Yahudi problematiğine nasıl yaklaşmalı?

Ne tesadüf; İsrail Başbakanı Ehud Barak’ın Türkiye’yi ziyaretiyle, etnik ve dini kökeni kamuoyunda sürekli tartışılan 28 Şubat Süreci’nin kudretli bir generalinin kendisine Musevi Ulusal Güvenlik Teşkilatı (Jinsa) tarafından verilen “LİDERLİK” Ödülü’nü alma amacıyla gerçekleştirdiği Amerika ziyareti aynı günlere denk geldi.

Söz konusu general, ayrıca ünlü Yahudi stratejist Alan Makovsky’nin bünyesinde çalıştığı Yahudi kuruluşu Washington Enstitüsü’nde bir konuşma yapacak ve ardından da Yahudi İnsan Hakları Örgütü (ADL)’nü ziyaret edecekmiş. Aynı ismin kısa bir süre önce Sabataycılar’la ilişkili özel bir üniversiteyi ziyareti hâlâ hafızalarda.

İşe ne yanından bakarsak bakalım, dünya tarihinde bir “Yahudi problemi” (daha doğrusu “problematiği”) olduğunu inkar edemeyiz. Böyle bir problemin çözümü öncelikle bizzat Yahudileri ilgilendiriyor. Onun içindir ki Kur’an’ın bazı ayetleri doğrudan İsrailoğulları’na yöneliktir (Ya Beniisrail!) ve onları kendi problemlerini çözmeye çağırır. Kur’an’ın İsrailoğulları’nı çözmeleri için çağırdığı ahlaki sorunlar listesinin başında “değer yıkıcılık ve dünyevileşme” sorunları gelir.

Ancak “Yahudi problemi”, tarihte sık sık Yahudi olmayan dünyanın da problemi olagelmiş ve bu problemi çözme adına Yahudi olmayan dünya kimi zaman Yahudilere karşı korkunç ve acımasız yöntemler kullanmıştır. MÖ VII. yüzyıldaki Asur, V. yüzyıldaki Babil, III. yüzyıldaki Helen, MS. I. Ve III. yüzyıllardaki Roma, XV. yüzyıldaki Hıristiyan İspanya, XVII. yüzyıldaki Polonya, XX. yüzyıldaki Nazi uygulamaları, “Yahudi sorunu”nun kimi zaman soykırım, kimi zaman toplu sürgün gibi şiddet yöntemleriyle çözülmeye çalışıldığı dönemler olmuştur.

MÖ XIII-XII. yüzyıl Mısır’ındaki firavun hanedanının İsrailoğulları’na yönelik soykırımını yukarıdaki listeye dahil etmedim. Çünkü o menfur soykırım İsrailoğulları’nın “Yahudileşmeden önceki” dönemlerine aitti ve “değer yıkıcılık” görevini o dönem firavun hanedanı üstlenmişti.

“Yahudi sorununu” gayrı insani ve gayrı ahlaki yöntemlerle çözmeye çalışmanın tasvip edilecek bir yanı yok elbet. Ancak, Hz. Musa’ya indirilen ‘İslam’ın deforme edilmiş hali olan Yahudiliğin “değer yıkıcı” tabiatına yönelik her eleştiriyi “anti-semitizm”le eşitlemek de, eğer “soykırım sömürüsü” değilse, klasik bir “Yahudi pazarlamacılığı” olarak nitelendirilebilir.

Yahudi sorunu, hemen her zaman ve mekanda olduğu gibi Türkiye’de de sloganlar çerçevesinde değerlendirilen ve kutuplarda algılanan ‘duygusal’ bir sorun olmaktan öteye gidemedi. Müslümanların, soruna “Filistin ve Kudüs davası” çerçevesinde yaklaşmaları anlaşılabilir bir şey. Fakat Türkiye’de Müslümanlığa karşı konuşlandığını örtük ya da açık bir tavırla ortaya koyan yabancılaşmış sınıfların “Yahudi’den fazla Yahudicilik” yapmalarını duygusallıkla izah etmek de hayli zor.

Bir zamanlar hayli hakim olan marazi yaklaşımlardan biri, Yahudileri her şeyi gören ve bilen, her taşın altından çıkan, her şeye gücü yeten, sevdiğini aziz sevmediğini zelil eden bir yarı-tanrı gibi, ya da Zerdüştlüğün “kötülük tanrısı” olan Ehrimen gibi algılayan anlayıştı.

Bu aşırı anlayışa karşı çıkıp da “ayağı bir taşa takılsa onu Yahudi’den bilecek kadar komplo teorilerine kendini inandırmış”, “Yahudi fobisine yakalanmış” gibi nitelemelerle bu tavrı eleştiren “ılımlı muhafazakarları” da tarih doğrulamadı. “Komplo teorisi” diye dudak bükülen birçok şeyin hiç de komplo teorisi olmayıp düpedüz “komplo” olduğu, ayağa takılan hemen tüm taşların aynı eller tarafından döşenmiş olduğu biraz geç kalmışlığın verdiği şaşkınlık ve biraz da ‘diyorduk ama biz bile inanmıyorduk” sözünde ifadesini bulan dehşetle anlaşılacaktı.

Biz, sırf bu konuya hasrettiğimiz bir kitabımızda; “Yahudilerden değil Yahudileşmekten korkun”, “Allah ne bir kavmi salt ırki kimliğinden dolayı seçip üstün kılmış, ne de lanetlemiştir. Lanetlenmiş olan bir ‘ırk’ ya da ‘inanç’ değil, bir ‘eğilim’, bir ‘yöneliş’tir” demiştik. Kur’an’ın öğretisiyle uyumlu olan bu tespitlerimizde hâlâ ısrarlıyız. Fakat “Yahudileşme” ile Yahudiliği, Yahudilikle İsrailoğulları arasındaki farkı, Kabbalacı geleneğin Zoharcı yorumu tarafından “devrimci” ve “kötü olanı kutsayıp içselleştirici” bir kimliğe bürünen bir kökün iki sapma açısı olan Sabataycılık ile Siyonizm arasındaki ilişkiyi kavramadan, söz konusu tanıma gerçekleşmeyecektir.

Bu ve bundan böyle bu konuda kaleme alacağımız yazıların mümkün olduğunca “tanımlamaya” değil “tanımaya” matuf olmasını istediğimizden ‘tanıyıcı’ sorular soruyoruz: “Yahudilik nedir? Bir dini kimliğin mi, yoksa etnik kimliğin mi göstergesidir? Değilse, etno-teolojik, hilkat garibesi bir kavram mıdır?

Gelecek yazıda bu sorulara cevap arayalım.

( 27 Ekim 1999 )

 

Yorum Yaz