Üçüncü çözüm

“Türk modernleşmesi” adı altında yürütülen proje, gerçekte bu milleti tüm iddialarından vazgeçirme projesiydi.

Bu milleti iddialarından soyutlama projesi, kimi zaman tumturaklı isimlerin ardına saklanarak, kimi zaman da cebren ve kol bükerek yürütüldü.

Siyasi yorumcuların geleceğin Almanya Şansölyesi olarak gösterdiği eyalet başbakanı, Müslüman muhatabına açıktan ve yekten “İddia sahibi olmayacaksınız arkadaş” demişti.

Bunu söylerken muhatabının Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil etmediğini biliyordu. Muhatabı İslami hassasiyetiyle bilinen bir sivil toplum örgütünün hukukçusuydu. Ona bu vasfıyla hitap ediyordu. Demek ki, zımnen Avrupa’daki Müslümanların “İddia sahibi olduklarını” düşünüyordu.

Avrupa’daki Müslümanların iddiası sizce ne olabilir?

Osmanlı yok. “Osmanlı’nın torunları” karşılığı olmayan hamasi bir ifade. Bu insanlar Cumhuriyet Türkiye’sinin vatandaşları. Pozitivist ve materyalist tandanslı “modern” eğitim almışlar. Avrupai hayat tarzının resmi hayat tarzı olarak dayatıldığı bir rejimin kıskanç kollarında yetişmişler. Bunun anlamı şu: Tüm iddialarından olabildiğince soyutlanmışlar. Yani kimliksiz hale getirilmişler.

Daha ne olsun?

Peki, geleceğin şansölyesi resmen Alman vatandaşı olan birine “İddia sahibi olmayacaksınız arkadaş” derken, muhatabının şahsında Viyana’yı kuşatan bir Osmanlı vehmetmediyse eğer, neyi kasdetmiş olabilir?

Sizin de tahmin ettiğiniz gibi, geriye İslami kimlik sahibi olmaktan başka bir seçenek kalmıyor. Evet Avrupalının gözünde iddia sahibi olmak sadece “İslami bir kimliğe sahip olmak” anlamına geliyor. Bunun dışındaki hiçbir kimlik onları “iddia sahibi” konumuna sokmuyor. Sadece İslami kimlik taşıyana “iddia sahibi” olarak bakıyor Avrupalı.

Eğer bu çözümlememiz doğruysa, buradan şu sonucu rahatlıkla çıkarabiliriz: “İddia sahibi olmayacaksınız” sözü, zımnen “kendinizi İslam’la tanımlamayacaksınız” veya “İslam hayatınızda tanımlayıcı bir unsur olmayacak” anlamına geliyor.

“İddia sahibi olmayacaksınız arkadaş” sözü bir teklif gibi anlaşılamaz. Belki bir tehdit gibi anlaşılabilir. Bu tehdide rağmen İslami kimlikte direnenlere ne yapılması düşünülüyor, orasını bilmiyorum. Bunu zaman gösterecek.

Avrupalının kendi vatandaşı olmuş İslami kimlik sahibi insanlardan isteği bu.

Peki, ya bazılarının “Beyaz Türkler” adını verdiği Resmi Türkiye’nin kendi vatandaşı olan İslami kimlik sahiplerinden isteği ne?

Garip ama o da Avrupalının istediğinin aynısını istiyor. Peki, bu istek yeni mi? Hayır, bu istek çok eski. Geçmişi neredeyse bir asra ulaşacak.

Yabancıların iddia sahibi olmamızdan korkması anlaşılabilir bir şey. Ama yerlilerin de onlar gibi düşünmesinin gerekçesi ne ola ki?

Dahası var: Resmi Türkiye İslami kimlik sahibi vatandaşlarına Avrupalı ağzıyla bir asra yakın bir zamandır “İddia sahibi olmayacaksın vatandaş!” derken bunu Avrupalının bıraktığı tehdit sınırında da bırakmamış. Tehdidin ötesine geçerek iddia sahibi olan vatandaşlarını yasalarla köşeye sıkıştırmış, onların hayat alanını daralttıkça daraltmış, onlara ülkenin zencileri muamelesini reva görmüş.

Soru şu: Bu ülkenin vatandaşının iddia sahibi olmasından bu ülke ne zarar görür?

Cevabı açık: Zarar gören bu ülke değil. Zaten “İddia sahibi olmayacaksın vatandaş!” diyenler de bu ülkenin çıkarını düşündükleri için değil, kendi çıkarlarını düşündükleri için bu kadar ileri gidiyorlar. Eğer tersi olsaydı, iddia sahibi olan vatandaşı bağırlarına basarlar, madalyayla taltif ederlerdi. Ama onlar taltif etmek yerine tehdit ve tekdir etmeyi tercih ettiler. Hatta tahrip ve imha etmeyi düşünecek kadar ileri gittikleri bile oldu.

Neden AB sürecine “cendere” dediğim sanırım daha iyi anlaşılmıştır. İki taraftan sıkan bir cendere. Modernleşme projesi zımni bir muvazaaya dayanıyordu. Bunu, AB sürecinde cenderenin içerideki ucunun mızıkçılık yapmasından kolaylıkla anlayabilirsiniz. Avrupalılar bu ülkeyi tüm iddialarından arındırma işini ihale ettiği Batıcılara “Vatandaşınızı iddialarından soyutlayın, sizi bizden kabul edelim” dedi. Onlar bu vaadi ciddiye alıp, ülkeyi iddia sahiplerinden temizlik operasyonunu başlattılar. Şimdi, temizlik operasyonunun son kurbanları, taşeronu aradan çıkararak ihale sahibine yeni bir teklifle geliyor. Tek dertleri var, sıkıştıkları bu cendereden bu yöntemle kurtulmak.

Tutar mı peki? Zor görünüyor. Ama benim bildiğim daha onurlu bir yol var: Üçüncü çözüm. Cenderenizin gücünün de bir sonu olduğunu hatırlayıp, sabretmek, yani direnmek. Bunun yolu dağılmamaktan, onun yolu da “kimlik bilincinden” geçiyor. Aytmatov’un ağzıyla “mankurtlaşmamak”tan?

 

Yorum Yaz