Türkiye’nin beka sorunu vardır

Türkiye, laikliği yeniden düşünmek, mevcut laiklik anlayışını gözden geçirmek zorunda.

Devlet dini haline getirilen Kemalizm’i sorgulamak, Kemalizm’in ya da her hangi bir ideoloji veya ideoloji taslağının hayatın dışına itilen dinin yerini doldurup dolduramayacağı üzerinde düşünmek zorunda.

Ülkede ahlaki bir çözülme yaşanıyor. Sadece yöneten sınıflarda değil, yönetilen sınıflarda da öyle. Yöneten sınıfların kokuşması yeni değildir. Balığın başı kokuşalı çok olmuştu, fakat kokuşma kuyruğa kadar gelip dayandı. Hırsızlık, neredeyse devlet yönetmenin felsefesi haline geldi. Yöneten sınıfların ahlakı (ahlaksızlığı), salgın bir hastalık gibi, yönetilen sınıflara bulaştı.

İnsanımız, devlete öteden beri hep bir kutsallık atfetmiştir. Kutsallık atfedilen yarı-tanrıların ahlaksızlığı, “ibret” olarak değil, “örnek” olarak gösterilir. Tefecilik yapan vatandaş, yaptığı işin meşruiyetine devleti referans gösterdi. İnsanlar kravatı hırsızlığın nişanesi gibi görmeye başladı ve hırsızlar kravatlandı. Bir bakanının intihara kadar varan serüveni; sistemin soygunundan, soygunun sistemine geçildiğinin işaretiydi.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Bumin’le görüşürken, bu toplumda hukukun neden revaç bulmadığı gündeme geldi. O, bunun ailede başlayan bir süreç olduğunu söyledi. Katılıyorum, fakat ben ilave ettim; devlet kendi hukukunu kendisi çiğnerse, vatandaşların birbirlerinin hukukunu çiğnememeleri için hiçbir neden yok. İşte sonuç: Bir baba silahıyla tüm ailesini yok ediyor, sonunda kendisi de intihar ediyor. İşte Batman intiharları… Toplu kıyım gibi. Soygunlarla intiharlar, her açıdan birbiriyle ilintilidir: biri ahlaki çözülmeyi, diğeri umudun yitirilmesini ifade eder.

Peki ama neden? İşte bu sorunun cevabı, tabulaştırılan jakoben laiklik anlayışını ya da devlet dini haline getirilen Kemalizmi tartışma dışı tutarak sağlıklı verilemez. Soracaksınız: bu ikisi hırsızlık yapın mı diyor?

Kemalizm’i bilinen nedenlerden dolayı geçiyorum. Laisizme gelince; evet, “Çalacaksın!” demiyor, fakat “Çalmayacaksın” da demiyor. Laik ya da Kemalist olan ahlaksızlık yapmaz diye bir kural mı var? Yok böyle bir kural. Zaten bu tür bir ahlaki kuralı koyamaz da. Hatta ikisi de rasyonalist ve pozitivist bir felsefeye dayandığı için, “kitabına uydurarak çalmayı” akılcı bulmak durumundadır. Laisizm ve Kemalizm, mensubuna, davranışının ahlaki olup olmadığını değil, rasyonel olup olmadığını sorgulatır; çünkü bu ikisinin de bir eskatolojisi (ahiret) yoktur. Ölüm sonrasına ait bir tasarımı olmayan hiçbir öğreti, insana kitabına uydurunca çalmamanın “enayilik olmadığını” açıklayamaz.

Adı geçen ideolojiler için “Ahlak kuralı koyamaz” dedik. Nedeni açık: ahlaki kuralları ideolojiler değil, inanç sistemleri, yani dinler koyar. Çünkü insanda bir “vicdan” oluşturan kurum, yalnızca inanç sistemleridir. Şimdiye dek hiçbir ideolojinin, insanda bir vicdan oluşturduğu görülmemiştir. O halde bu toplumdaki yöneten ve yönetilen sınıflarıyla birlikte top yekun ahlaki çözülmenin temelinde din-devlet ilişkileri yatmaktadır, diyebiliriz.

Türkiye, devlet ve toplum alanından dini uzaklaştırmakla, “vicdanı” uzaklaştırdığının farkında mı? Türkiye, “irtica” naralarıyla dine savaş açanların, aslında ahlaki davranışa ve onun temeli olan vicdana karşı savaş açtıklarının farkında mı? Şunu kimse inkar edemez: ahlakın gerektiği yerde vicdan şarttır, vicdanın gerektiği yerde din kaçınılmaz bir biçimde vardır.

Söyler misiniz: Ahlak en çok nerede gerekli? Elbette ahlaksızlığın en çok yapılabilme imkanının olduğu yerlerde. Gücün ve paranın olduğu yerler, en büyük ahlaksızlığın, haksızlığın, hırsızlığın yapıldığı yerlerdir. Devlet, güç ve para demektir. En büyük ahlaksızlıklar, en büyük gücü ve en çok parayı elinde bulunduran devlet yönetiminde yapılır. O halde ahlaka en çok ihtiyaç duyulan yer devlet yönetimidir. Vicdansız ahlak, dinsiz vicdan oluşturulamayacağına göre; dine en çok muhtaç olan güç ve paranın temerküz ettiği devlet yönetimidir.

Siz laisizmi, hiçbir şey söylemeyen sloğanik cümlelerle “din-devlet ayrımı” (!?) biçiminde algılar, bu mantığı da dine ve dini değerlere karşı savaşın gerekçesi kılarsanız, bunun yöneten sınıfları ve yönetim mantığını dinsiz bırakma anlamına geldiğini göremezsiniz. Bir unsuru dinden arındırma sadece “dinsizleştirme” değil, aynı zamanda onu ahlaksızlaştırma ve vicdansızlaştırmadır.

Eğer amaç bu ise, diyeceğim hiçbir şey yok; ayağınız göl başınız pınar. Kafanız acı gerçeğin aşılmaz duvarına toslayıncaya dek devam edin. Bu, sonucu başından belli olan bir süreçtir. İnanmayan, tarihe baksın.

Yok eğer amacınız, devlet yönetimini tüm unsurlarıyla ahlaksızlaştırmak ve vicdansızlaştırmak değilse, tez elden bu işin uzmanlarını bir araya toplayınız, konuyu felsefi düzeyde ve paradigma düzleminde tartışmaya açınız. Konuşulsun, tartışılsın! Bundan kimseye bir zarar gelmez, aksine toplum olarak hep birlikte kazançlı çıkarız. Çünkü olay, ideolojik olmaktan çoktan çıktı, Türkiye’nin beka sorunu haline dönüştü.

Hâlâ görmüyor musunuz: Dinin bir beka sorunu yoktur ama Türkiye’nin beka sorunu vardır!

( 10 Kasım 2000 )

 

Yorum Yaz