlere sığmayan Rabbini Kâbe’nin içine mi sığdırdın. Bu mu yani? Bu demek mi? Şimdi, Haccac Kâbe’yi mancınıkla yıkarken, Allah’ın evini başına mı yıktı haşa. Bu mu? Böyle mi anlıyorsun? Allah’ın evi kamu malı demek. ’Ardullah, Nakatullah… Unutmayın! Deve, deve, Salih peygamberin devesi ama Nakatullah geçer, Allah’ın devesi, ne? Aman uydur da uydur, uydur, uydur, ipe diz, uydur, uydur, ipe diz ne gerek var yani yine şapkadan tavşan mı çıkaracağız? Hayır değil. Nedir Nakatullah? Kamu malı deve, sahibi yok onun için su bile vermiyorlar, işkence ediyorlar, işkenceyle öldürdüler deveyi. Niye? Özel mülkiyet değil de ondan. Sahibi olmayan her tarafın sahibi var, sahibi yok diye bir şey yok. Sahibi olmayanın sahibi Allah’tır. Görüyorsunuz değil mi? Çökmek değil yani başına, evet budur. Bunlar önemli.

O yasa/ilke: Gücüne tapan er-geç gücüne yenilir. Evet, o yasa nedir, o ilke nedir? Yani Rabbin yenilmiş ekine döndürdü diyorsa, bu ilkeye atıftır. Rab, orada ilkeyi temsil eder, yasayı temsil eder. O yasa nedir? Güce tapan er geç gücüne yenilir. Budur o…

TARİHTE FİLLERİ YENEN EBABİL ÖRNEKLERİ

Cihangir İskender’in hakkından bir sivrisinek geldi biliyor musunuz? İskender’in hayatını okumanızı, hiç olmazsa filmini izlemenizi tavsiye ederim. İskender 32 yaşında öldü. 17 yaşında 2. Philip’in oğlu iktidara geldi. Makedonya da, Makedonya devletinin başına geldi. Önce Yunanistan’ı sonra Mısır’ı sonra Filistin’i, Bilâd-ı Şam’ı, Suriye’yi, Irak’ı sonra Anadolu’yu baştan başa sonra efenim gitti Babil’e orayı aldı, orayı merkez edindi ondan sonra İran’ı ondan sonra Afganistan’ı ondan sonra Hindistan’ı. 32 yaşında ölmüş bir adam, yedi yılı sadece yedi yılı böyle geçmiş. Evet, Eratosthenes hoclarındandır. Yani Sokrat’tan, affedersiniz Aristo’dan, Aristoteles’ten sonra Eratosthenes hocalığını yaptı. Eratosthenes, ona öyle bir bilinç vermiş ki. Eratosthenes’e kadar diyorlar dünya ikiye ayrılırdı: -Yunanlıların gözünde tabii İskender de efendim Helenistik dönemin mimarlarında ona katabiliriz, efendim- “Barbarlar ve biz. Biz farklıyız bizim dışımızdakiler barbar.” Avrupa barbar olarak -yani Germenler barbar o zaman- bilinirdi.  Dolayısıyla bu şeyi değiştiriyor, efenim. Eratosthenes diyor ki İskender’e: -artık evladım mı diyordur ne diyordur? Hocası çünkü.- “Evladım, barbarlar ve biz diye bir ayrımı sil kafandan. Namuslular, namussuzlar vardır.” diyor. Çok ilginç, çok ilgimi çekmişti. Evet, bu adam neden öldü biliyor musunuz? Sivri sinekten bulaşan, o neydi sivri sinekten bulaşan? Sıtma, sıtmadan öldü. Tarihlerin verdiği bu.

