“Yusufiye Medresesi Kalecik Kampüsü”

Böyle devam edip gidiyor Hakan’ımın ilk mektubu;

“Sevgili Hocam, Artık özgürüm. Batıl korku duvarını aştım ve haykıracağımı haykırdım; daha ne olsun? Yusufiye Medresesi Kalecik Kampsü’nde olabildiğince mutlu ve huzurluyum. Bunda sizin tefsirinizin de büyük payı var. Hem de çok büyük payı var.”

Mektubuna cevap yazdım ama kalbim “yetmez” dedi. Mazlum bir mahkumun mektubuna verilebilecek en güzel cevap ziyarettir, bilirim. Ben de işte onu yaptım ve Kalecik cezaevinin yolunu tuttum.

Kaderin cilvesine bakın. Bir zamanlar bu satırların yazarı Yusuf Medresesi sakiniyken o ziyarete gelmişti. Ziyaretini güçlü kalemiyle yine bu gazetede yazdığı bir köşe yazısıyla paylaşmıştı. Şimdi ben onun ziyaretçisiyim.

Tam zamanında gelmişiz. Hakan’ı hapishaneye düştüğü günden bu yana ilk kucaklayan ben olacağım. İnfaz savcısı “Eğer hemen görüşeyim diyorsanız, tel örgü ve cam arkasından, uzaktan uzağa görüşeceksiniz. Yok birkaç saat beklemeyi göze alırsanız, kucaklaşacak, aynı masada oturacaksınız; tercih sizin” dedi.

Elbette ikinci şıkkı tercih ettik; severek ve sevinerek. Sevgili Ebubekir Kurban biz varmadan resmi izni almış, randevuyu ayarlamış, her şeyi halletmiş. Hakan, “Ebubekir’e yük olmak dışında bir kederim yok” derken, aynı zamanda minnetini ifade ediyordu.

Anlaşılacağı gibi o gün, Hakan’ın kapalı cezaevinden yarı açık cezaevine nakil günüymüş. Bekledik ve buluştuk. Buluştuk ve hasret giderdik.

Develi İmam Hatip okulundaki ağabeyleri henüz ortaokul talebesi olan Hakan’ı alıp “İşte bu Hakan Albayrak” diye getirdikleri günkü hali geldi gözümün önüne. Yıllar önce gözlerinde gördüğüm canlılık ve tecessüs, bugün yerini kararlılık ve dinginliğe terk etmiş.

Nasıl olduğunu soranlara, o sihirli bildik kelimeyle cevap veriyor: “Elhamdülillah!”

Şu “elhamdülillah” da olmasa, dertler sahiden çekilmez olurdu. Bir elhamdülillah, bin acıyı bal ediyor. Kendi kendinin farkında olmak, en güzel “elhamdülillah” ile ifade edilir diye düşünüyorum. Hamd’in Allah’a mahsus olduğunu bilen haddini ve kadrini biliyor demektir; hayata ve eşyaya her an müdahil olan Allah’a karşı haddini, insanın karşısında nesneleşince insanlığını yitirdiği türdeşleri ve daha aşağı derecedeki varlıklar karşısındaki kadrini?

Hele ki O var; gerisi gam değil. O’nun varlığına hamd olsun.

Biz parçayı görsek de O bütünü görüyor; buna hamd olsun.

Azgınların bir hesabı varsa, O’nun da bir hesabı var: hamd olsun

Sadece verince değil, alınca da hamd olsun.

O verdi. Alır, daha büyüğünü verir: hamd olsun.

O’nsuz sarayda olmaktansa, O’nu duyumsayarak zindanda olmaya hamd olsun.

Hakan’ın “elhamdülillah”ı bunları ve daha burada sayamadığım bir çok şeyi içeren yürekten gelen bir hamd idi.

“Hep namaz kıldım ama namazın taşıdığı muhteşem imkanların farkına burada vardım” diyordu. Tek bunun için bile yatmaya değer.

Öyledir. Bazen “halk” perdesi aradan çekilince geriye “Hak” kalır, tüm yalınlığıyla “hakikat” kalır.

“Çıktığımda ilk yapacağım iş televizyonu atmak olacak” diyordu; “tabi ki vahye yer açmak için”. Vahyi yeniden keşfetmenin hayranlığını yaşıyordu. Top yekun kurtuluşumuzun sadece ve sadece tasavvurunu, aklını, şahsiyetini vahyin inşa ettiği insanlar eliyle gerçekleşebileceği gerçeğinin farkına öylesine derinden, öylesine içeriden varmıştı ki, bunu herkese haykırmak için sabırsızlandığını gördüm.

Onun gözlerinde dünyaya gözlerini yeni açmış bir bebeğin masum gözlerindeki parıltıya benzer bir parıltı görmek beni sevince gark etti. Öyle hissediyorum ki, Hakan için bu mahkumiyet bir “milat” olacak. Yepyeni bir soluk, yepyeni ve asla eskimez bir gündemle okurlarının karşısına “tecdid olmuş” ateşin ve derinlikli bir kalem olarak çıkacak. Can damarını ilahi kelamın kudret okkasına daldıran her kalem ve onur sahibi gibi, o da tükenmez kelam ırmağının akışına bırakacak salını. Ta denize ulaşıncaya dek.

“Sevenlerine bir diyeceğin var mı?” dedim; “Gönülden selamım var, daha başka diyeceklerim de var” dedi. Çaresiz, bekleyeceksiniz.

Parçada kötü görünen, bütünde mükemmel olabilir. Bunu bilmek, yalnızca bütünün bilgisine doğrudan sahip olan O’na mahsustur. Onun içindir ki, hamd de yalnızca O’na mahsustur.

O halde, sözümüzün sonu da hamd olsun: Elhamdülillah.

 

Yorum Yaz