İnsan olmak ya da nisyan olmak

Hicri 4. Yüzyılın cerbezeli İslam filozoflarından Ebu Hayyan et-Tevhidi’nin dediği gibi, hâlâ, “insan insanın en büyük sorunudur”.

Bu sadece felsefi ve entellektüel anlamda değil, sosyolojik ve pratik anlamda da böyledir. Bugün en büyük derdimiz genelde “insan”, özelde “insanımız”dır. Tabi dermanımız da aynıdır; insan, insanımız. Her şey, insan kumaşının kalitesinde düğümleniyor. Hayatın her alanında yaşanılan problemlerin temeline indiğinizde, karşınıza çıkan sorun hep aynı: İnsan kumaşının kalitesi.

İşin niceliğine yönelik değişiklik, hiç bir şeyi halletmiyor. İnsan, girdiği yere, yaptığı işe, karıştığı sosyal gruba kalitesini (ya da kalitesizliğini) de taşıyor. Kumaş kalitesi düşük insanı siyasete koyuyorsunuz, siyasetin kalitesini düşürüyor ve ahlakını bozuyor.

Eminim ki aynı insanı oradan alıp bir ticari işletmenin başına koysanız, ticaretin de kalitesini düşürecek ve ahlakını bozacak. Oradan alıp eğitimin, dini kurumların, sivil yapıların vs. başına koysanız, kesinlikle bütün bu alanların da kalitesini düşürüp ahlakını bozacaktır. İnsan unsurunun kalitesini artırmak için öncelikle insanı iyi tanımak gerekmektedir. Aslında insanın en doğru tanımını “insan” kelimesinin etimolojisi vermektedir. “İnsan” sözcüğü, etimolojik olarak iki köke atfedilir: Birincisi “ilişki kurmak, yakın olmak, tanış ve biliş olmak” anlamlarındaki “ünsiyyet”; ikincisi “unutmak, terketmek, sırt çevirmek” anlamlarındaki “nisyan”.

Ünsiyet insanın, “insanî/yüce” yanını; nisyan, insanın “hayvanî/cüce” yanını gösteren pozitif ve negatif kutuplar. Kur’an’da yer alan bir ayet bu iki kutba şöyle işaret eder: “Gerçek şu ki, biz insanı ahsen-i takvim üzre yarattık; sonra onu aşağıların en aşağısına ittik.” (95.4-5) İnsanın “ahsen-i takvim” üzre yaratılması, yücelmeye elverişli bir donanıma sahip olması anlamını taşır. Bir başka ifadeyle “kapasitesinin sınırlarına dayanma” imkanına sahip özge bir varlıktır insan. Dahası, insanın kapasitesi durağan ve sabit bir çizgi değil, ufuk çizgisi gibi yol kat ettikçe genişleyen, üzerine vardıkça önünüzü sonuna kadar açan dinamik bir imkandır.

İnsan, kapasitesinin yürüdükçe genişleyen ufuklarına “ünsiyet”le uzanır. Ünsiyet, öncelikle insanın “kendisiyle tanışması”dır. Buna siz “insanın kendisini keşfetmesi” de diyebilirsiniz.

Kendisini merak etmeyen hiç kimse kendisini keşfedemez; kendisine aldırmayan, kendisini ciddiye almayan kimse ise kendisini merak etmez. İnsanın kendisini keşfetme süreci bir iç yolculukla mümkündür. Bir tür kendi “Hıra’sını” yaşamasıyla mümkündür.

Kendisini tanıyan, sınırlarını tanır, anlamını kavrar, haddini bilir, rolünü bulur. Sınırlarını tanıması, insanın en büyük iki problemini çözmesinin de ilk adımıdır: Güvenlik ve özgürlük problemini. Sınırlarını tanıyan, kendi sınırlılığını ve Allah’ın sınırsızlığını tanımış olur. Allah’ın mutlaklığını tanımanın en kestirme yolu kişinin haddini bilmesidir. Allah karşısında acziyetini itiraf eden insana düşen, kayıtsız şartsız teslimiyettir ve “İslam” da budur. Bu insanın ezeli problemlerinden “güvenlik” probleminin çözümü için atılmış en doğru adımdır. Bu adım, aynı zamanda “özgürlük” problemini de çözer, çünkü sınırlarını bilen insan eşyaya, dünyaya ve dünyalığa zebun olmaz. Dünyanın ve dünyalıkların kendisini esir almasına izin vermez.

Dünyanın, servetin, makamın sahici sahibi işte bu insandır; sahibi olduğu için istediğinde vazgeçebilir, istediğinde de verebilir. Fakat özgürlük problemini kendini keşfedemediği için çözemeyen ve bu yüzden de mal, mülk, servet, makam ve şöhreti kendisine sahip olan “beşer”ler vardır. Bu tür biri istese de veremez, gerekse de vazgeçemez; çünkü bu, kölenin efendisini azat etmesi kadar gülünç ve imkan dışıdır.

İnsanın hayvani/cüce yanını ifade eden “nisyan”, tam anlamıyla insanın kendi kendisine yabancılaşmasıdır. Kendiyle tanışmayan, kendisini keşfetmeyen, kendisine karşı yabancılaşacaktır. Kendisine karşı yabancılaşan hakikate karşı yabancılaşacak, dolayısıyla mutlak hakikat olan Allah’a karşı yabancılaşacaktır. Allah’a karşı yabancılaşan hayatında Allah’ı kaybettiği için hayatın “anlamını” da kaybetmiştir. Bu yüzdendir ki Allah’sızlık, en vahim anlamsızlıktır.

Bazen kendi kendisine karşı yabancılaşan, kendisinden nefret etmeye başlar; dolayısıyla gerçek yüzünden nefret edip maskesine vurulan, hakikatten de nefret eder ve yalana, batıla, sanal ve simülatif olana vurulur. Bu bir değer alaborasıdır. Sonuç vicdanın ve fıtratın üzerinin kalın bir perdeyle örtülmesidir (küfür) ki, artık kişi kendi vicdanının sesini dahi duyamaz olur, bir müddet sonra vicdanı da ses vermez hale gelir; işte “sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler” ilahi haberi böyle gerçekleşir. Bu durumda, insan, ya kendisiyle, hakikatle ve “Mutlak Hakikat”le “ünsiyet” peyda edip “insan” olacak, ya da “unutan ve unutulan” bir “nisyan” olacaktır.

Sonuç mu; sonuç gayet açık: İnsan olanlar çözümün bir parçası olurlar; nisyan olanlar sorunun bir parçası olurlar.

İnsan olanlar tarihin aktif öznesi olurlar; nisyan olanlar tarihin pasif nesnesi olurlar.

Din ise, “insanlar” için bir mutluluk projesidir; nisyanlar için bir “afyon”.

Yorum Yaz