“Selam olsun İbrahim’e!”

Bu başlık bana ait değil; Kur’an’a ait. (37.109)

“Kimlik Sınavı”ndan ateşle sınanarak geçen İbrahim, “kişilik sınavını” da “kurbanla” verip, öz benliğine ve onun işaret ettiği Mutlak Hakikat’e takarrubu (yaklaşması) üzerine, göklerin tebriğini işte bu şekilde alıyordu.

İbrahim, kendisini ciddiye almanın öbür adıydı. Kendisini ciddiye aldığı için, inancını ve inkarını, “evet”ini ve “hayır”ını, kabulünü ve reddini ciddiye aldı. Bu ciddiye alış sayesinde, “parmak ayı gösterirken parmağa değil, parmağın gösterdiği istikamete bakmayı” becerdi. Güneş’e, Ay’a ve Yıldızlara takılmadı; onları hakikat yürüyüşünde bir işaret taşı olarak kullandı.

Kişinin kendisini ciddiye alması, hayatı ciddiye almasıdır. Hayatın anlamını kavrayamayan ve ona anlam veremeyen; “anlamsız” bir hayatı nasıl ciddiye alsın? Hayatını anlamlandıranın yalnız hayatı değil, düşleri, hülyaları, umutları ve duaları da ciddiye alınmayı hak eder.

İşte İbrahim, hayatı ciddiye aldığı için rüyasını, hülyasını, duasını da ciddiye aldı. Kendisini ciddiye alanları Allah da ciddiye alırdı. Bu nedenle İbrahim’in rüyası, hülyası ve duası gökler katında ciddiye alındı; sonucu o ciddiyetle değerlendirildi. Bu ciddiyet, İbrahim’in gök kubbeye saldığı çığlığın 4000 yıl sonra dahi burada/şimdi gibi yankılanmasından anlaşılmıyor mu?

Nemrud’un ateşine odun taşıyanların yüzünü kararttığı bir dünyada, İbrahimi bir teslimiyete, İbrahimi bir dirence, İbrahimi bir adanışa, İbrahim’i bir imana ne kadar da ihtiyacımız var.

Çağın Nemrudları her yerdeler; çağın İbrahimleri neredeler? Neredeler kendisini, inancını ve inkarını ciddiye alanlar? Neredeler, hakikati aramanın bedelini ödeyerek hakikate ulaşanlar? Neredeler geçiciye, dünyalığa, aldanışa “kurban gitmeyecek” sahici “Kurbanlar”?

Bayram onların bayramıdır; bayram kurbanların bayramıdır, kendi öz benliğine yanaşan, onunla buluşan, bilişen, tanışan ve sarışanların, sorumluluk şuuruna ulaşanların bayramıdır. Böylelerinin payına, kurban bayramlarında “et” değil “dert” düşer, elem düşer, ıstırap düşer. Çünkü onlar “he”nin ağladığını görmüşlerdir.

“He”nin ağladığını görenler

Zamanın ve mekanın, tarihin ve coğrafyanın gözlerini görenler “he”nin de gözlerini görürler. Sadece “sözlere” değil, yüzlere ve özlere de bakmayı becerenler, “he”nin gözlerine bakmayı da becerirler. İşte bu talihlilerden biri, Asaf Halet Çelebi “he”nin gözlerini görmüş; aşkına bisütunları boyun eğdiren zamanın Ferhatlarına sesleniyor:

“vurma kazmayı

ferhaat

he’nin iki gözü iki çeşme

aaahhh

dağın içinde ne var ki

güm güm öter

ya senin içinde ne var

ferhaat”

Çelebi’nin he’nin ağladığını gören gözleri gerçek İbrahim’i de put kırarken görmüş. O, put yapımcılarına kızmıyor sadece, “sahte İbrahimlere” de kızıyor:

“İbrahim

içimdeki putları devir

elindeki baltayla

kırılan putların yerine

yenilerini koyan kim

İbrahim

Gönlümü put sanıp da kıran kim”

Bayramlar gönülleri imar seferberliğidir

Elindeki baltayı “putların” yerine gönüllere vuranların ve kalpleri “put” niyetine kıranların elinden, öncelikle o baltaları almak gerek. Dahası, kırık gönülleri sarmak, dertli yüreklere derman, kırık kalplere merhem olmak gerek. Bir toplumda, gönülleri imar edecek olanlar, mamur bir gönül taşıma bahtiyarlığına erenlerdir.

Korkmayın çağın sahte tanrılarından; tüm ihtişamlarını korkunun krallığına borçlu olanların ekmeğine katık olmayın. Yığınların korkularından kendilerine iktidar çıkaranların geleceği olmaz. Aldanmayın onların sahte ihtişamına; onların ihtişamı Kur’an’ın ifadesiyle “giydirilmiş kalaslara”, İncil’in ifadesiyle “badanalı kabirlere” benzer.

Geleceği yeniden inşa edecek olanlar, kırık gönülleri ihya edecek olanlardır. Bayramlar bunun için bulunmaz fırsatlardır. Sabır ipliğini aşk iğnesine geçirip yırtılan umutları dikin. Toplumun tüm öksüzleri, yetimleri, yoksulları, açları, susuzları sizin doğal müttefikinizdir. Sadece Kurban Bayramı dolayısıyla doyasıya et yüzü gören milyonların duygularını, halkın yoksulluğuyla ve acılarıyla dalga geçercesine hayvan muhabbetleri kurban bayramlarında depreşen yerli “Fransızlar” nasıl anlasın?

Düşünce mağdurlarının yattığı hapishaneler, hastaneler, çocuk yuvaları, huzurevleri, yoksul varoşlar sizden sorulur. Mezardaki ölülerini dahi bayramlarda unutmayacak kadar vefakâr olanların, mağdur, mahkum, mazlum, masum dirilerini unutması düşünülemez.

Nemrut’un ateşine odun taşıyanlara karşılık, İbrahim’e su taşıyanların bayramı zaten mübarektir.

( 29 Mart 1999 )

Yorum Yaz