Hangi Atilla İlhan?

Tamam, sevdiğinizi biliyorum. Aslına bakarsanız, kişiliğini ve şiirlerini ben de en az sizin kadar seviyorum.

Ama yine de onun hakkında düşündüklerimi açık yüreklilikle söylemeden edemeyeceğim: Tüm Batı karşıtlığına rağmen yaşam tarzı açısından bir “yerli” değil, bir Fransız mösyösü kadar “yersiz” idi Attila İlhan. Meriç’in ifadesiyle “müstağrip”ti.

Batı’yı eleştiriyordu, bu doğru. Fakat bu entelektüel karşıtlık, soyut, eti kemiği olmayan, ayağı yere basmayan, daha doğrusu ne basacak bir ‘ayağı’ ve ne de basılacak bir ‘yeri’ olan, hayata dönüşmemiş bir karşıtlıktı. Çünkü yaşadığı hayat, tepeden tırnağa Batılı bir hayattı. Düşünce tezgahında “yerlilik” satmışsa da, hayatı bir “yersiz” olarak, hatta bir yabancı olarak yaşadı.

Cins kafaydı. Onun “Hangi?” ile başlayan serisini okuyanlar, ondaki cins kafayı keşfetmekte gecikmezler. Hangi Batı, Hangi Sol, Hangi Sağ, Hangi Atatürk, Hangi Seks? Yıllar, hatta on yıllar önce bunları ilk çıktıklarında okumuştum. Çok şeyler söyler gibi görünüyorlardı. Söylüyorlardı da? Fakat söz bir yere geliyor, işte tam orada Attila usta, dut yemiş bülbül kesiliyordu. Bülbül gibi şakıyan usta şair, meselenin püf noktasını hep es geçiyordu. Asıl söylenmesi gerekeni bir türlü söylemiyordu, her ne hikmetse? Bu bende, ona dair ilk sukut-ı hayal.

Tam “İşte gerçeği söyleyecek” derken, kıvrak bir reveransla çark edip işi laf kalabalığına getiren Usta karşısında, siz olsanız ne derdiniz? Ben de onu dedim her seferinde: ‘Niçin’lere gelince susacaksa, ‘ne’ ve ‘nasıl’ları konuşmanın ne yararı var? Böyle konuşmak, aslında hiç konuşmamaktır?

Onu ayıplamıyorum. Hatta onu anladığımı sanıyorum. Çünkü hem Batı’yı kıyasıya eleştirip hem de “Kemalist” olmak için, tam da böyle garip bir yol takip etmek gerek. Yoksa nasıl olur bu iş? Kim, nasıl telif eder bu ikisini bir arada? Onun Batı karşıtı yazılarını topladığı eserine uygun gördüğü isim Batı’nın Deli Gömleği. Tarih atmışım bu kitaba: 18.10.1982. Alın, çizdiğim ve not düştüğüm pasajlardan birkaç satır:

“…Baksanıza herif NATO içinde Yunanlıyı bize yeğliyor. Biz NATO dışında Arapları niye İsrail’e yeğlemeyelim? İsrail de, Yunanistan da, Ortadoğu’da birer ajan devlettirler, emperyalizmin ajan devleti! Yaaa!” (s. 235)

Olmayan şapkalarımızı çıkarıp, selama duruyoruz bu asil sözler karşısında. Peki, “emperyalizmin” ajanlarına karşı haydarâne naralarla sell-i seyf eden üstat, bizzat emperyalizmin kendisine bu toprakların dümenini kırıp, bu ülkeyi onların kuyruğuna demirleyen kadrolar için ne diyor? Sorsak; “Kim giydirdi bu gömleği sırtımıza yahu?” diye.

Tısss! Yaaa!

Bir şey demediği gibi, yeri geldikçe savunuyor, toz kondurmuyor. Oldu mu ya? Attila İlhan gibi hayatında kutsala yer olmayan birinin, tarihe ilişkin “kutsallar” ihdas etmesi ne yaman çelişki değil mi? AP sağıyla CHP solunu karşılaştırıyor. Okuyun: “Oysa al birinden vur birine, tencere dibin kara, seninki benden kara, bunlar 1947’den beri içine soktukları karanlık tünelde, karşılıklı tepişerek, ülkeyi Osmanlı’nın battığı batağa sürüklüyorlar.” (s. 316)

Niye “1947’den beri”? Tarih baklava tepsisi mi, öyle istediğiniz yerinden kesip alasınız? 1947’de devrim mi oldu? Kadro aynı kadro, zihniyet aynı zihniyet, kıble aynı kıble, hamam aynı hamam, tas aynı tas!

Şairliğine kim söz edebilir? Divan edebiyatıyla Türk halk edebiyatının imbiğinden damıtarak kotardığı kendine özgü şiir dilini, kaç şairde bulabiliriz? Kitaplığıma baktım, bir tek eksik kitabı yok. Şiirlerinin hepsini de titizlikle okumuş, derkenar düşmüşüm. Hey gidi usta hey! “An gelir… Attila İlhan ölür” ha? İşte öldü. Ondan geriye ölümsüz mısralar kaldı: “hey gidi hey / ‘mülk’ sözde Osmanlı’nın ama / Alaman’ın elinden / İngiliz alıyor”. İyi de be Usta, bunu bilen Attila İlhan, nasıl “Kemalist” olabiliyor? Koca, koskoca Osmanlı’nın yıkılışını planlayanlar, onun yerini neyin alacağını planlamayı unuttular mı dersiniz?

İlk ezanı 12 yaşındayken duymuş. Demek ki, doğduğunda Osmanlı bakiyesi ebeveyni kulağına ezan bile okutmamış. Bence o bir kurban: Garb’a karşı çıkan garbzede bir garpçı (!)

Ciddiydi. Sohbetlerinde elindeki not kağıtlarına dikkat etiniz mi? Hasta denecek kadar titiz, hassas ve gayet ciddi. Ama hangi konuda? Söz Sultan Galiyef’ten açıldığında… Söz Allende’den açıldığında… Söz Fransız edebiyatından açıldığında… Hatta söz Batı’dan açıldığında.

Fakat söz Doğu’dan, haydi adınca söyleyelim, İslam’dan açıldığında o ciddiyet sizlere ömür. O tanıdık ciddiyet, yerini koyu bir cehalete bırakıyor. Bir söyleşide ayağını bastığı toprakların Kutsal Kitabı’ndan söz edecek. Diyor ki “Kur’an’da yazılıdır: Bizim oraların Hurmaları, zeytinleri iyidir?” Tamam, kestik. Hadi “tîn suresini” bilmiyor diyelim, yanında yöresinde bir Kur’an da mı yok? Başka değil, Mukaddes Metin bu!

Ahirete inandığına dair bir şey bilseydim, onun ahiretine dua ederdim. Bilmediğim için, bunu yapmam doğru olmaz. Ama görüyoruz: Karşılığını dünyada almak için yaptıklarının karşılığını fazlasıyla aldı, alıyor. Herkes onu konuşuyor. Fakat konuşulanlardan bir tek Attila İlhan çıkmıyor. İnsan ister istemez soruyor: Hangi Attila İlhan?

Not: 16 Ekim Pazar günü okurlarımla Sultanahmet Kitap Fuarı’nda 15.00-18.00 arası buluşacağım.

 

Yorum Yaz