YÖK Başkanı İbn Rüşd’den yana, Gazzali’ye karşı (!)

YÖK’ün yasakçılığıyla ünlü başkanı “Gazzali’nin İbn Rüşt’ü yenmesine bir kez daha izin vermeyeceğiz” gibisinden oldukça garip bir şeyler söylüyordu.

Farabi ve İbn Sina’yı da diline dolayan aynı şahsın özel “görevi” ve kamuoyundaki imajı göz önüne alındığında, böyle ilmi konuların ağzına hiç yakışmadığı takdir edilecektir.

YÖK Başkanı Gazzali’den, aleyhinde rapor düzenlediği, işinden etmekle tehdit ettiği 657 sayılı yasaya tâbi bir öğretim görevlisinden söz eder gibi söz ediyordu. Bir an, İnönü’nün Gazzali hakkında Meclis’te yaptığı nakledilen açıklama geldi aklıma. İsmet İnönü, o günün muhalefet lideridir. TBMM’de dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’i eleştirirken, şöyle bir laf eder: “Süleyman Demirel’i destekleyen üç sacayak var: Biri Said Nursi, biri Konya müftüsü, biri de Gazzalî’dir.”

İnönü bu lafı kinaye olarak da söylemiş olabilir. Çünkü Gazzali, 30 yılı aşkın bir zamandır Türkiye’de en çok okunan isimlerden biri. Onunla YÖK Başkanı’nı birleştiren nokta Gazzali düşmanlığı. Muhaliflerinin şahsında Gazzali’yi görüyorlar besbelli…

Sahi sizce YÖK’ün başındaki zat Gazzali’yi, ya da safında taraf tuttuğu İbn Rüşd’ü okumuş mudur? Gazzali’nin İbn Rüşd’ü yenmesinden söz ederken, sakın onları rakip takımlarda top koşturan futbolcu, ya da birbirine rakip iki boksör falan sanıyor olmasın?

Olur. İslam semasının iki felsefe devinin (Gazzali’yi okuyanlar onu neden “felsefe devi” olarak nitelendirdiğimizi de anlarlar) arasındaki oldukça verimli ilmi tartışmayı “yenmek-yenilmek” sözcükleriyle anlıyorsanız, sizin maksadınızın başka olduğu ortaya çıkar.

Buna, tarihi şahsiyetleri istismar derler. İdeolojik bakış açısı insanın gözünü bu kadar döndürmemeli. Geçen yazımızda da değinmiştik: Gazzali’nin en büyük çabalarından biri, Allah’tan bağımsız bir alan tasavvurunun yalan ve yanlışlığını ispattır. O bu hakikati felsefe de dahil tüm bilimlere tasdik ettirmeye çalışırken, kimi zaman kendi koyduğu ölçülerin dahi dışına çıkacak kadar kendini bu meseleye kilitlemiştir.

İşte bu, sekülarizmin en çok bozulduğu şeydir. Gazzali’yi dünyevileşmenin, dolayısıyla laisizmin önündeki engellerden biri olarak görmekte haksız da sayılmazlar laikçi jakobenler. Aslında bunun için bozulacaklarsa Allah’a bozulmaları gerekir. Gazzali ne yapsın? O varlığı ve Allah’ı okumaya çalıştı, hepsi bu.

Tabii ki gerçek de bu. Yani Allah’tan bağımsız bir alan tasavvurunun bir yanılsama, bir aldanış olduğu… Bu ülkenin Allah’la olan bağını ısrarla koparmaya çalışan kafaların bu gerçeği inkar etmeleri, hakikatin özünü değiştirmiyor; her nasılsa elde ettikleri gücü bu inkarı yaygınlaştırmak ve kurumlaştırmak için hiçbir kural ve ölçü tanımadan kullanmaya kalkışmaları da…

Peki İbn Rüşd’den, YÖK’ün tepesindeki zatın ve o kafadakilerin istismarına elverişli bir şeyler çıkar mı?

Hiç ama hiç sanmıyorum. Yine bilmeden, öylesine edilmiş bir laf bu. Görüldüğü kadarıyla bu lafı eden kişi, daha Gazzali’nin (öl. 1111) İbn Rüşd’le (doğ. 1126) aynı çağda yaşamadığını bile bilmiyor.

Gazzali ne kadar İslam’ın ürünüyse, İbn Rüşd de, Farabi ve İbn Sina da o kadar İslam’ın ürünüdür. Laikçi kafa kendisi için kullanmaya elverişli isim ararken dahi, İslam ümmetinin dağarcığına başvurmaktan başka çıkış yolu olmadığını, kendisi de görüp utanıyor mu acaba? Bu gerçekten ibretlik bir durum.

Oysaki bu kafa, ille de kendisine bizim diyarlardan kök arayacaksa, bunun yaşı üç çeyrek yüzyılı aşamaz. Ve bu kafanın bu topraklardaki geleceği de pek parlak görünmüyor. Çok değil bir çeyrek yüzyıl sonra bu kafayı müzelerde tarihe karışmış gayr-ı tabii bir “ürün” olarak ibret-i âlem için sergilenirken görürseniz, şaşırmayınız.

İbn Rüşd’den bu kafa için malzeme çıkmaz, demiştik. Mesela İbn Rüşd’ü İbn Rüşd yapan hacmi küçük fakat değeri sırf kendi literatürümüzün değil, tüm dünya ilim literatürünün baş yapıtlarından biri olacak kadar büyük olan Faslu’l-Makal’inin tam adı nedir biliyor musunuz?

Faslu’l-Makâl fî-mâ Beyne’l-Hikmeti ve’ş-Şeriati mine’l-İttisal

Bu ismi Türkçeye, biraz serbestçe şöyle tercüme edebiliriz: “Felsefe ile İslam Şeriatı Arasındaki Kopmaz İlişkiye Dair Sözün Kesilip Tartışmanın Bitirilmesi”

İbn Rüşd’ün başyapıtının sadece ismi bile, YÖK’ün başındaki zatın ve o kafadakilerin kanlarını beyinlerine sıçratması gerekmez mi?

Ne diyordu: “Gazali’nin İbn Rüşd’ü yenmesine bir kez daha izin vermeyeceğiz!”

Şu haydarane naraya, şu hiddet ve celadete bakınız!

“Breh! breh!” mi, yoksa “Vah… Vah…”mı çekelim?

Bir numaralı eseri Şeriat’la akıl arasındaki ilişkinin koparılamazlığına dair olan İbn Rüşd’ün yanına ne kadar yakışır bu kafa? Ya da bu kafanın İbn Rüşd’ün yanında yer alıyor görünmesi ne kadar samimidir?

Bütün bunların “samimiyet”le değil “cehalet”le ilgili olması da ihtimal dahilindedir.

Ama cehaletin bu kadarı da, ancak tahsil ile mümkün olsa gerektir.

( 25 Mayıs 2001 )

 

Yorum Yaz