Siyasetçiler okur mu, okursa ne okur?

Hükümetin tepesine kadar tırmanmış bir siyasetçinin oğluna yıllar önce, babasını kitap okurken en son ne zaman gördüğünü sormuştum da, hatırlamadığını söylemişti.

Siyaset, yoğun ve yorucu bir alan. Galiba, siyasetçiler arasında çok yaygın olan “Siyasetçinin parası pul, karısı dul” sözü biraz da işin bu yanını ifade ediyor.

Fakat siyaset yönetme sanatı, siyasetçi de bu sanatı icra eden kişiyse, bir siyasetçi mutlaka bilgilenme kanallarını sürekli açık tutmak zorunda. Belki insanlar arasında bilgiye en çok muhtaç olanların başında, siyasetle iştigal edenler geliyor.

Çünkü siyaset alanı, eylem alanıdır. Düşünce ve bilgi üretme alanı değil, üretilen düşünce ve bilgiyi kullanma, onu hayata uyarlama alanıdır. Siyasetçileri hep eleştiririz “Şunu neden şöyle yapmadı?”, “Bunu neden böyle yaptı?” diye.

Ama dönüp de, o siyasetçinin yaptığından daha iyisini yapabilecek bir bilgi ve birikime sahip olup olmadığını sorgulamayız? Düşünsel kapasitesinin, beklentilerimizi karşılayacak seviyede olup olmadığını pek tartışmayız.

Oysaki kişinin eylemi bilgisini aşamaz. Bilgisi bilincini aşamaz. Bilinci inancını aşamaz. İnancı aklını aşamaz. Aklı tasavvurunu aşamaz.

Söyler misiniz; siyasetçi okumuyorsa, bilgi ihtiyacını hangi kaynaktan karşılayacaktır?

Görüntülü ve yazılı olanıyla bu kaynak medya mıdır?

Öncelikle söyleyeyim ki, medyanın işlevi bilgiden çok haber vermektir. Bizdeki malum medya ise, haber de vermemektedir. Haber verme iddiasındaki medya organları, manipülasyon ve dezenformasyon aracı olarak kullanılmaktadır. Gerisi ise şov dünyasının pespayelikleri ve rezilliklerinin sergilendiği bir sirk görünümündedir.

Beni, Ramazan’ın 30 gününde de programına konuk olmaya davet eden ünlü bir isme “Yüzümü eskitmek istemiyorum” demiştim de, ne demek istediğimi ancak uzun bir aradan sonra ancak anlayabilmiş ve kendisi de, “Doğru ya, biz yüzümüzü eskittik!” itirafında bulunmuştu.

Geriye ne kalıyor?

Elbette okunduğunda bize bir şeyler veren süreli yayınlar ya da kitaplar kalıyor.

Siyasete soyunan her Müslüman’ın Kur’an’ı baştan sona anlayarak ve özümleyerek bir kez olsun bitirmesi şarttır. Diyeceksiniz ki, bu sadece siyaset yapan Müslüman’a değil, her Müslüman’a şart. Doğrusunuz. Fakat siyasetçiye iki kez şart, çünkü o doğrudan toplumu inşa makamındadır. Kimlik ve kişiliğini vahyin inşa etmediği insanlar hayatı inşa etmeye kalktıklarında, inşa değil imha ettiklerine hep birlikte tanığız.

Müslüman siyasetçi vahiyle hemhal olmaya sadece bilgilenme açısından muhtaç değildir. Yaptığı işin insanın iç dünyasını oksitlendiren ve iç enerjisini tüketen yıpratıcı sonuçlarından politikacıyı koruması açısından da muhtaçtır.

Yoksa mı? Yoksa bir tarafından dökülmeye başlıyorlar. Bir ömürde kazanılmış hassasiyetleri birer birer yok oluyor. Yürek aynasının sırçası kararıyor. O aynada kendi yüzünü seyredemez oluyor. Giderek dostu düşmanı, günahı sevabı, haramı helali tanıyamaz hale geliyor. Çünkü bunlar arasındaki ayrımı algılayan iç alıcılar paslanmış oluyor.

Oysaki o alıcılar mükemmel çalışmadan, adalet duygusu insanlarda her zaman diriliğini koruyamaz. Adalet duygusu zayıflayan insan, zulme meyleder. Bu sonunda onu, zulmü adaletten, zalimi adilden ayıramayacak bir noktaya sürükler. Hatta bundan bir adım ötesi zulmü adaletin makamına geçirmektir.

