Dirileri mezarda ölüleri sokakta gördüm

“Onlar diridirler, fakat siz bunun bilincinde değilsiniz” diyen Kur’an, bizim yaptığımızdan farklı bir hayat ve ölüm tarifi yapıyor.

Kur’an’ın inşa ettiği tasavvurun “diri” dediğine, sokaktaki adam “ölü” diye bakıyor.

Siz okurlarımla iki yazıdır buluşamadım. Fakat bunu telafi edecek azıkla döndüm. Dağarcığımdaki bu azığı sizinle paylaşacağım.

Dostlarıma söylediğim hep şu olmuştur: “Ben hiç ölüleri ziyaret etmedim. Ziyaretine gittiklerimse, dirilerdi. Asıl onlara ölü diye bakanlar ölmüştüler.”

Şairin “Siz hayat süren leşler sizi kim diriltecek?” dediği cinstendi onlar. Yaşadıklarını sanıyorlardı. Fakat Allah’ın tarifine göre gerçek ölü onlardı. Hakikat karşısında sağır, dilsiz ve kör kesilenler, kalbi taş gibi hatta taştan da katı olanlar, akletmediği için pisliğe mahkûm edilenler… Onlar için kim kalkıp da binlerce kilometre yol teperdi ki?

Ama mezarlardaki diriler için katlandığımız bunca yol ve zahmete hiç acımadık.

Fırat nehrinin bereketli sularının doldurduğu Suriye havzasında Süleyman Şah’ı ziyaret ettik. Halep’ten yaklaşık 150 km. kuzeyde. Türkiye sınırına yakın bir bölgede. Kimileri onu Osmanlıların atası, Osman Gazi’nin dedesi, Ertuğrul Gazi’nin babası olarak bilir. Ben orada meskun olanın Anadolu’nun İslamlaşmasında emeği geçen üç büyük İslâm komutanından biri (diğer ikisi Abdullah el-Battal ve Danişmend Ahmet Gazi) olan Kutalmışoğlu Süleyman Şah olduğuna kaniim. Ömrünü Haçlılar’la savaşa adayan bu zat Haçlıların elinden Antakya’yı kurtarmıştı.

Yattığı yerden çok şey konuşuyordu işitebilen bir gönül kulağı olanlara. İslâm topraklarının kaderinin bir olduğunu, bu toprakların suni sınırlarla birbirinden ayrılamayacak kadar müttehit olduğunu, bunu fark edemeyenlerin kör olduğunu…

Mezarda gördüğüm diriler içinde beni en çok etkileyenlerden biri de şehit peygamber Hz. Zekeriyya idi. Her peygamber şehittir. Fakat peygamberler içerisinde canını imanına şahit kılan baba ve oğul Zekeriyya ve Yahya peygamberlerin durumu bir başka.

Zekeriyya peygamberin Halep’teki kabri tam anlamıyla manevi bir çekim merkeziydi. Kişiyi ruh kökünden tutup sarstığına şahit oldum. Allah yolunda yaşayıp o yolda can verenlerin “diri” olduğunun canlı şahidini görmek isteyenler Hz. Zekeriya’yı Halep’te, onun şehit oğlu Hz. Yahya’yı Şam Ümeyye Camiinde ziyaret etsinler.

Seyyide Zeynep, Kerbela’nın yaşayan şehitlerinin bir numarasıydı. Kardeşi Hz. Hüseyin gözlerinin önünde şehit edilmişti. Yezid’in emriyle Şam’a getirilmişlerdi. O da yaşıyor; hem de olanca haşmetiyle. Fakat onlara dünyayı zindan eden Yezid gerçek bir ölü. Kabri var mıdır, varsa nerededir? Kim bilir, kim merak eder?

İşte ibret vesikası. Zalimlerin ölü, mazlumların diri olduğunun en güzel delili.

“Ölenler Hüseyin’in yaptığını yaptılar. Kalanlar Zeyneb’in yaptığını yapsınlar. Bu ikisinin yaptığını yapmayanlara Yezid’in yaptığını yapmak düşer.”

Bu ok gibi doğru ve yaralayıcı sözlerin sahibi Ali Şeriati. O da mezarda gördüğüm bin diriye bedel dirilerden.

Şah tarafından İngiltere’de kaldığı otelin odasında bir suikastle öldürüldükten sonra dostlarının müzaheretiyle Şam’a getirilip bir ömür sancağını taşıdığı mazlumların anası Hz. Zeyneb’in kabrinin yanı başına defnedilmiş.

Müminlerin anneleri Hz. Ümmü Seleme ve Ümmü Habibe de Şam’da medfun. Şam’a gidilir de Allah Rasulü aşığı Hz. Bilal görülmeden dönülür mü? O mütevazı kabrine gelenlerin gönül kulağına ezan-ı Muhammedi okumayı sürdürüyor. Öldükten sonra yaşamanın sırrını haykırıyor. Her şey görene. Köre ne?

Evet, bütün bunlar ve daha burada sayamadığım birçok diriyi kabrinde ziyaret ettik. Ölü sandıklarımız, kendini diri sanan bizlere neler fısıldadı neler.

Ben hiç ölü ziyaret etmedim. Ziyaret ettiklerim hep diriydiler.

Yorum Yaz