Serhas, Kserkses diye yazıyor batılılar. Serhas’ın bir milyonluk ordusunu 300 Spartalı durdurdu. Filmi de var, efendim. He biraz, efendim, şey uçurmuşlar, kaçırmışlar  efendim, batılılar kendileri yapınca tabii efendim, sen yap da biraz da sen abart yani, efendim ama işin hakikatte 1 milyon olmaz da beş yüz bin olur, üç yüz olmaz da altı yüz olur ama işin doğruluk payı var. Roma’nın bileğini Trakyalı bir köle büktü değil mi: Spartaküs… Büktü mü? Büktü. Büker mi? Büker. Roma’yı baldırı çıplak barbar Alaric istila etti 410 da. Efendim, evet, geldi, Germenler’den bir baldırı çıplak, bir barbar, gerçekten barbardı yalnız, Roma’nın o canım güzelliklerini mahvetti, yerle bir etti, her tarafı yaktı, yıktı, Alaric istila etti. Yani her gücü yenen bir güç vardır. “Bana artık kimsenin gücü işlemez.” dediği anda gücü bitmiştir. Emevîler’i İsfahanlı bir gariban olan Ebu Müslim devirdi değil mi? Ebu Müslim Isfahanî-Horosanî. Evet. Dolayısıyla, Horasanlı yani İranlı mıdır, Türk müdür, tartışılıyor, bilmiyoruz. Napolyon’u uyuz, Hitler’i kış yendi değil mi? Napolyon’u uyuz yendi derler, çok ilginç. Yıkanmıyorlarmış askerleri, uyuz hastalığı orduyu sarmış ve dolayısıyla uyuzdan ordu savaşmaz duruma düşmüş ve tabi uyuz en sonunda tedavi edilmeyince ölüme kadar götürüyor. Hitleri kış yendi unutmayalım. Efendim, o ünlü kuşatmayı ve o ölümü oldu hitlerin ordusunun, çamura saplandı, efendim, son şeyi oldu evet. Dediğim gibi ebabiller ve filler, tarih yaşadıkça, var oldukça, var olacak…

“KÂBE’Yİ ALLAH KORUR” KOLAYCILIĞININ TEK SORULUK CANI

  • Tarihte altmış kez sel bastı, yangın oldu, depremle yerle bir oldu Kâbe. Neden korumadı Allah?
  • Haccac’ın ve Büsr bin Ertad’ın mancınıklarına karşı neden korumadı Allah? Yerle bir oldu; Abdullah bin Zübeyir, Kâbe’yi sıfırdan, temellerden yaptı. Neden korumadı?
  • Abdülmelik bin Mervan dokuz yıl haccı yasaklayıp Kudüs’ü Mekke ilan etti. Yani ‘Bundan sonra Kudüs, Mekke’dir’ dedi. Kubbe yaptı oraya bir tane, şu anda var, kubbe duruyor orada biliyorsunuz, gidenler görür. Kubbeyi de Kâbe ilan etti ‘bunun etrafını döneceksiniz’ dedi. Aynen öyle, dokuz yıl. Bunu yapmayanları da cezalandırdı bazen ölümle. Peki neden Allah onu cezalandırmadı?
  • Karmatiler, haccı yasaklayıp Hacerü’l-Esvedi kaçırdılar. Otuz yıl boyunca Hacerü’l-Esved’siz kaldı Kâbe. Evet, neden cezalandırılmadılar? Niye, neden korumadı Allah Kâbe’yi?
  • 1979 Kâbe baskınında binlerce batılı komando Kâbe’ye girdi ve katliam yaptı. Neden Allah Kâbe’yi batılı askerlerden, gayrı Müslimlerden korumadı?

Yani Kuran’ın Sünnetullah dediği yasalara inanma vakti hala gelmedi mi? Böyle yalanlar söyleyip kendimizi inandırdığımızda, çocuklarımızın sorularına cevap veremez duruma düşüyoruz farkında değil misiniz? Böyle de değil, hakikatte bu değil zaten. Böyle din anlatılmaz. Bu din de değil zaten, bu efsane. Efsaneleri din yaparsanız, dininizi efsane yaparsınız. En büyük zulüm budur dîne, en büyük… Çünkü efsaneler yıkılır.

 

TARAFLAR: HRİSTİYAN – MÜŞRİK DEĞİL, ADALET – ZULÜM.

