Medine Havaalanı yolu üzerinde bulunan Gazino Ebu Terbuş’ta Arap dostlarla oturuyoruz.
Onlar nargilelerini fokurdatırken biz enfes “fakfakiyye”lerimizin tadına varmaya çalışıyoruz. Medine yerlisi ahlak abidesi sevdiğim bir hekim dost lafın bir yerinde “Tüm suç sizin” dedi, “Bırakmayacaktınız buraları!”
Orada birden aklıma Medine müdafaasına katılan bir Osmanlı subayının bir mısraı geldi aklıma: “Suçumuz çoksa da sun’umuz yoktur” dedim ve ekledim: “Bırakmadık, bıraktırdılar”. Osmanlı’nın son asil çocuklarından Medine kumandanı Fahreddin Paşa’nın destani Medine savunmasını bilmiyor olamazdı. Bunu hatırlattım. “Baştan sona biliyorum” dedi. O da ben de sözün bittiği yerdeydik.
- Dünya Savaşı’nın ardından Batılılaşmış asker sivil bürokratların ihaneti çorap söküğü gibi geldi. İşbu ihanetlerden biri de Medine’nin boşaltılması kararıdır. Savaşla alınamamış olan şehir, “merkez”den gelen bir emirle teslim edilmişti.
Hicaz Kuvve-i Seferiye Kumandanı Fahreddin Paşa, Şeyhü’l-Harem Ziver Bey ile görüşerek, Osmanlı sultanlarının Sürre Alaylarıyla Harem’e bağışladığı bir devlet hazinesi tutarındaki “emânât”ı emin bir yere, yani İstanbul’a taşıma kararı aldı. Dünyada eşine az rastlanır büyük elmaslar, mücevher kakmalı altın şamdanlar, avizeler, kandiller, mücevher yelpazeler, askılar, mücevherden tespihler, nadir yazma eserler ve daha paha biçilmez birçok emanet?
Bunlar arasında, Sultan I. Ahmet tarafından hediye edilen biri 52, diğeri 48 kırat büyüklüğünde iki paha biçilmez elmas da bulunuyordu. Bu elmaslar Hz. Peygamber’in tam yüz tarafındaki sanduka örtüsüne asılı bulunuyordu. Babasının yüzük olarak taşıdığı bu nadir elmas kendisine intikal edince, bir levha üzerine yerleştiren Sultan, “Rasulullah’ın sandukası buna benden daha layık” deyip Mescid-i Nebevi’ye hediye etmişti. Yine bu emanetler arasında, Sultan Abdülmecid’in hediye ettiği binlerce pırlantayla süslü 48 kilo ağırlığında iki som altın şamdan da vardı. Bunlar Hz. Peygamber’in sandukasının baş ve ayakucunda yanardı.
İşte asil komutan Fahreddin Paşa’nın yağmalanmasın diye getirdiği emanet böylesine paha biçilmez bir hazineydi. Ne yağmaladılar ne yağmalattılar. Hepsi de bugün Topkapı Sarayı’nda korunmakta.
Mukaddes emanetlerin bulunduğu odayla ilgili ilginç bir hatıra vardır: Sultan Reşad bir gün bu emanetlerin bulunduğu odayı ziyaret eder. Cihan Savaşı yıllarıdır. Perdeleri ve hırka-i saadet kisvesini hırpalanmış ve eskimiş bulur ve çok üzülür. “Daire-i Saadet’i ziyaretim sırasında ziyadesiyle üzüldüm ve mahcup oldum. Benim elbiselerim pırıl pırıl olsun da perdeler kapkara kararıp geçsin. Ben ki Peygamber Efendimiz Hazretleri’nin kölesiyim. Köle öyle olur da efendisi böyle mi olur?” diye etrafındakilere sitemde bulunan Padişah, kisveleri hemen yeniletir.
Asıl konumuz destani Medine savunması idi. Bu savunmanın ruh halini ben tasvir edemem. Buna gücüm yetmez. Fakat buna gücü yeten biri var: Yukarıda andığım Mülazim İdris Sabih Bey. Efendimizi korumak için kalede mahsur kalıp canlarının boğazlarına geldiği bir gün Fahreddin Paşa’ya ithafen yazıp Peygamberimize hitap ettiği bir şiiri var genç subayın. Bir hıçkırık gibi dökülen bu mısralardan bir kısmını buraya alıyorum:
Dünya ve ahiret Efendimizsin
Bir Ulü’l-emr idin emrine girdik
Ezelden bey’atli hakanımızsın
Az idik sayende murada erdik
Dünya ve ahiret sultanımızsın
Unuttuk İlhan’ı Kara Oğuz’u
İşledik seni göz bebeğimize
Bağışla ey şefi’ kusurumuzu
Bin küsür senelik emeğimize
Suçumuz çoksa da sun’umuz yoktur
Şımardık müjde-i sahabetinle
Gönlümüz ganidir, gözümüz toktur
Doyarız bir lokma şefaatinle
Nedense kimseler dinlemez eyvah
O kadar saf olan dileğimizi
Bir ümmi isen de ya Rasulallah
Ancak sen okursun yüreğimizi
Ne kanlar akıttık hep senin için
O Ulu Kitab’ın hakkıçün aziz
Gücümüz erişsin ve erişmesin
Uğrunda her zaman döğüşeceğiz
Yapamaz Ertuğrul Evladı sensiz
Can verir canânı veremez Türkler
Ebedi hadimü’l-Harameyniniz
Ölsek de ravzanı ruhumuz bekler
Yorum Yaz