Tasavvurda kaybetmek

“Çağdaşlaşma projesi” adıyla kutsanan proje, aslında bu ülke insanını tüm iddialarından arındırma projesiydi.

Projenin gerçek mimarları, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde projeyi açık artırmaya çıkardılar. Hangi ekip fazla verirse ihale onda kalacaktı. Nitekim öyle de oldu. Proje, “Biz sizin adınıza bu ülkeyi iddialarından daha çok soyutlarız” taahhüdünde bulunan kadrolara ihale edilmiş oldu. Kimi bütün bu olan bitene “sırr-ı kader” dedi, kimisi “tarihin garip bir cilvesi” olarak gördü, kimisi de “mukadder son”.

Ve ardından, dünyada eşine az rastlanır bir iddialarından arındırma operasyonu başladı. Bu süreç, radikal bir “kopuşu” ifade ediyordu. Bu sürecin başlama noktasını teşkil eden Tanzimat “kırılmanın” ifadesiydi. Tanzimat’ta kırılan mezkur süreçte koparılmıştı.

Her kırılma ve kopuş sancılı ve acılı bir süreci ifade eder. Bu süreçte ödenen bedelin büyüklüğü ortada. Bu noktada “Değdi mi bari?” diye sormanın da pratik bir yararı yok. Üstad’ın diliyle “Eski hal muhal. Ya yeni hal, ya izmihlal.”

Evet, ya yeni hal, ya izmihlal… Peki, ama “yeni hal”in aktörlerinin hali “hali pür melal” ise ne olacak? Bu durumda “yeni hal”den söz etmenin serapa bir hayalden söz etmek demeye geleceği âşikâr.

Yanlış eylemi düzeltmenin yolu eyleme müdahaleden geçmez. Bilakis o eylemin kaynağını teşkil eden tasavvuru düzeltmekten geçer. Bu köşenin müdavimleri o ünlü dev masalını hatırlayacaklardır. Ben hatırlamayan ya da bilmeyenler için yeniden aktarayım:

Zamanın birinde, huzur ve sükun adası olan devler ülkesinde, gücünü zorbalığından ve hilesinden alan bir kabadayı dev peyda olmuş. Küstah mı küstah, hilebaz mı hilebazmış. Gücünün yettiğini zulmederek, yetmediğini hileyle alt edermiş.

Erdemi, gücü, adaletiyle şöhret bulmuş olan devler ülkesi reisi, bu küstah devi cezalandırma vaktinin geldiğini düşünerek yola koyulmuş.

Küstahlık yapan dev, her ne kadar dayılansa da, büyük deve karşı koyacak ne gücü varmış, ne de cesareti. Olanca küstahlığına rağmen, ölüm telaşına düşmüş ve korkudan tir tir titremeye başlamış. Büyük deve karşı koyacak gücünün olmadığını en iyi bilen kendisiymiş. Kara kara bir kurtuluş yolu, bir tedbir düşünürken, eşi onu kaçınılmaz sondan kurtaracak bir tedbir bulduğunu söylemiş. Ecel terleri döken küstah dev, çaresiz eşinin planına uymuş. Eşi, onu yatağa yatırmış, üstüne bir yorgan örtmüş fakat sadece ayaklarını açıkta bırakmış.

Bu arada, kendisine serkeşlik yapan haddini bilmezin yerini öğrenen büyük dev, gökler gibi gürleyerek kabadayının inine girmiş ve “Nerde o!” diye haykırmış. Küstah devin eşi, sahte bir soğukkanlılıkla elini dudaklarına götürmüş ve yatağı işaret ederek; “Sus! Çocuk uyuyor!” demiş. İşte o anda ve orada, o ana kadar özgüveni tam olan, gücü ve kuvveti, celadet ve haşmeti, ikbal ve izzetiyle herkeste korkuyla karışık saygı hissi uyandıran büyük devin gözleri, yorganın alt ucundan görünen ayaklara takılmış.

O da ne! Bu ayaklar neredeyse kendisininki kadar büyük ayaklarmış. O anda, zihninden “Eğer çocuğu bu kadarsa, kim bilir babası ne kadardır” diye geçirmiş ve ilk defa içine bir ürperti düşmüş. Saniyeler içerisinde bu ürperti büyümüş ve tüm benliğini kaplamış. Özgüvenini kaybetmiş, tüm planları suya düşmüş. Vücut kimyası bozulup içinde duyduğu korku yüzüne yansımış. Cesaretini ve özgüvenini yitirdiği için, ne elini kaldırabilmiş, ne bir adım atabilmiş. Gerisin geri dönüp, adeta kaçarcasına orayı terk etmiş. Bu davranışı onu sadece cesaretinden ve onurundan değil, aynı zamanda iktidarından ve saygınlığından da etmiş.

Masal kahramanını, azizken zelil eden, güçlüyken güçsüz eden, muktedirken iktidarsız eden, onurluyken onursuz eden, kovalayan iken kaçan kimse haline düşüren, onun eylemi değildir. Aksine, her şeyi tersine döndüren yanlış tasavvurudur. Tasavvuru yanlış kurulunca, kafasını doğru kullanması mümkün değildir. Dolayısıyla, doğru yapması da söz konusu olamaz. Yani, yanlış anlayanın doğru yapmasından söz edilemez. Büyük devin yanlış tasavvuru, yanlış bir kıyas yapmasına neden olmuştur: Bu ayaklar çocuğa aittir; çocuğu bu kadar büyük olanın babası çok daha büyük olur.

Görünürde kendi içerisinde tutarlı bir kıyas gibi duruyor. Zaten, sahibini aldatması da bu yüzden. Fakat “Bu ayaklar çocuğa aittir” öncülünü peşinen doğru kabul edersek bu böyle. Yok, eğer birinci öncülün doğruluğunu sorgularsak, o zaman bu kıyasın baştan sona yanlış olduğu ortaya çıkacaktır.

Burada tasavvurun sahibine ettiği azizlik nedir?

“Bu ayaklar çocuğa aittir” öncülünü sorgulamamasıdır. İşte o nokta bilincin alabora olduğu noktadır. Büyük devin tasavvuru, küstah devin hilekar eşinin ağzından çıkan sözü peşinen doğru kabul etmiştir. O an, kader anı olmuştur ve her şey alt üst olmuştur.

Büyük devin tasavvuru, aklına yanlış istikamet açısı vermiş. Akıl da tasavvurun kendisine verdiği bu yanlış açıya uygun eylem geliştirmiştir. Orada, tasavvurun vereceği istikamet açısı “doğru” kavramının içini, doğruya uygun bir biçimde doldurmaktı. Bu da muhatabının güvenilirlik durumuyla bire bir ilgiliydi. Eğer, tasavvur onun konumunun “dost” konumu olmadığını sezebilseydi, sahibine şu emri verdirmesi gerekirdi:

“Yorganı kaldır!”

Ne dersiniz, bu ülke, son 150 yılına mal olmuş, bedeli çok ağır bir kırılma ve kopuşun ardından yorganı kaldırıp kendi acı gerçeğiyle yüzleşecek cesareti kendinde bulabilir mi? Belki asıl soru şu: Tasavvurda kaybedenlerin kollarında, yorganı kaldıracak derman bulunur mu?

Yorum Yaz