Şimdi bu olayın tarafları ne? Bir tarafta Ebrehe-İbrahim, Hristiyan; öbür tarafta müşrik Mekke öyle değil mi? Öyle görünüyor. Bir tarafı ehli kitap, bir tarafı müşrik. Sorarım size yani Ehli Kitab’ın Kur’an’da hukuki bir karşılığı var değil mi? Ehli Kitab’ın kestiği yenir, efendim, hanımlarla evlenilir ama müşrik için bunu söyleyemeyiz. Şimdi burada nasıl bir statü tayin edeceksiniz, ne diyeceksiniz; hangisi hangisinden evladır, hadi buyurun…

Ehli Kitab’a karşı, müşrikler mi savunuldu burada? Böyle mi diyeceğiz, he? Allah, Ehli Kitab’a karşı, Mekke’nin müşriklerini mi savundu, bunu mu diyeceğiz? Yoksa Kâbe mi savunuldu? Yoksa zulüm bizdense ben bizden değilim mi, denildi? Evet, burada Allah’ın koruduğu şey, Mekke müşrikleri değil zulme karşı adalettir, mazlumdur. Mazlum’un dini sorulmaz diyoruz, onun için diyoruz işte. Mazlumun milliyeti de sorulmaz.

Kur’an’i İlke; konu adaletle zulüm ise zalim ve mazlumun kimliğine karşı kör ol, kör, görme. Konu adalet ve zulüm ise mazlumun kimden, zalimin kimden olduğuna karşı kör olur mümin, gerçek mümin. Evet, ortada zulüm varsa kimin kime yaptığı önemli mi? Çünkü mazlumdan yana olmak zorundasın, zalime karşı olmak zorundasın. Zalim bizden mi acaba? E bizdense ne olacak? Buluruz bir yolunu(!.) Ne bulacaksın? Hangi yolunu buluyorsun? Zalim bizdense zulmünün bir hikmeti vardır, öyle mi? Böyle diye diye böyle olmadık mı?

Fil Suresi’nin çığlığı: adalet gerçekleşsin de isterse kıyamet kopsun, değil mi? Evet…

 

“ALLAH’IM  YARDIM ET!” ÂMİN. İYİ DE NASIL?

Allah’ım yardım et duasına Allah’ın yardımı nasıl olur’ Allah’ın bir yasası, sünneti, kuralı, sırat-ı müstakimi, takvası yok mu? Var. Sırat-ı müstakimi var mı? Var. Hud Suresi 56. Ayeti, açın bakın ‘inne rabbî ‘alâ sirâtin mustekîm’ Ne diyorsunuz: ‘Benim rabbim sıratı müstakim üzeredir.’ Allah Allah… Vallahi Allah hakkında hiçbir kitapta ben bu iki ayete atıf görmedim. Aman Allah’ım!.. Yani Allah bizi sıratı müstakime davet ediyor mu? Ediyor. Kendisi de sıratı müstakim üzereymiş yahu. Yani Allah’ta doğru yoldaymış. Ne demek bu? “Ben sonsuz güç sahibiyim ama gücüme yenilmedim. Ben, Sünnetullahım var, yasalarım var kafama işleyeni yapmam. Aklıma eseni yapmam.” anlatabiliyor muyum? Öyle bir Allah tanımınız varsa değiştirin onu. Ben Allah’ım sonsuz gücüm var, sonsuz büyüğü temsil ediyorum, kâinatın yaratıcısıyım ama gücümü kafam estiği gibi kullanmam, benim de ilkelerim var. Öbür ayeti de koyalım mı yanına? O da Müddessir Suresi’nin 56. Ayeti, işin garibi ikisi de 56 farkında mısınız? Evet. “huve ehlu-ttakvâ ve ehlu-lmaġfira ‘huve’ Allah. Allah takva ehlidir, mağfiret ehlidir yani rahmet eder, merhamet eder, bağışlar. Allah takva ehlidir, bağışlayandır. Allah takva ehlidir. Nasıl ya? Biz takvaya davet ediliyoruz, tamam; Takva, sorumluluk bilinci ama Allah sorumluluğa davet edilir mi? Allah diyor ki, ben Allah’ım ama sorumlu davranırım. Ne diyorsunuz? Ama gel de Eş’ariler’e anlat bunu… Eş’arîler, Allah’ı sorumlu, dediğin zaman Eş’arîler: “Allah’ı inkâr ettin sen.” diyor. Anlatabiliyor muyum? Yani Allah’ın… ya eşyanın tabiatı bile diyemezsin. Niye? Karın tabiatı soğuktur, ateşin tabiatı sıcaktır, diyemezsin. Eşyanın tabiatı dediğin zaman Allah’ın gücüne laf gelmiş olur, aman Allah’ım aman Allah’ım bu mantık, bizi yüzlerce yıldır tiranlara, diktatörlere, krallara, saltanatlara, sultanlara mahkûm etti onun için Kur’an’ın emrettiği: şûrayı ve istişareyi biz bulamadık. Düşünün yüzyıllardan beri, bin dört yüz yıldır Kur’an orada istişareyi ve şurayı kurumlaştırmayı, ortak aklı kurumlaştırmayı emretti ama biz yanına bile yaklaşmadık, işte bu yüzden…

