Kur’an ve Ramazan (2)

“Kur’an’ı sana nazil oluyormuş gibi oku!” Bu kadim tavsiye, bütün Kur’an okuma kılavuzlarının bir numarası olmak zorundadır.

Bunu söylemek kolay. Fakat ya gerçekleştirmek?

Tahmin ettiğiniz gibi zorun da zoru. Yani “adam” işi.

Bunu gerçekleştirmek için önce ortada bir “sen” olmalı. Yani kendi kendinin farkında bir “ben”. Varlığını idrak etmiş bir ben. Bu idraki gerçekleştirmek için varlık sancısı çekmiş bir ben. Bu sancıyla kendi kendini doğurmuş bir ben.

Ortada bir ben varsa, her benin bir de hakikat meselesi vardır. Dile dokununca “dil”i yakan, yani yüreği yakan bir meseledir bu.

Ben ve hakikatin bir araya geldiği yerde, bir yolculuktan söz ediliyor demektir. Bitimsiz bir yolculuktan? İnsanın kendisini sırtlanıp yola koyulduğu yolculuktan? Benden yola çıkıp sonunda yine bene vardığı yolculuktan? Yürümekle varılmayan fakat varanların yürüyenler olduğu bir yolculuktan?

Harita: Vahiy.

Rehber: Peygamber.

Pusula: Akıl.

Azık: İbadet.

Dünyalık: Binek.

Yolcunun akıl pusulası, sahte manyetik saptırıcılardan korunmalı ki, istikamet açısında bir sapma olmasın. İstikamet açısındaki milimetrik bir sapma, her adımla büyüyecek, sonunda kilometrelere tekabül edecektir.

İstikamet açısı sapmış bir yolcuyu, her attığı adım, maksadına yaklaştıracağı yerde uzaklaştırır. Bu tıpkı cahilin dindarlığına benzer. Cahilin dindarlığı arttıkça sapması da artar. İşte bu nedenle her namazın farzı olan “istikbal-i kıble”, aslında bir istikamet kontrolüdür.

Peki, akıl pusulası manyetik tuzaklardan ve sahte saptırıcılardan nasıl korumalı?

İşte bu noktada, Ramazan’ın sunduğu imkana başvurmak gerek. Dahası, Ramazan’ı bize bir imkan olarak sunan maksada, yani vahye başvurmak gerek. Kur’an’ı bir fetiş nesnesi olmaktan çıkarıp, hayatı inşanın bir numaralı öznesi bilmek gerek.

Vahiy, ilahi bir inşa projesidir. Bu projeyi vahiy, tasavvurunu, aklını, şahsiyetini inşa ettiği insanlar eliyle gerçekleştirir. Dün bunu mükerreren yaptı. Dün yaptığı şeyi bugün de yapar. Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isteyenlere rağmen yapar. Bu, ilahi bir emanet olan vahye sadakatin gereğidir.

Varoluş amacına uygun bir hayatı inşa etmekle görevli olan insan, bilinen tarihi içerisinde kendisine verilen bu emanete her zaman sadık kalamamıştır. İnşa sorumluluğunu yerine getirme konusundaki her ihmal ve başarısızlık, insanoğluna pahalıya patlamıştır. Tüm peygamberler ve onlarla gelen ilahi mesajların nihâi amacı, insana unuttuğu ya da kasten terk ettiği inşa sorumluluğunu hatırlatmaktı. Emanete ihanet anlamına gelen her sorumsuzluk, sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda ahlaki yozlaşmayı derinleştiriyor, uyarıcılarını dinlememekte direnen toplum kendi kendisini çöküşe mahkum ediyordu.

Allah-insan diyalogu anlamına gelen tüm ilahi vahiylerin zirvesini temsil eden Kur’an vahyi, rehberliğin kişilerden ilkelere geçtiğinin de habercisiydi. “Peygamberlerin sonuncusu”na gelen son vahiy olmasının anlamı da buydu. Bu aynı zamanda modern zamanların hangi istikamette gelişeceğini haber veren ilahi bir işaretti. İnsanlığın gelecekteki yönelişlerinin artı ve eksilerini göstermesi açısından da hayli anlamlıydı. Hayata sürekli müdahil olan bir Allah inancı, modern hayatı da, Allah’ın kozmik planı haricinde telakki etmemeyi gerektirir. Kur’an’ın telkin ettiği iman da budur.

Modern hayat bu perspektifle okunduğunda, insanlık tarihinin en büyük şanssızlığı olduğu gibi, en büyük şansı olma potansiyelini de içinde taşır. İnsanlık, tarihinin hiç bir döneminde modern dönemlerde olduğu kadar küresel bir sapmanın kurbanı olmamıştı. Fakat bu insanlık ailesine, tarihinin hiçbir döneminde tahayyül edemediği küresel bir istikamet tayini imkanını da birlikte sunmaktadır.

Bu imkanın kullanılması, imana bağlıdır. Tüm Ramazanların kendisini takviye için teşri kılındığı imana.

Her mümin Ramazan’la ilişkisini bu imkanı kullanma açısından da gözden geçirmelidir.

Ramazan var oldukça, vahyin hayatı inşa umudu da var demektir.

Yorum Yaz