Süleyman Efendi’nin sevenlerine açık mektup

Sizler, ömrünü Kur’an’ın hizmetine adamış Süleyman Efendinin talebesisiniz.

Bu ülkedeki Müslüman camianın kadim ve saygın bir parçasısınız. Bu camiayı oluşturan parçalar, bir vücudun organları gibidir. Bu organların birbirinden koparılmasının acısı vücudun tümünde hissedilir. Dün bu acılar yaşandı. Fena sonucunu herkes gördü. Bir daha bu tür acılar yaşanmamalı. Bu bedenin organları birbirinden kopmamalı, birbirine yabancılaşmamalı.

Yaptığınız hizmetler, hep din için, iman için, İslam için, Kur’an için oldu. Sizi destekleyenler, Kur’an’a hizmet ettiğiniz için destekledi. Sahip olduğunuz tüm şöhreti, saygıyı, himmeti, cemaati, kurs binalarını, hizmet imkanlarını, bu sevgi ve ilgiye borçlu olduğunuzu göz ardı edemeyeceğinizi bilirim.

Allah kendisini destekleyeni destekler. Süleyman Efendi’yi de bunun için desteklemişti. O, bir tek adam bulup da ona Kur’an öğreteyim diye çırpınırken, Allah ona binleri gönderdi.

Fakat tam da bu yüzden başı hep belada oldu. Tek Parti döneminde iki kez tutuklandı. Kur’an okuttuğu için evine sayısız baskın düzenlendi. Dersiâm olduğu halde, kürsülerden hitap etme yetkisi elinden alındı.

Peki o ne yaptı? Hiç içinden “Tek Partiyi destekler görüneyim de, şerlerinden emin olayım” dedi mi? Siz böyle bir düşünceyi onun zihninden geçirdiğine dahi ihtimal verebilir misiniz?

Ona da tabir-i âmiyâne ile “zarf” atılmıştı. Zamanın “Tek Parti”si Süleyman Efendi’yi kullanacağını sanmıştı. Bakın, “Tek Parti”nin kodamanlarından kendini “Fatih Kızılaycılarından” diye tanıtan Nâmi Çaldan zamanın başbakanına yazdığı dilekçede ne diyordu:

“Fatih mıntıkasının halk tarafından çok sevilen Dersiamlarından Süleyman Efendinin üç sene evvel İstanbul Polis Müdürü bulunan Zeki ile aralarının açık olması yüzünden elinden vaizlik vesikası alınmış olduğundan o zamandan beri vaaz vermemektedir. Bugün kendisine verilecek izin ile tekrar vaizliğe başlamasının PARTİMİZ İÇİN ESASLI PROPAGANDAYA VESİLE OLACAĞI ve vereceği vaazlarda her zaman PARTİMİZİ DESTEKLEYECEĞİ DÜŞÜNCESİYLE izin verilmesi hususunu rica ederim…”

Tabi ki, Başbakanın talimatıyla Diyanet harekete geçirilir ve izin verilir.

Bu iznin zamanını merak etmiyor musunuz: 24 Mart 1950. Yani zamanın “Tek Parti”sinin büyük hezimete uğradığı 14 Mart 1950 seçimlerinden sadece 1.5 ay öncesi.

Evet gördüğünüz gibi bu bir seçim yatırımı.

Söyler misiniz? Bu zarfı tutmayan, bu zokayı yutmayan Süleyman Efendi hayatta olsaydı bugünkü zarfı tutar, dün size “yarasalar” diyen birinin bugün attığı zokayı yutar mıydı?

Sizler malum bir partinin “propaganda vesileleri” değilsiniz. Kur’an hizmetinde elde ettiğiniz itibarı kime hizmet ettiği belli olan bir politikacının ardına düşerek tüketemezsiniz.

Efendiler, hatada hikmet aranmaz.

Siz Kur’an okumuyor musunuz? Kur’an Hz. Adem’in, Hz. Musa’nın, Hz. Yunus’un, Hz. Davud’un tevbesine yer vermiyor mu? Peki, bu isimler peygamber oldukları halde tevbe edecek zelleler yapıyorlar da, size yukarıdan talimat verenler hiç mi hata yapmıyorlar?

Bugün yapılan basit bir hata değildir. Kur’an’ın “Kimse kimsenin sorumluluğunu yüklenemez” dediğini siz de bilirsiniz. Mü’min yaptıklarından da, yapabileceği halde yapmadıklarından da hesaba çekilecektir. Bugünkü desteğinizin hesabı sorulduğunuzda mazeretiniz hazır mı? Bu, asla “büyüklerimiz bizden iyi düşünür” olamaz. “Onlar söyledi, biz yaptık” da olamaz.

Sizi mitinglere sürenler, “Bu konuda yanlış yaptık; sizden özür, Allah’tan af dileriz” demelidirler. İçinizde onları bu konuda akl-ı selime çağıracak nice kalb-i selim sahibi insan olduğunu biliyoruz.

Aranızda onları tevbeye davet edecek binlerce ilim talibi var.

Onlara Kur’an’ın “Zalimlere destek çıkmayın, sonra size de ateş dokunur” (Hud 113) diye haykıran ayetlerini hatırlatacak binlerce Kur’an hadimi var.

Bedir’de Hz. Peygamber “Ordunun karargahı burası olsun” dediğinde, Habbab b. Münzir, “Ey Allah’ın Rasulü bu bir vahiy midir?” diye sormuştu. Hz. Peygamber “Hayır” deyince, “O halde, burası değil şurası daha uygun” diyerek görüş bildirmiş, Rasulullah da onun görüşüne uygun hareket etmişti.

Peki sizin aranızdan kimse çıkıp da “Bu iş yanlıştır arkadaş!” diyemiyor mu? Yanlışa “yanlıştır” denilemeyen bir yerde dirlik ve düzenlik kalır mı? Allah oradan bereketi almaz mı?

Unutmayın, sizin ait olduğunuz yapı dışında kalan bir çok kardeşiniz cemaatin düşürüldüğü bu duruma üzülüyor. “Duyunca şoke oldum” diyenlerin sayısı hayli kabarık. Çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek, cemaat mensuplarını kendilerinin de dahil oldukları iman topluluğuna “yarasalar” diye hakaret eden bir liderin mitinglerinde işi ne Allah aşkına?

Zulme rıza zulümdür efendiler! Ya zulme destek nedir?

Süleyman Efendi’nin talebeleri, hocalarının ruhunu muazzep edecek davranışlardan uzak durmalı.

En derin muhabbet ve saygılarımla.

 

Yorum Yaz