Böyle olmamak için Müslüman siyasetçinin okuması gereken eserlerin başında Hz. Peygamber’in hayatını anlatan siyerler gelir. Özellikle de Hz. Peygamber’in yönetimini anlatan ve başarılı bir çevriyle Türkçeye kazandırılan Kettânî’nin “et-Teratibü’l-İdariyye” adlı eser gelir (İz Yay.).

Sahi, İbn Haldun’un Mukaddime’sini anlayarak ve özümseyerek okumuş kaç siyasetçimiz vardır?

Bu yazının amacı, ait olduğu medeniyetin yönetim aklını dile getiren bu çizgideki eserlere yapılan iki yeni katkıdan, okurları, özellikle de siyasetle ilgilenenleri haberdar etmek.

Bu iki eser, üstad Sezai Karakoç’a ait Çıkış Yolu I ve Çıkış Yolu II (Diriliş Yay.).

Bir Müslüman düşünürün kaleminden çıkan manifesto niteliğindeki bu eserlerin, günümüz Müslüman siyasetçisine söyleyeceği çok şey var. Bunların başında içinde yaşadığımız günlerin tozu dumanı arasında pek farkına varılmayan “medeniyet bilinci” geliyor.

Avrupa Birliği’ne girmek için gösterilen çabanın gerekçelerini anlıyoruz. Hatta bu gerekçeleri birçoğumuz haklı da buluyoruz. Fakat bizi “biz” kılan bir aidiyyetimizin olduğunu bize hatırlatan birileri de bulunmalı.

İşte Sezai Karakoç, onlardan biri.

Daha, bu alanda yazılan son eserlerden biri olan “Ne Yapmalı? Nasıl Yapmalı? Kiminle Yapmalı?” dan (Denge Yay.) söz edecektim ama yer kalmadı.

Hakiki bayram, adaletle siyaset özdeşleşince gerçekleşecektir. Bu da tasavvur, akıl ve kişiliklerini sahih bilginin inşa ettiği siyasetçiler eliyle olur.

NOT: Tüm okurlarımın Ramazan Bayramı’nı tebrik eder, ebedi bayramların habercisi olmasını niyaz ederim.Siyaset, yoğun ve yorucu bir alan. Galiba, siyasetçiler arasında çok yaygın olan “Siyasetçinin parası pul, karısı dul” sözü biraz da işin bu yanını ifade ediyor.

Fakat siyaset yönetme sanatı, siyasetçi de bu sanatı icra eden kişiyse, bir siyasetçi mutlaka bilgilenme kanallarını sürekli açık tutmak zorunda. Belki insanlar arasında bilgiye en çok muhtaç olanların başında, siyasetle iştigal edenler geliyor.

Çünkü siyaset alanı, eylem alanıdır. Düşünce ve bilgi üretme alanı değil, üretilen düşünce ve bilgiyi kullanma, onu hayata uyarlama alanıdır. Siyasetçileri hep eleştiririz “Şunu neden şöyle yapmadı?”, “Bunu neden böyle yaptı?” diye.

Ama dönüp de, o siyasetçinin yaptığından daha iyisini yapabilecek bir bilgi ve birikime sahip olup olmadığını sorgulamayız? Düşünsel kapasitesinin, beklentilerimizi karşılayacak seviyede olup olmadığını pek tartışmayız.

Oysaki kişinin eylemi bilgisini aşamaz. Bilgisi bilincini aşamaz. Bilinci inancını aşamaz. İnancı aklını aşamaz. Aklı tasavvurunu aşamaz.

Söyler misiniz; siyasetçi okumuyorsa, bilgi ihtiyacını hangi kaynaktan karşılayacaktır?

Görüntülü ve yazılı olanıyla bu kaynak medya mıdır?

Öncelikle söyleyeyim ki, medyanın işlevi bilgiden çok haber vermektir. Bizdeki malum medya ise, haber de vermemektedir. Haber verme iddiasındaki medya organları, manipülasyon ve dezenformasyon aracı olarak kullanılmaktadır. Gerisi ise şov dünyasının pespayelikleri ve rezilliklerinin sergilendiği bir sirk görünümündedir.

