Vakıf medeniyetine yakışan işler

Bu Ramazan’da, iftar saati, yolunuz Vatan Caddesi’nden geçti mi?

Eğer geçtiyse, benim gibi sizleri de sevindirecek, “işte hizmet bu” dedirtecek bir olayı yaşamışsınızdır: Akgün otelinin hizasına geldiğinizde, adım adım ilerleyen trafikte, eli-yüzü düzgün beş-on gencin, özenle hazırlanmış ve üzerinde “Akabe vakfı hayırlı iftarlar diler” yazılı küçük poşetler içerisinde, arabalara iftariyelik dağıttığını görürsünüz.

Bu poşetlerde, yine küçük ve şık naylon torbalar içerisinde poğaça, birkaç hurma ve bir de içecek yer alıyor. İftar vakti İstanbul trafiğine yakalanmış biri için bu ikramın ne demeye geldiğini, ancak her gün bu çileyi çekenler bilir.

Akev (Akabe Kültür ve Eğitim Vakfı), günde 500 kişiye bu ikramı ulaştırıyor. Vakıf, bu şekilde, bir ramazan boyunca 15.000 kişiye ulaşmayı planlamış.

Gönül istiyor ki, bu tür hasbi (hesabî değil) hizmetler yaygınlaşsın ve vakıflar asli fonksiyonu olan “hizmetlere” el atsın.

İslam tarihinde, sırf yolculara hizmet veren vakıflar kurulmuş. İlginçtir, bu hizmet öyle noktalara gelmiş ki, sadece yolculuk yapan insanlarla sınırlı kalmayıp, yolculuk yapan “göçmen kuşlar” için de vakfiyeler oluşturulmuş, araziler ve geniş alanlar tahsis edilmiş.

İslam medeniyeti, işte bu özelliği ve güzelliği sayesinde “vakıf medeniyeti” haline gelmiştir. Modern İslamî vakıfçılık, geçmişten çok az izler taşıyor. Kimi zaman, asli fonksiyon öylesine unutuluyor ki, vakıf “vakıf” olmaktan çıkıp bir “parti”, bir “holding”, bir “işletme” haline geliyor.

Oysaki vakıf, vâkıfın (vakfedenin) Allah’a kurbiyyet maksadıyla bir değeri karşılık beklemeksizin hizmete tahsis etmesidir. Vakfın vakıf olabilmesi için esas olan işte bu niyettir. Bu niyetle yola çıkanlar, yaptıkları karşılıksız hizmetlerle insanların yüreğini fethetmişler, insanın mutluluğunun öbür adı olan İslam’ı insana, insanı İslam’a taşımışlardır.

Bu tür samimi niyetlerle insana vakfedilen müesseselerin en değerli ürünü “vakıf insan” yetiştirmektir.

En değerli vakıf “vakıf insanlardır”. Onlar, mallarını değil, hayatlarını Allah’a vakfederler ve insanlara bir mutluluk sakası gibi, yürek yürek saadet taşırlar. Onları, ganimet dağıtılırken ortalarda göremezsiniz, onlar “hizmet” zamanlarında öne çıkarlar “nimet” zamanlarında arkaya geçerler.

Onlar, kelimenin tam anlamıyla üreticidirler; insan üretirler, hem kalitatif hem kantitatif bir üretimdir bu. İşte onlar sayesinde İslam, Tarık b. Ziyad, Abdullah el-Battal gibi, gayr-i müslim tutsakların torunlarından fatihler; İmam Ebu Hanife gibi, kendisine karşı savaşan birilerinin torunlarından müçtehitler çıkarmıştır.

Hz. Meryem bir vakıftı, annesi Hanne (Hannah) ise vakfeden. Hz. İsa işte bu vakfın bir ürünüydü. Hz. Zekeriyya ise, bu hasnâ müstesna ürünün bahçıvanı.

O halde, aklı başında her insana düşen, ya vakfeden olmak Hanne gibi, ya vakfedilen olmak Meryem gibi, ya da vakıf insanlara bahçıvan olmak Zekeriya gibi. Galiba bunlardan hiç biri olamayana da, haşarı çocuklar gibi bahçenin meyveli ağaçlarını taşlamak düşüyor.

( 15 Ocak 1999 )

Yorum Yaz