Siyaset pratik ahlaktır

Şu sözler, tam 14 yıl önce, politik İslami hareketler üzerine yaptığım bir araştırmada yer alıyordu;

“Politikacılık sosyal kanalizasyonculuktur; Özellikle politikanın rant alanı olduğu bizim gibi toplumlarda. Politikanın çok yüzlü tabiatıyla, rantın şehvet kabartan cazibesi bir araya gelince, meleği dahi şeytanlaştıran bir ‘ibtila’ olup çıkıyor siyaset. İşte bütün bu nedenlerden dolayı politikaya atılan biri dünyanın en kirli işine bulaştığı halde, dünyanın en temizi rolüne soyunmamalı. İnsanların tümünü politik mücadeleye çağıran bir “politika misyoneri” olmak yerine, “zaruret fıkhı” çerçevesinde kifayet miktarı yatırım yapmalı; Her şeyden öte, kendini ve değerlerini politik kirlilikten olabildiğince sakınmalıdır.”

O günden bugüne dönüp baktığımda, yaşananların bu tespitleri bir kez daha doğruladığını gördüm. “Doğrulamak” ne kelime, daha da beter olduğunu gördüm. Umut olarak çıkanların, umutlarımızı acımasızca budadığını gördüm. Başımız dik dursun diye desteklediklerimizin, başımızı öne eğdiğini gördüm.

Aristo, “Siyaset, pratik etiktir” derken, elbette olması gerekeni söylüyordu. Bu sözün tasdikcileri, başta Hz. Peygamber olmak üzere, insanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan İslam’ı hayata taşıyan tüm kutlu önderlerdi.

Siyaseti, pratik ahlak olarak algılayan Hz. Peygamber, işte bu nedenledir ki, devlet başkanı olduğu halde, zırhı, aldığı buğday borcuna karşılık, bir Yahudi tüccarda rehinken ruhunu teslim ediyordu.

Hz. Ömer, Dicle üzerinde yer alan köprülerden birinde ayağı kırılan bir koyunun hesabının kendinden sorulacağını biliyordu. Bir görgü tanığı anlatıyor : “Ömer b. Abdülaziz, yatsıyı Vali olarak kıldırmıştı, sabah namazını ise halife olarak. İki namaz arasında, bir insanın bu kadar çökeceğini, bu kadar yaşlanabileceğini hala aklım almıyor”. Osman Gazi öldüğünde, günün tarihçisi Aşıkpaşaoğlu şöyle yazar: “Orhan ve Alaaddin Beyler geldiler ki mirası paylaşalar. Fakat Osman Han’ın, fethedilen beldeler dışında, akça namına bir şeyine rastlamadılar.”

Aristo’nun dediğinin zıddına, bizde siyaset “pratik ahlaksızlık” olarak anlaşıldı ve uygulandı. Bunun böyle olmasında en büyük pay sisteme aitti. Türkiye’de sistem, siyaseti “devlet yönetme”nin dışında tutmuş, buna karşılık siyasilere sus payı ve rüşvet olarak da rant musluklarından bir kısmını bırakmıştır. Türkiye’de devleti, siyasiler değil, demirbaş bir aristokrasi yönetir ve sistemin gerçek tabiatı demokratik değil, oligarşiktir.

DELİKLİ SANDIK ÇIKTI, MERTLİK BOZULDU

Sistemin ikiyüzlü tabiatına yukarıda dikkat çektik. Denilecektir ki; “Peki, o halde seçimler niçin yapılmaktadır?” Türkiye’de seçimler, Avrupalı dostlar demokrasi de görsünler diye yapılır; “özgürlük ve kendi kendini yönetmek bu milletin hakkıdır” diye değil. 1925’te Kazım Karabekir ve arkadaşlarının kurup, darağacından güç bela döndükleri Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Fethi Bey’e “Avrupa’ya ayıp olmasın” diye kurdurulup iş ciddiye binince, Fethi Bey’in ancak kaçarak kurtulacağı Serbest Fırka deneyimi bir yana; 1946’da başlayan, görece çok partili hayata geçiş de “samimi” ve “millet haklarını iade etmek” gibi amaçlarla değil, iç ve dış şartların zorlanmasıyla olmuştur.