Beni, Ramazan’ın 30 gününde de programına konuk olmaya davet eden ünlü bir isme “Yüzümü eskitmek istemiyorum” demiştim de, ne demek istediğimi ancak uzun bir aradan sonra ancak anlayabilmiş ve kendisi de, “Doğru ya, biz yüzümüzü eskittik!” itirafında bulunmuştu.

Geriye ne kalıyor?

Elbette okunduğunda bize bir şeyler veren süreli yayınlar ya da kitaplar kalıyor.

Siyasete soyunan her Müslüman’ın Kur’an’ı baştan sona anlayarak ve özümleyerek bir kez olsun bitirmesi şarttır. Diyeceksiniz ki, bu sadece siyaset yapan Müslüman’a değil, her Müslüman’a şart. Doğrusunuz. Fakat siyasetçiye iki kez şart, çünkü o doğrudan toplumu inşa makamındadır. Kimlik ve kişiliğini vahyin inşa etmediği insanlar hayatı inşa etmeye kalktıklarında, inşa değil imha ettiklerine hep birlikte tanığız.

Müslüman siyasetçi vahiyle hemhal olmaya sadece bilgilenme açısından muhtaç değildir. Yaptığı işin insanın iç dünyasını oksitlendiren ve iç enerjisini tüketen yıpratıcı sonuçlarından politikacıyı koruması açısından da muhtaçtır.

Yoksa mı? Yoksa bir tarafından dökülmeye başlıyorlar. Bir ömürde kazanılmış hassasiyetleri birer birer yok oluyor. Yürek aynasının sırçası kararıyor. O aynada kendi yüzünü seyredemez oluyor. Giderek dostu düşmanı, günahı sevabı, haramı helali tanıyamaz hale geliyor. Çünkü bunlar arasındaki ayrımı algılayan iç alıcılar paslanmış oluyor.

Oysaki o alıcılar mükemmel çalışmadan, adalet duygusu insanlarda her zaman diriliğini koruyamaz. Adalet duygusu zayıflayan insan, zulme meyleder. Bu sonunda onu, zulmü adaletten, zalimi adilden ayıramayacak bir noktaya sürükler. Hatta bundan bir adım ötesi zulmü adaletin makamına geçirmektir.

Böyle olmamak için Müslüman siyasetçinin okuması gereken eserlerin başında Hz. Peygamber’in hayatını anlatan siyerler gelir. Özellikle de Hz. Peygamber’in yönetimini anlatan ve başarılı bir çevriyle Türkçeye kazandırılan Kettânî’nin “et-Teratibü’l-İdariyye” adlı eser gelir (İz Yay.).

Sahi, İbn Haldun’un Mukaddime’sini anlayarak ve özümseyerek okumuş kaç siyasetçimiz vardır?

Bu yazının amacı, ait olduğu medeniyetin yönetim aklını dile getiren bu çizgideki eserlere yapılan iki yeni katkıdan, okurları, özellikle de siyasetle ilgilenenleri haberdar etmek.

Bu iki eser, üstad Sezai Karakoç’a ait Çıkış Yolu I ve Çıkış Yolu II (Diriliş Yay.).

Bir Müslüman düşünürün kaleminden çıkan manifesto niteliğindeki bu eserlerin, günümüz Müslüman siyasetçisine söyleyeceği çok şey var. Bunların başında içinde yaşadığımız günlerin tozu dumanı arasında pek farkına varılmayan “medeniyet bilinci” geliyor.

Avrupa Birliği’ne girmek için gösterilen çabanın gerekçelerini anlıyoruz. Hatta bu gerekçeleri birçoğumuz haklı da buluyoruz. Fakat bizi “biz” kılan bir aidiyyetimizin olduğunu bize hatırlatan birileri de bulunmalı.

İşte Sezai Karakoç, onlardan biri.

Daha, bu alanda yazılan son eserlerden biri olan “Ne Yapmalı? Nasıl Yapmalı? Kiminle Yapmalı?” dan (Denge Yay.) söz edecektim ama yer kalmadı.

Hakiki bayram, adaletle siyaset özdeşleşince gerçekleşecektir. Bu da tasavvur, akıl ve kişiliklerini sahih bilginin inşa ettiği siyasetçiler eliyle olur.

NOT: Tüm okurlarımın Ramazan Bayramı’nı tebrik eder, ebedi bayramların habercisi olmasını niyaz ederim.

 

Yorum Yaz