Haremeynin statüsü ve güvenliği tartışılmalıdır

Tam “Bu yıl hac mevsimi her zamankinden daha görkemli ve kazasız belasız atlatılacak inşallah” derken acı haber geldi.

Mina’da, şeytan taşlama (Cemerât) mahallinde çok sayıda hacı “ğâib” oldu. Şu ana kadar gelen rakam 362 ölü. Söylentiler farklı.

İkinci katın girişinde olmuş olay. Güvenlik güçleri her yıl olduğu gibi ikinci katta şeytan taşlama görevini yapanların görevini yapıp orayı terk etmeleri için girişi kesmişler. Arkadan gelen hınca hınç kalabalık ise ön tarafın kesildiğinden habersiz ite kaka cemerata yürüyüşünü sürdürmüş.

Ve olan olmuş. Orada sıkışanlar, yere düşenler bir daha kalkamamışlar. İnşallah pırıl pırıl gitmişlerdir.

Allah ölenlere de, kalanlara da rahmet etsin. Basın bu elim hadiseyi günlerdir veriyor. Veriyor, ama bazı medya organlarının verişi daha bir farklı. Nasıl desem, bazıları hacca ilişkin hiçbir hayırlı habere imza atmamış, hatta muhabir bile göndermemişken, iş toplu ölüme gelince, ajanslardan abarttığı görüntüleri döndüre döndüre veriyor. Aslında haber verir gibi yapıyor, fakat haberin “he”si yok.

Ekrana bir uzman çıkarmıyor, bilgi vermiyor, haccı tanıtmıyor. Tek şey yapıyor: Ölümün sırtından reyting şeytanına gel gel etmek. Daha beterini yapan da var: Ölümün sırtından ibadet düşmanlığı pazarlamak. İslam’ı ilgilendiren konularda medyayı üçe ayırabiliriz:

1. Sadece olumsuz bir haber vesilesiyle yer verenler.

2. Pazarlayabileceği her dini konuya balıklama atlayanlar.

3. Din konusunda ciddi ve hassas olanlar.

Birinci kategoriye giren malum medyanın etekleri yine zil çalıyordu. Mina’da 362 hacı “gel” ilâhî çağrısına “vefa” göstererek vefat etti ya. Bir sevindirik bir sevindirikler ki, görmeyin gitsin. Sanırım bunun, benim hüsnü kuruntum olduğunu düşünmüyorsunuzdur. Spikerinin haberi okuyuş tarzından tutun da, haberin kurgulanış ve yazılış tarzına kadar her şey delil. Bu, herkes için böyle. Hüznünüz de sevinciniz de sesinize, yüzünüze, yazınıza, eyleminize yansır, değil mi? Bu kadar tuzu kuruluk, kıyıya vuran balina haberlerinde bile normal karşılayamayacağımız bir şey.

İnsanla ilgili toplu ölüm haberinde, dahası Müslümanlarla ilgili haberde, dahası ibadet sırasında teslim-i ruh eden müminlerle ilgili haberde daha bir özenli olmak gerekmez mi? Bakmayın şimdi unutulduğuna. Köprülerin altından akan sular, deremizin yatağındaki tek parti cürufunu, çer-çöpünü temizledi de ondan.

Eskiden, her hac mevsiminin gedikli bir haberi vardı: Kolera hastalığı. İnsan sormadan edemiyor, “Yahu, koleranın kökü kurudu mu ki, on yıllardır sesi soluğu çıkmıyor?” diye. Hacıların getirdiği tüm hurmalar gümrüklerde toplanarak loda haline getirilip ibret-i âlem olmak üzere yakılır. Zemzemler koleralı diye dökülür.

Hacılar, tıpkı İngilizlerin dışardan gelen üçüncü dünya vatandaşlarına yaptıkları gibi, alçaltıcı bir tavırla dezenfekte edilirler? Vakıa, birkaç kolera vakası ya vardır ya da yoktur. Ama mesele kolera değil, mesele yeni nesillerin damarlarına taşeron ideoloji tarafından zerk edilen zehirli ibadet düşmanlığı. Aslında yapılan, hac ibadetine karşı düzenlenmiş bir suikasttır. Tıpkı oruca karşı, Cuma’ya karşı, kurbana karşı düzenlenen bildik ve tanıdık suikastlar gibi. Bu hırsızın suçu. Peki, ev sahibinin hiç mi kusuru yok? Olmaz olur mu? Elbette var. Küçük kusur, hacıların. Eğitimsizlik ve bilinçsizlik yaygın. Buna bir de yaşlıların durumu eklenince, milyonlarca insanın sınırlı bir zaman ve sınırlı bir mekanda hac menasikini yerine getirmek zorunda kalması, ölüme davetiye çıkarmak anlamını taşıyor. Haccın tabiatı bu. Sınırlı bir zaman ve sınırlı bir mekan var. Bu zaman ve mekanda bu kadar yoğun bir kalabalık vecibelerini ifa edecek.

Bu ifayı güçleştiren sebeplerden biri de, bin yıl öncesinin şartlarında verilmiş içtihat ve fetvalar. Bir imam gece taşlamaya “mekruhtur” demiş. Yarım hocaların elinde bu “mekruhtur” fetvası, “haramdır”a inkılap ediyor.

Eğer o imamı mezarından kaldırıp da “Şeytan taşlıyoruz, şeytan değil hacılar ölüyor” deseydik, “Gece taşlamak vaciptir” derdi. Bundan hiç kuşkum yok. Büyük kusur ise, büyük ev sahibinin. Yani, Suudi Arabistan yönetiminin.

Sorun, cemerata üçüncü kat eklemekle bitmiyor. Sorun, mübarek mekanlara yüklü paralar harcamakla bitmiyor. Sorun, zihniyetten kaynaklanıyor. Hacılar, Suudilerin misafiri değil, Allah’ın misafiridirler. Suudiler de, o mekanların “sahibi” değil, sadece “emanetçisi”dirler. Emanete sadakat göstermekte zorlanıyorlarsa, Mekke ve Medine’nin statüsünü tartışmaktan gocunmamalıdırlar. Bu böyle devam edemez. Mukaddes beldelerin ve hacıların güvenlik ve dokunulmazlığı, İKÖ’nün öncülüğünde uluslararası bir konferansla masaya yatırılmalıdır. Bu Suudilerin de hayrınadır. Onları da memnun edecek orta bir formül bulunabilir, bulunmalıdır.

Hiç olmazsa, başkaları da sorumluluğa ortak edilerek, sorumluluk paylaştırılmalıdır. Çözümü geciktirmek, sorunu halletmeyecektir. Belki, hastalığı kangren edecektir. Heremeynin statüsü ve emniyeti mutlaka tartışılmalıdır.

Yorum Yaz