“Koru bizi Allah’ım!” duası ile derenin ortasına kasaba yapmak nasıl uzlaşır, he? Bozkurt ilçesini, kasabasını bir düşünün Allah aşkına, derenin ortasına yapmışsın, ‘Koru bizi Allah’ım’… Allah’ım bizi helak et, demektir o aslında yani beddua, ondan daha iyi beddua olmaz, ondan daha tutan beddua olmaz. Tam su yatağına yapacaksın Allah’ım belamızı ver demişisin zaten niye dövünüyorsun…

“Rızkımızı bol eyle!” duasıyla, yolsuzluk ve hırsızlık nasıl uzlaşır. Allah’ım belamızı ver, aç geberelim, demektir bu ya. Belamı vermiş zaten. Dolayısıyla, 7,4 şiddetinde deprem: burada otuz bin, Japonya da dört kişi öldürüyorsa ne dersiniz buna? Aynı şiddette, burada otuz bin kişiyi öldürüyor orada dört kişiyi öldürüyor. Yani Allah Japonlardan yana mı? Böyle mi düşüneceğiz? Hayır değil…

 

MEKKE REİSİ EBU LEHEB’İN TAVRINI NASIL YORUMLAMALI?

Ebu Leheb’e dair rivayet: Kabe’nin Rabbi, Kâbe’yi korur. Kabe’nin Rabbi Kâbe’yi korur diyor, değil mi? Yani  bana develeri mi ver, diyor Ebu Leheb geliyor  Ebrehe’ye. Yani rivayet bu… Ben bu rivayeti, kuşkuyla karşılıyorum ciddi manada. Gerçekten böyle olmuş mu, Kabe’nin Rabbi Kabe’yi korur demiş mi; Kabe’nin korunmadığını kendisi de biliyor çünkü daha önce de yıkılmış Kâbe, altmış kere yıkılmış. Dolayısıyla, yani fihi nazar: üzerinde düşünülmeli…

Zulüm gibi mazlumiyette tercih edilebilir mi? Yani mazlumiyyeti tercih ediyorum ben. Böyle bir tercih hakkı var mı insanın? Yoksa, “Hayır hakkımı savunacağım.” demesi mi gerekiyor? Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır ilkesi bu anlamda nerede duruyor?

Güçsüzlük, asimetrik savaş, Doğu Türkistan, Gazze, Arakan, Ukrayna Hadi buyurun… Asimetrik savaş: simetri yok. O kadar fark var ki güçler arasında, güçler dengesizliği diyebilirsiniz. Şimdi Gazzeli’yi nereye koyacaksın, Arakanlı’yı nereye koyacaksın, Ukrayna’yı nereye koyacaksın, Rus savaş makinesi karşısında? Orada duran, sessiz-sedasız yaşayan bir halkın üstüne ölüm kusacaksın. Diktatörün biri çıkacak, efenim manyağın biri, gelecek, çoluk çocuk, kadın, genç, ihtiyar ne varsa, efendim hepsinin üstüne ölüm makineleriyle ölüm kusacak ve hala, hala bu ülkede bunu savunan tipler çıkacak. Aman Allah’ım, aman Allah’ım. Çok ilginç değil mi? Çok ilginç, evet. Yani bu topraklar da işgale uğradı dostlar. İstanbul iki sene İngiliz işgali altında kaldı. Fransız, Hatayı da geçti, Antep’e kadar geldi, Maraş’a kadar geldi yani ne çabuk unuttuk yahu, ne çabuk unuttuk.

