Yu’feku anhu men ufik

Zariyat Suresi’nin başlığa taşıdığım 9. ayeti, bütün bu manaları havidir.

“Savrulan, kendi aleyhine savrulmuş olur.”

“Hakikate sırt çeviren, yalana yüzünü dönmüş olur.”

“Gerçeğin aksini savunan, kendini aldatır.”

“Gerçekten sapan, yalana sürüklenir.”

Kur’an sık sık köksüz muhataplarını şöyle azarlar: “Nasıl da savruluyorsunuz?” (Fe-ennâ tu’fekûn)

Şimdilerde rüzgârı sert esen yüksek rakımlarda dolaşan dostlarımıza şöyle haykırmak geliyor içimden: Aman sağlam durun! Yoksa öyle bir savrulursunuz ki, değil başkaları, sizi siz dahi bulamazsınız!

Her savrulmanın bir mazereti nasıl olsa vardır. Mesela: Rüzgâr çok sertti, karşı koyamadım. Mesela: Tutunacak dalım yoktu, tutunamadım. Mesela: Sıkletim hafifti, yenik düştüm.

Ama bunların hiçbiri savrulmayı mazur göstermez. “Rüzgâr çok sertti, karşı koyamadım” diyene, “Oralara çıkarken düşünseydin a mirim! Bilmiyor muydun, oralarda rüzgâr sert eser” denilir. Böyle denilirse, haklı olunur.

“Tutunacak dalım yoktu, tutunamadım” diyene, “Allah yokmuş gibi konuşuyorsun hemşerim!” denilir ve sorulur:

“Sahi, senin hesaplarının değişkenleri arasında Allah kaçıncı sırada? Yoksa hiç mi yer almıyor? Yoksa -Karıştırma Allah’ı bu işe canım mı diyorsun- Ne zamandan beri bazı işlere karışmayan bir Allah düşlüyorsun?

Ne zamandan beri Allah’ın hangi işe karışıp hangisine karışmayacağına karar vermeye başladın? Allah karışırsa utanır mısın, yüzün kızarır mı? Allah’ı karıştırmadığın işe şeytan karışırsa, ona da rest çekecek cesaretin var mı?”

“Sıkletim hafifti, yenik düştüm” diyene, “Niçin boyuna posuna bakmadan oralara çıktın? Hiç -Ya savrulursam- diye kaygılanmadın mı? Kaygılansaydın dua eder, dua etseydin yardıma mazhar olur muydun?”

Hayır. Bunların hiç birisi geçerli mazeret olamaz. Bînamaz özrü bunlar. Üstelik asıl problemi saklayan mazeretler. Asıl problem köksüzlük, yeterince derinlere kök salamamak. Karpuz kavun hevenkleri gibi, daha asılmadan eline gelecek kadar eğreti tutunmak toprağa. Yani “mevsimlik olmak”, mevsimlik düşünmek, mevsimlik plan yapmak, mevsimlik yığınak yapmak, mevsimlik heyecanlar yaşamak. Mevsimlik yaşayanlar hafızaya ihtiyaç duymazlar. Köke ihtiyaç duymazlar. Uzun yılları kapsayan plan ve proje yapmazlar.

Dakik ve rakik düşünmezler. Kabaca ve takribidir her hesapları. Anlıktır sevinçleri ve hüzünleri. Küçük sapmalara “Bir şey lazım gelmez” diye bakarlar. Bu küçük sapmalar yol aldıkça büyür. Kaynakta göz ardı edilen milimetrik bir sapma, bir de bakmışsınız bir müddet sonra kilometrelere baliğ olmuş. Fakat adamımda geriye dönüp yeniden başlayacak mecal kalmamış. Özeleştiri yapınca tüm sermayeden olacağım diye düşünüyor. Bir yerde haklı da.

Göz ardı edilen sapmaların toplamı bir noktadan sonra istikameti başlama noktasındaki istikametin tam tersine çevirebiliyor. Kâbe’ye diye yola çıkıp, Roma’ya gelmek gibi…

Ne olacak şimdi? Hakikate sırt dönmeyi hiç aklından geçirmezdi ama geldiği nokta vakıa böyle bir felaket. Yüzünü yalana döne döne yalanı kanıksar hale gelmiş. Gerçeği hatırlamaktansa, kendini aldatmayı daha “realist” buluyor. Vicdanıyla her baş başa kalışta içi yanıyor. İçindeki ses “Sen bu değildin” diyor. Fakat onu bastırmanın da bir yolunu buluyor. Ona “ıskat” yani “sus payı” teklif ediyor. Veriyor da. Bu bazen bir mübareğin öpülen eli ve alınan duası oluyor. Bazen sözüm ona ihya edilen mübarek bir gece oluyor. Bazen servetinin çoğundan verdiği azıcık sadaka oluyor. Vesaire, vesaire…

Oluyor da, kendini aldatmaktan kurtuluyor mu? Allah’ım, olmak ne zor şey!

Yorum Yaz