…ama o sadece bir temenniydi

Ben başyazarımız gibi “vacip oldu” demiyorum. “Nafile” de idare eder. Önce şu ‘retorik’ meselesi. Çünkü benim için Kürşat Bumin’in hesaba katmadığı bir yanı var ‘retorik’ meselesinin.

Bumin “retorik mükemmel” derken inanıyorum ki iltifat ediyor. Bunu bildiğim için ne yapacağımı şaşırdım: sevineyim mi, üzüleyim mi? Üzülmemi gerektiren şey biraz da benim ‘retorik’ hakkındaki kanaatimden kaynaklanıyor.

“Yuvaya Dönüş” yazısını yazarken işin ‘edebiyat’ kısmı hiç aklıma gelmeyen bir şeydi. Olsa ayıp mı olur? Ne münasebet! Neden ayıp olsun. Aksine bir kalem erbabı için artı bile sayılabilir. Ama inanın yine de hiç aklıma gelmedi. Yazdıktan sonra üzerinde ince işçilik yaptığım makaleler vardır. Ama bu makaleyi ‘gelişine’ yazdım. İnandığım bir şeydir: ‘gelişi güzel’ olan, ‘gelişigüzel’ olsa da olur.

‘Retorik’ Frenklerce bizdeki ‘belagat’ karşılığı kullanılan bir kelime. “Etkili söz söyleme sanatı” anlamına geliyor. Bir sözün etkisi yalnızca ‘retoriğinden’ kaynaklanıyorsa, bu etki imajinatif bir etkidir diye düşünürüm. Çünkü sözün “gücü” gibi görünen bu durum, öbür yandan bakınca gerçek bir zaafı ifade eder.

Eskiler “cerbeze” derlerdi. Nötr bir şey cerbeze. Sözün içeriğinden çok biçimsel etkisini, iletmeyi değil iknayı hedefler. Fakat bu tuzak da olabilir. Kof bir içeriği tumturaklı bir biçimle sunmak. İşte bu takdirde ortaya “safsata” çıkardı ki, “dışı tumturaklı içi boz söz” yığınını ifade eder.

Esasen safsata kelimesi Yunan Sofistlerine atfen türetilmiştir. Onlar bu işin üstatlarıydı. Ellerine geçirdikleri şiiri de “safsataya” alet ettiler. Eflatun’a Cumhuriyet’inden şairleri kovduran onların bu tutumuydu. Bunun varlığın bilgisine ve bilginin varlığına yönelik nasıl köklü anlama problemlerine yol açtığı çok sonra anlaşıldı. Heidegger, bu yanlışı Yunan-Batı aklının gözüne sokmak için, başka işi yokmuş gibi (!) oturup yarı deli (sonradan tamamen deli) Hölderlin’in şiirlerini basbayağı kutsal bir metincesine tefsir edecektir.

İşte “retorik mükemmel” iltifatından bunun için nem kaptım. Sözlerimin yüreğimden çıkıp kendini arayan yürekleri bulmasını isterdim. Bilir ve inanırım ki bir söz söyleyeninin neresinden çıkarsa dinleyenin orasına varır. Dudaktan çıkan söz kulak kepçesine çarpar, yürekten çıkan söz yüreği bulur?

Bu, vahyin niteliklerinden biri olan ‘belağat’ın önemini yadsıdığım anlamına gelmez. Sadece aracın amacı öncelemesine üzülürüm. Çünkü söz sadece bir araç. Amacı içindekini muhatabına taşımaktır. Muhatabınız aldığı hediyenin içini açma gereği duymadan kutusuna takılıp kalmış ve ona teşekkür ediyorsa siz üzülmez missiniz? Gelelim muhtevaya?

Bumin ‘davet’ diyor.

“Vallahi de billahi de değil” diye yemin billah edecek halim yok. Ama değil. Üstat Bumin davet kipiyle temenni kipi arasındaki farkı bilmez mi hiç? Belki de ‘davet’i bu yüzden tırnak içine aldı. Bir tür ‘özel anlam’ hakkını kullandı.

Alıntıladığı satırlar formuyla da içeriğiyle de bir temenni idi: “Ah, harap olan hane bir onarılsa… Yangın yerine dönen sıla bir âbâd olsa?” deyip gidiyor. Ah, keşke!

Ama bu bir temenni. Davet değil. Hepsi bu.

Peki, davet olsa ne lazım gelir?

Hiçbir şey lazım gelmez. Aksine “iyiliği önerme, kötülükten sakındırma” ilahi emrine iman etmiş herkes gibi, bendeniz de ibadet telakki ederim bunu. Bazı yazılarım doğrudan davet de içerir. Ama bu yazı temenniden ibaretti. Yuvadan hiç ayrılmadığını düşünenlere söylenen “Siz ey yitmediğini düşünenler! Buna hazır mısınız?” cümleleri ise bir sorumluluk hatırlatmaydı.

Nihayetinde ‘davet’ olarak algılanmasına bir itirazım da olmaz. Bu okurun algısına kalmış bir şey. Diyelim ki bu yazıyı siz ‘davet’ olarak algıladınız. Ama bunun “ölümlülerin cenaze törenlerini kendi bildikleri gibi tasarlamalarını kabule pek niyetli görünmemesi” şeklinde anlaşılmasına ne demeli? Bu çıkarsama yanlış.

Bumin soruyor: “Ailenin yitik çocukları”nın hayatları gibi “yuva” dışında karşılaştıkları ölümlerinin de kendi başına bir anlamı yok mu? İnsanların bu yolda serbest olduklarını anlamak ve tanımak da gerekmez mi?”

Bu da sorulacak şey mi azizim? Kabul, sorulacak şey. Ama bana mı? Yazı hayatım boyunca Müslüman gibi gömülmek istemeyenleri ille de Müslüman gibi gömme işgüzarlığına karşı az mı çene patlattım? Hem adam İslam’a karşı, ya da laisizmi alternatif bir din gibi anlamış ve inanmış. Bunu Müslüman gibi gömmek sadece gömülene değil, İslam’a da, o cenazeyi kıldıracak imama da, kılacak cemaate de saygısızlık değil mi?

İnanıyorum ki Bumin, bu sonuncuların hakkını da savunacaktır. İmran Öktem olayını nasıl unuturuz?

Öktem olayı ve asıl ‘davet’ gelecek yazıya.

 

Yorum Yaz