Savaşmamayı tercih hep yenilgiyle mi sonuçlanır? Hep değil tabi…  Savaşmamayı tercih, bazen çok iyi sonuçlanabiliyor ama bazen, nedir o? Gandi ne demişti: “Önce görmezden gelirler, sonra küçümserler, sonra istihza ederler, alay ederler, sonra savaş açarlar, sonra yenersin.” Evet, sonunu unutmayın, sonra yenersin, yenersin ama direniş budur; Sabırdır.

 Pasif direniş, sivil itaatsizlik, Soft power yani yumuşak güç, efendim. Hakikatten bazen yumuşak güç, sert güçten daha güçlüdür. Yani pamuk mu güçlüdür, demir mi derseniz?.. Gerçekten de, eğer suya düşüyorsa, ölmeyebiliyor ama betona düşüyorsa çakılıyor. Dolayısıyla yani senin, ona karşı yumuşak davranır gibi yapıp, aslında kendini koruman da bir akıl gerektiriyor.

Kur’an-î Belkıs siyaseti, Feminen siyaset. Ne diyordu Belkıs Kuran’dan, Kur’an’daki anlatısından: Krallar bir ülkeye girerse orayı yıkıp-yakarlar, diyordu değil mi? Oranın ehline zulmederler. Yani Süleyman’dan mektup gelince böyle diyor Belkıs. Kendi kuruluna, kendi savaş konseyine ve Kuran da bunu bize naklediyor iyi mi? Onun için feminen siyaset, bazen gerçekten de en iyisi olabiliyor, evet…

Fil olayı nasıl istismar edilir? Bu olaydan sonra Araplar arasında Mekkeliler Ehlullah olarak… Abdülmuttalib, eyvallah. Abdülmuttalib yani o zaman Rasulullah’ın dedesiydi Mekke’nin reisi. Zaten o sene Abdülmuttalib’in ,Haşimiler’in reisliğinin sonu oldu. O sene Mekke’de iktidar değişti ve Sasani yanlılarına geçti yani Ümeyyeoğulları ve Mahzumoğulları’na geçti Mekke’den iktidar, iktidar Haşimilerden çıktı, Peygamberimizin soyundan çıktı yani bunu da bir anekdot olarak nakledeyim.

“Allah, bizden yana” algısıyla Allah’ı yandaş yazdılar. Mekkeliler öyle yaptı biliyor musunuz? Ehlullah olarak adlandırmışlardı kendilerini. Niye? Allah bizi savundu, biz Allah’ın ehliyiz, biz Allah’ın ailesiyiz. Hani bir tür İsrailoğulları’ndaki mantık var ya “…nahnu ebnâu(A)llâhi veehibbâuh” “Biz Allah’ın oğullarıyız, biz Allah’ın ehliyiz.” dediler ya, tıpkı onun gibi  Mekkeliler de böyle bir kibre kapıldılar.

Sorgulama, öz eleştiri, şükretmek, tedbir, çaba yerine kibir ve gurur; acziyet ve mağduriyetten menfaat devşirme kurnazlığına kapıldılar.

 

EVET, SURE’NİN VERDİĞİ ÇAĞLAR ÜSTÜ DERS NE?

Ebrehe kiliseyi bahane ederek bir değeri savunmadı, bir değeri istismar etti, değil mi? Aslında kilise değildi Ebrehe’nin derdi. Neydi? Bölgenin ticaretine konmaktı. Yani Kâbe’nin yediği ekmeği ben yiyeyim diyordu, Mekke’nin yediği ekmeği ben yiyeyim.