“Olmuştur”da ne olmuştur? Ne olacak, Türkiye’nin ilk muhalif hareketi iktidara geldikten 10 yıl sonra, o hareketi iktidara taşıyan, Ülkenin başbakanının boynuna yağlı ilmek geçirilivermiştir. Düdük çalmış, hakem kılığındaki kişi, kendi takımı tam gol yiyecekken maçı iptal etmiştir. Aynı şey 12 Mart 1971’de, 12 Eylül 1980’de, daha rafine bir biçimde 28 Şubat 1997’detekrarlanmıştır.

Türkiye’de oynanan “demokrasicilik oyununu” şu misalle daha güzel anlatabilirim: Ülkeyi bir gemi olarak düşünün, bu geminin biri gizli olmak üzere iki adet kaptan köşkü var, tabii ki iki de dümeni… Herkesin gerçek sandığı sahte dümenin kaptanını yolcularına seçtiriyorlar.

Seçilen kaptan ucu boş olan sahte dümenin başına geçiyor ve hep “…mış” gibi yapıyor; görevi o. Gemi ahalisi, kendilerini istedikleri rotada, ulaşmak istedikleri limana doğru, seçtikleri kaptanın götürdüğünü düşüne dursun; Gizli kaptan köşkünün seçimle gelip-gitmeyen demirbaş kadrosu gemiyi istediği rotada seyrettiriyor. Eğer sahte dümenin başına “rol” icabı oturtulan “göstermelik kaptan”, gemi ahalisinin iradesini geminin rotasına yansıtmaya yeltenirse, 27 Mayıs’ta olduğu gibi, kaptan “rol”ünden alınıp darağacına yollanarak haddi bildiriliyor.

Kim ne derse desin, her sonraki “darbe”nin şiddeti, bir öncesinden düşük oluyor. Darbecilerin işi gittikçe zorlaşıyor. Peki, bu kötü gelenek, eğermert davranılsaydı “imkansızlaştırılamaz” mıydı?

Benim düşüncem bunun mümkün olduğu yönündedir. Mümkündür, karikatürist politika tüccarlarıyla değil. Kendi hakları ihlal edilince gösterdiği celadeti, temsil ettiği kitlenin hakları hoyratça çiğnenirken göstermeyip pusan celadet fukaralarıyla değil.

DEĞİŞMEMEKTE DİRENENLER DEĞİŞTİRİLECEKTİR

Bu ülkenin inançlı kitleleri, yıllar yılı itilmiş kakılmışları oynadılar. Kendilerini temsil iddiasıyla ortaya çıkan her oluşuma, canla başla sahip çıktılar ve desteklediler. Tek istekleri vardı: İnançlarını başı dik yaşamak, onurlarını korumak. Bu uğurda hiç bir fedakarlıktan çekinmediler. Hatta fedakarlıktan da öte, umutlarını diri tutmak için temsilcilerinin hatalarında hikmet aradılar.

Fakat onları temsil iddiasıyla yola çıkanlar öyle hatalara imza attılar ki, bu munis, bu hasbi, bu sabırlı kitle dahi, “Artık bu kadarı da olmaz” diyecek noktaya geldiler.

Anadolu’nun nabzını dinleme imkanı bulduğum şu bayram tatili süresinde, insanımızın basiretine bir kez daha tanık oldum.

İnsanımız artık hatada hikmet aramayacak kadar rüştünü ispat etmiştir. Bu seçimde kendisini temsil iddiasıyla sahneye çıkanları hem ihtar ediyor, hem de son şansını kullandığını ihsas ediyor. İnancına karşı savaş açanları biliyor; Fakat asıl kızgınlığı, bu saldırıları onurlu bir tavırla göğüsleyemeyenlere polit büro zihniyetine ateş püsküren, Donkişot’un Dülcine’si bekleyişi gibi, ufukta yeni, tutarlı, celadetli, başı dik durabilen kadrolar bekleyen, eskinin “hızlı particisi” çok insanla karşılaştım.

İnandım ve anladım ki, değişmemekte ısrar edenler, değiştirilecekler.

Doğrusu umutlandım. Şöyle zihnimi yokladığımda, mevcut politik duruşu hassasiyetlerine yediremedikleri için kıyıda köşede bekleyen liyakat ve ehliyet sahibi hayli insan olduğunu gördüm. Mevcut siyasal yapı, umarım kendi kendini yenilemeyi ve “tevbe” gibi bir özeleştiriyi bu seçim fırsatıyla başarır da, içinden geçtiğimiz zor süreç herkes için hayırlara vesile olur.

( 5 Nisan 1999 )

Yorum Yaz