Kimler siyasete girmeli? (II)

Hemen söyleyeyim: Sinek karakterliler değil arı karakterliler siyasete girmeli.

Sinek karakterlilerin amacı başkalarının balına konmak ve tüketmektir. Asalaktırlar. Ganimete koşarlar. Nimet ve ikbal zamanlarında ortada, hem de en görünür yerde olurlar. Fakat bela ve musibet zamanlarında yat kaybol politikası izlerler.

Sinek karakterliler, tüketecekleri şeyleri `pis-temiz`, `helal-haram` ayrımına tâbi tutmazlar. Pisi temize katıp karıştırırlar. Onun için pise de konarlar temize de. Bu nedenledir ki, temizi de kirletirler. Onlar tuttukları her şeyden sonra parmaklarını yalamayı adet edinmişlerdir. Onun için de tuttuklarını parmaklarının ucuyla tutacakları yerde, adeta pestilini çıkarırlar.

Arı karakterliler üretirler. Üretmek için yaşarlar. Sinekler gibi bir yerden bir yere mikrop değil polen taşırlar. Pis olan şeylere kondukları görülmemiştir. Bilirler ki pis olandan temiz şeyler üretilmez. Arılar yemez mi? Ne münasebet, elbette yerler. Fakat ellerin emeğini değil ellerinin emeğini yerler. Sinekler gibi değildirler. Her değer üreten gibi, onlar da ürettikleri değerleri savunurlar ve bunun için savunma sistemine sahiptirler. Gerekirse kovanlarına uzanan hoyrat eli sokmayı da bilirler; hem de hayatları pahasına?

Türkiye’de yapılan şekliyle siyaset `hayırda yarış`tan daha çok kıyasıya bir futbol maçına benzemektedir. Hile, desise, hakeme çaktırmadan koltuk vurma, çelme takma, forma çekme, yalandan yere düşme, hakeme hissettirmeden faul yapma ve kendisine faul yapılmış süsü verme de dahil bugünkü futbolun tüm olumsuzlukları içinde barındırmaktadır. Bir tek şey hariç: Eşitlik?

Futbol, bütün olumsuz yanlarına rağmen özünde eşitlikçi bir gösteri sporudur ve kitleleri cezbeden yanı da budur. Fakat Türkiye’de siyaset sahasında oynanan oyun futbol kadar ‘masum’ değildir. Kendine ‘devlet’ adını veren birileri politika arenasındaki gösterileri `dostlar demokraside görsün` diye yaptırdığı için, bu oyunların işlevi bir tür çöküş süreci Roma’sındaki kolezyumda yapılan gladyatör müsabakalarına benzemektedir.

Roma’daki oyun `Ya öl-ya öldür` sloganıyla başlar. Zavallı gladyatörler ölmemek için öldürürler. Tüm amaç, egemenlerin iktidarını uzatmak için Roma halkını avutmaktır. Fakat çok seyrek de olsa arenadaki tüm gladyatörler birleşerek, umutsuzca varlıkları üzerinden oynanan oyunu bozma çabasına girerler. Bu kez de arenaya tam teçhizatlı, baştan ayağa zırhlı, tekerleklerinde keskin bıçaklar olan at arabalarına binmiş `devlet gladyatörleri` girerler.

Ve sonuç malumdur?

Bu ülkede demokrasi sahasında maça çıkmak için kırk sorgudan geçersiniz. Takımınızı kurar, lige katılmaya hak kazanırsınız. Sahaya çıkar oyun gücünüzü gösterirsiniz. Fakat bir de bakarsınız ki oyunun tam ortasında kurallar değişmiş. Üstüne üstlük hakem rakip takımın 13. oyuncusu gibi davranıyor. Siz sadece rakibi değil, hakemi de yenmek zorundasınız. Bazen hakemi de yenerek maçı alacak olursunuz. O da ne? Sahanın güvenliğini sağlamakla görevli olanlar, güvenlik gerekçesiyle maçı iptal edip sahayı boşaltmaya başlamazlar mı? Her şeyin çirkin bir şakadan ibaret olduğunu o zaman anlarsınız.

Bu kez böyle olmayacak gibi görünüyor. Halk bazı şeylerin farkına geç de olsa varmış durumda. Halkın, ensesine vur ekmeğini al türü eski uysallığının sürüp sürmediğini bu seçim ayan açık gösterecek. Anadolu kırsalındaki gözlemlerim sonucu vardığım kanı o ki, halkın Ak Parti’ye böylesine teveccüh göstermesinin birinci sebebi de işte bu oyunu fark etmiş olması. Fakat, şu da unutulmamalı ki egemenler ele geçirdikleri iktidar tekeline halkı ortak etmemek için eskiyen oyunlar yerine yeni oyunlar tezgahlamayı sürdüreceklerdir.

Halk, desteklediklerinden ne yapıp edip maçı kazanmalarını istiyor. Halk `beyefendi` pozlarında, `iki dirhem bir çekirdek` tipler aramıyor. Yerine göre çalım atacak, yerine göre gol atacak adam arıyor. Nazlı Ilıcak’ın geçen dönem ortaya koyduğu performans halkın gözünü ve gönlünü doldurmuş. Dişe diş mücadele edip kendi hakkını savunacak adamlar görmek istiyor Meclis’te.

Üniversitede çok iyi hocalık yapabilir, fakat Meclis’te bildiklerini savunamayacaksa, milletin hakkını almak için dişe diş mücadele etmeyecekse, o hocalığını sürdürmelidir. Kürsüsünde çok iyi hatiplik, postunun başında pek iyi dervişlik yapabilir. Fakat Bizans entrikalarından daha beter entrikaların döndüğü politik arenada oyun bozacak kadar uyanık ve beceri sahibi değilse, o kişi kendi yerinde daha yararlı olacaktır.

Önceki dönemlerde kendi alanlarında söz sahibi olan bilim, din, düşünce ve sanat adamları gördük. Bunlar Meclis’e girdiler ve kayboldular. Oysa ki bu zatlardan bazıları bulundukları yerde daha faydalı hizmetler yapıyorlardı. Onları yerlerinden etmekle partiler onlara da iyilik etmediler, kendilerine de. Eski mevzilerini kaybettiler, yeni mevzilerinde de tutunamadılar. Bu, partilerin aday belirlerken `liyakat` ve `ehliyet`i değil, vitrinde sergileyerek oy artıracağı adayları tercih ettiğini gösteriyordu.

Alanında söz sahibi din, fikir, bilim ve sanat adamları Meclis’e girmesin demiyoruz. Aksine, siyasetin kalitesinin artması ve nicedir ahlaktan, ilkeden, erdemden, uzmanlıktan yoksun hale gelmiş siyasete ahlakın, ilkenin, erdemin, uzmanlığın yeniden taşınması için bu evsafta adaylar gerekli. Ama bunların yanında siyasi basiret, liyakat, ehliyet, şecaat, celadet, temsil kabiliyeti, politik tuzakları önceden görecek bir feraset ve atılan çalımları boşa çıkarıp çalım atacak bir beceri de gereklidir.

Bu millet kendi ‘Meclis’inde, kamçıyı görünce postal öpecek değil, hakkını bıkmadan usanmadan savunacak adamlar görmek istiyor.

 

Yorum Yaz