Mekkeliler de Kâbe’yi, haccı istismar etti ve sömürdü. Hadi buyurun… Mekkelilerde Mekke’nin, Kâbe’nin Ebrehe-si oldular. Yani onun için demiyor mu: “Felya’budû rabbe hâżâ-lbeyt” Evet, “Li-îlâfi kurayş. Îlâfihim rihlete-şşitâ-i ve-ssayf ”. Yani “Felya’budû rabbe hâżâ-lbeyt” “Bari şu beytin rabbinin hatırına sadece Allah’a kulluk edin, şirk koşmayın demiyor mu? Onlarda böyle istismar ettiler.

Zalimin ilkesizliği açık, ya mazlumun ilkesizliğine ne demeli?  Mazlumiyyeti de ilkesizliğe sarar yer misiniz? Demek ki olabiliyor. Surede Allah, ahlak ile adeta eş anlamlıdır; Allah demek ahlak demektir, diye anlayabiliriz. Bu Rabbin terbiyesidir. Evet.

 

KUR’AN DİN MİLLİYETÇİLİĞİ YAPMAZ.

Helak olan taraf, Kitap Ehli İbrahim’i bir dinin Hristiyan mensuplarıydı değil mi? Evet. Yani Ebrehe, İbrahim’in ordusu Hristiyan’dı. Kuran din milliyetçiliği yapsaydı müşriklere karşı Ebrehe’yi desteklemesi lazım değil mi? Saldırılan taraf cahiliye Mekke’sinin müşrik halkıydı,

Kur’an din milliyetçiliği yapmıyor saldırganın kimliğine bakmadan mahkûm ediyor, niye? Zalim de ondan. Zalim kimden olursa olsun mahkûm edilmeli. Kitap Ehli Hristiyan’a karşı müşrik Mekkelileri değil, zalime karşı mazlumu tutuyorum. Evet,

Fil Suresi: zulüm bizdense ben bizden değilim-in Kur’an’casıdır.

Hacım! Filler saldırırken sen neden ebabillerden yana değilsin. Yani burada ebabil, bir kuş, bir kuş çeşidine isim olması sonradandır yeni bir şeydir. O zaman o kuşun ismi ebabil değildi, anlatabiliyor muyum? Dolayısıyla bu bir. İkincisi: ‘belbele’ den gelir zaten ’belbele’ den gelir. Ne demek? Sürekli ses çıkaran, sürekli ciyaklayan, sürekli öten demektir. Dolayısıyla ebabil meselesi değil, kuş meselesi değil, sen hala anlamadın mı? Yani burada sorun kuş meselesi, taş meselesi değil, sorun adalet, sorun aslında zulüm ve efendim, adalet arasındaki tercih. Zulmü mu tercih edeceksin, adaleti mi tercih edeceksin? Eyvallah.

Filler sizden olunca hiç her şey mubah, ebabiller karşı taraftan olunca tu-kaka mı? Son sorum da bu olsun.

 

EKLER

Evet. Eklere geçtik dostlar; Ömrümüz ramazan ahiretimiz bayram olsun, duamı tekrarlayayım.

İNSANLIĞI BOZAN ŞEYLER:

  • – kula kulluk,
  • – zulüm,
  • – hak yemek, yolsuzluk,
  • – cehalet, istismar,
  • – aklını kullanmamak, ahmaklık,
  • – kötülük, ahlaksızlık
  • – sürüleşmek vs.…

İNSANLIĞI BOZAN ORUCU DA BOZAR.

Kuran ayı ramazan bizi tutsun, anlam savaşımıza katkı sunsun mübarek ve kutlu olsun inşallah.

 

UYDURULMUŞ DİN

Çok ilginç, fotoğrafı görüyorsunuz değil mi dostlar? Çok tanıdık geliyor değil mi? Bunlar için, bu tavırlar için, mübarek Cuma Suresi’ndeki ayet, bu tavırlar yani kitap taşıyan eşekler ifadesi kullanılıyordu. Yani kitabı; ellerinde, göğüslerinde, başlarının üstünde taşıyorlar fakat sorumluluğunu taşımıyorlar. Ayet zaten bunu söylüyor “kemeśeli-lhimâri yahmilu esfârâ” “İşte böyle yapanlar, kitaplar taşıtan eşekler, gibidir. Bayraktar hocamızı saygıyla ve duayla analım, Allah ömürler versin. İsrailoğulları’na eşek diyen, Tevrat’a bu muameleyi yapan İsrailoğulları’na eşek diyen Kur’an diyor; Kur’an’a aynı muameleyi yapan Müslümanlara  aferin mi diyecek? Eyvallah ben de söylüyorum. Mezar başında Tevrat okuyan Yahudiler.

