Uluslararası sistemin Hamas’la imtihanı

“Müstemleke basını” kılıklı İsrail âşıklarının, al görmüş boğa gibi tepinmelerine bakmayın siz.

Türkiye’yi teşrif eden (şereflendiren) Hamas, İsrail’den bin kat daha meşruiyet sahibidir. Zira Hamas, Filistin halkının meşru temsilcisidir. Filistin halkı ezici çoğunlukla Hamas’a ülkeyi yönetme yetkisi vermiştir. Hamas, seçimlerin tartışmasız galibidir. Hamas’ın Filistin halkı tarafından böylesine kabul görmesi de, sebepsiz değildir.

FKÖ’nün askeri kanadı olan el-Fetih, İslâm dünyasındaki –icazetli- tüm seküler/laik yapılar gibi, miadını doldurdu. Bizdeki hormonlu solun durumu ne ise, el-Fetih’in durumu da o. Zira umutları tüketti. Filistin halkına gönderilen yardımları yandaşları arasında pay etti.

El-Fetih’i, Lübnan’daki Emel’i bekleyen son beklemekte. Pili bitmiş, artık içine kapanık bir emekliler kulübüne dönmüş bir yapı. El-Fetih nasıl Emel’in izinden gidiyorsa, Hamas da Lübnan’da hiçbir gücün yerinden oynatamayacağı bir halk hareketine dönüşen Hizbullah’ın izinden gidiyor. Peki, bu izde neler görünüyor?

Bir kere, Hamas halk ile bütünleşti. İslami ideolojileri mazlumun yanında olmayı, düşeni tutmayı, saldırgana ve işgalciye karşı direnmeyi, satmamayı ve satılmamayı, Allah’a kayıtsız şartsız güvenmeyi, zaferin Allah’tan olduğunu bilmeyi emrediyordu.

Bu düsturlara yaslanan her hareket, İslâm topraklarında halkın gönlünü kazanır. Filistin halkı gibi “şehid” bir halkın Hamas’ı ödüllendirmemesi düşünülemezdi. Bu yüzden, Hamas’ın seçim zaferi, işi bilenler için, hiç de sürpriz değildi. Ben, bu seçim zaferinin İsrail için de sürpriz olduğu kanaatinde değilim. Öyleymiş gibi yapıyorlar. Muhtemelen gizli bir hesapları var. Bilmem, belki de başta Türkiye, birçok yerde yaptıkları gibi, “söz yedirme” operasyonuna Hamas’ı da dahil etmek istiyorlar. Bakalım, Hamas sözlerini yiyecek mi?

Hamas, tıpkı Hizbullah’ın Güney Lübnan’da yaptığı gibi, halkın gönlünü fethetti. Bunu sadece, işgalci ve saldırgan İsrail’e karşı direnerek yapmadı. İmkânlarını halk ile paylaştı. Mülteci kamplarındaki yetimlere ana-babalık yaptı. Evsizlere ev, aşsızlara aş, işsizlere iş bulmaya çalıştı. Unutmayalım, Hamas’ın bir numaralı Başbakan adayı 42 yaşındaki İsmail Henie, mülteci kampında doğup büyümüş bir mustarip.

Başbakan Erdoğan, Halid Meş’al ile görüşmemekle ayıp etti. Tamam, baskıları ve kaygıları anlıyoruz. Fakat bu en azından geleneksel misafirperverliğe sığmaz. “Türkiye muz Cumhuriyetidir” diyenler, “Bir kez daha haklı çıktık” demez mi? Böyle “inisiyatif” alınmaz. Alacaksanız tam alırsınız. Bu bir riskse, sonuçlarına katlanırsınız. “Azıcık ucundan” mantığıyla olmaz bu işler. Başbakan, Davos’ta yiğit bir çıkış yaptı. Adamlar bu çıkışa güvenip Türkiye’ye geldiler. Fakat görünen durum “tırsmış” bir hava!

Bir ABD’nin gözüne, bir İsrail’in gözüne bakarak dış politika yapılır mı? Yapılırsa bu kadar olur. Bir zamanlar Türkî Cumhuriyetlere kasıla kasıla “ağabeylik yapacağız” pozları verip, arkasından Rusya’nın gözlerine bakıp tırsmaya benziyor bu. Şimdi Türkî Cumhuriyetler Türkiye’den değil “abi”, “kardeş” bile olmayacağını düşünüyorlar. İşin bir de bu yanı var.

Meş’al buradan İran’a geçecek. Biliyorum, orada kimse “ABD ne der?”, “İsrail ne der?” diye bakmayacak. En yüksek düzeyde karşılanacak, krallar gibi ağırlanacak. İran, ABD ve AB’nin kesme tehdidinde bulundukları yardımın kat kat fazlasını vermeyi zımnen taahhüt etmişti zaten. Hamas heyeti bir Türkiye-İran karşılaştırması yapmayacak mı? Peki, böyle bir kıyaslamada sonuç ne çıkar?

“Diplomasi bu” diyeceksiniz. “Siz de haklısınız” demeden önce, sormak gerek: “Diplomasi tavşana kaç, tazıya tut” demek, ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamamak, işi eline yüzüne bulaştırmak, hem davuluna hem kasnağına ya da hem nalına hem mıhına vurmak demek mi?

İsrail gibi bir terör devletiyle can ciğer kuzu sarması olduktan sonra, “Kurtuluş Savaşı” vererek kurulduğunu iddia eden Türkiye Cumhuriyeti’nin, ülkeleri için 21. yüzyılın en büyük kurtuluş savaşını veren Hamas’ı kucaklaması, en yüksek düzeyde ağırlaması gerekirdi. İddiasına yakışan buydu. Yoksa Türkiye, kendi iddiası olan ve meşruiyetini borçlu olduğu “Kurtuluş Savaşı”nın utanılacak bir şey olduğunu mu düşünüyor? Veya bu tavır, aslında “kurtulmuşluk” iddiasının içinin boş olduğunu mu gösteriyor? Unutulmamalı, Hamas, Filistin “Kuvva-yı Milliye”sini temsil eder.

ABD ve Batı, Hamas’la imtihanı kaybetmiştir. ABD ve Batı, demokrasi söyleminde samimi olmadığını, bilmem kaçıncı kez ortaya koymuştur. Şimdi, Hamas’tan el-Fetih gibi davranması istenerek ikinci bir yüzsüzlük yapılmaktadır. Eğer Hamas, el-Fetih gibi siyaset edecekse, o zaman seçime ne gerek vardı? Hamas’a, 1996?daki Refah Partisi’ne yapılanın benzeri yapılmaktadır. Bakalım, Hamas’a karşı “postmodern darbe”yi kim tezgahlayacak? Bakalım, Hamas liderliği, zor görünce teslim olacak mı?

Ama ben inanıyorum ki; Hamas, kendisine karşı tezgahlanacak tüm 28 Şubat benzeri zorbalıkları püskürtecek dirayet ve liyakate sahiptir. Çünkü bir davayı, hesabı verilmemiş nutuklar değil, başta şehit kanları olmak üzere, ödenmiş bedeller korur. Fark budur.

 

Yorum Yaz