Dağ başında dev cami. Aslında yani söyleyecek bir şey bulamıyorum, siz söyleyin onu da.

Altı tane daha var ölürse ölsün. “Devlet Hastanesi acilde pratisyenlik yapıyorum, sene 2010… solunum güçlüğü olan yedi yaşında bir kız çocuğu. Yatış verdim durumu kötü. -Doktor yazmış bunu- Babası yatışı kabul etmiyor eve götürmek istiyor. -Düşünebiliyor musunuz? Hekim yatış veriyor çünkü acil durumu var yedi yaşında bir çocuk. Efendim baba ısrarla eve götürmek istiyor.-  ‘Ölür evde.’ diyorum. Cevap şu: “Altı tane daha var ölürse ölsün.” Altındaki notum çok önemli. “Çocuk bir ameldir.” Kuran’a göre çocuk bir ameldir. “innehu ‘amelun ġayru sâlih” ne diyordu Nuh’a ‘o Salih bir ameldir.’ Kenan için, oğlu Kenan için. Amel, amel ne demek biliyor musunuz? Bilinçli ve tasarlamış eyleme amel denir. Fiilden farklıdır, hareketten daha farklıdır. Hareket taşında hareketidir. Ama amel: bilinçli ve tasarlanmış eylem, demektir Kuranda. Yani çocuk sahibi olmak, bilinçli ve tasarlanmış bir eylem olmalı, tesadüfen değil. Anlatabiliyor muyum?.. Peki Müslüman şarkın durumu nedir, karnesi nedir bu durumda? Evet, onun için tekrar bakın, tekrar okuyun, tekrar düşünün derim dostlar. Evet,

 

KINAMA

Evet bir kınamam var. Tokyo arazisine kümbet yapan Selçukluları kınıyorum. Bakın öncesi bu, sonrası da bu… Nasıl buldunuz? Evet, mangalda kül bırakmazlar değil mi Tarihi istismar ederken? Ama yaptığımız şey de bu işte. Evet,

 

BENİM KAHRAMANLARIM.

Bu çok hoşuma gitti, yüzünüzde bir tebessüm uyandırır güzel kardeşlerim. Bu kardeşlerimizin hepsini tebrik ediyorum, o güzel yüreklerinizden öpüyorum. Evet, içinizi ısıtalım, demiş. “Grevde başhekimlikçe kötü muamele edilen hekim arkadaşlarımıza çiçekler göndermiştik. Arkadaşlarımız çiçeklerimizi hastane personeline bağış karşılığı verip toplanan parayı kovid’den vefat eden sağlık çalışanlarının çocuklarına burs olarak bağışladılar.” Evet tebrik ediyorum. Allah kabul etsin, evet değerli dostlar bir suremiz daha burada bitti, bitmedi tabii Kur’an, okudum bitirdim denilen bir kitap değil. Kuran, “okudum” kelimesini sevmez, “okuyorum” daima ucu açıktır, daima okursunuz, daima okursanız, daima size konuşur, daima sorarsanız, daima cevap verir, daima sorarsanız sizinle daima mükâleme eder, karşılıklı söyleşir, diyaloğa girer. Onun için ayetlerle söyleşmekten vazgeçmeyelim. Kur’an ayıdır, Kur’an’a hakkını verelim. Bu ay Kur’an’ın doğum ayıdır; Kur’an, iyi ki doğdun Kur’an, demenin karşılığı, yeniden Kur’an ayetleriyle, özellikle şöyle bizim hayatınızı dizayn eden ilke ayetleriyle, yeniden buluşmaktır. Rabbim bizi onlardan kılsın. Hepinize saygı, sevgi ve hürmetle selamlıyorum Allah’a emanet olun.

 

Yorum Yaz