Postmodern terör

ABD-İngiliz-İsrail “şeytan üçgeni” harekete geçti. Beklenen saldırı dün gece başladı.

Bu saldırıyı, herkes kendi durduğu yerden değerlendirecektir. Herkesin tarafı belli olacaktır. Çağın Nemrud’u ABD, “küresel 28 Şubat” ateşini yakmıştır. Kimisi bu ateşi kışkırtan yılan rolünü üstlenecektir. Kimisi de küçümencik ağzıyla bu ateşi söndürmek için gagasıyla su taşıyan güvercin rolünü…

Bu bir sınavdır. “Şeytan’ın gör dediği yerden” bakanlarla, “Allah’ın gör dediği yerden” bakanlar arasındaki bakış farkı, böylesi durumlarda bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar.

Şeytan’ın gör dediği yerden bakanlar, gücü ve güçlüyü kutsarlar, meşruiyeti değil çıkarı öncelerler, ezilenin değil ezenin yanında dururlar. Allah’ın gör dediği yerden bakanlar hakkı ve haklıyı ararlar, insan hayatına, insanlık şerefine değer verirler, zulme asla razı olmazlar.

Şahsen, “yerli 28 Şubat sürecine” şu ya da bu biçimde destek vermiş, olumlu bulmuş ya da en azından sessiz kalmış hiçbir kişi ve kurumun bu saldırıya samimi olarak “hayır” diyeceğine inanmıyorum.

Yerli 28 Şubat nasıl İslam’ı bu ülkenin alternatifi olmaktan çıkarma operasyonuysa, küresel 28 Şubat da İslam’ı küresel ölçekte alternatif olmaktan çıkarma operasyonudur. İlki bu topraklarda terör estirmiş, ikincisi bu terörü küreselleştirmiştir.

Yerli 28 Şubat şakşakçıları, küresel olanına destek veriyorlarsa, kendi içlerinde tutarlıdırlar. Fakat yerlisini destekleyip de küresel olanına gelince “emperyalizm, sömürü” ya da “milli birlik, ulusal çıkarlar, toprak bütünlüğü” sloganlarıyla karşı çıkıyorlarsa, bu ya hamakatlerinden veya ikiyüzlülüklerindendir.

Yerli 28 Şubat, ipini kendi elinde tuttuğu bir takım kuşkulu örgütleri bahane ederek terör estirmişti. ABD’nin başını çektiği küresel 28 Şubat ise, yine kendi besleyip büyüttüğü şaibeli kişi ve örgütleri kullanarak dünyayı terörize ediyor. O şaibeli kişilerin başında eli kanlı bir cani olan Saddam geliyor.

Bakmayın Saddam’ın başı sıkışınca Irak bayrağına “Allahu ekber” yazdırdığına. O laikliği, ömrü boyunca hem bir ideoloji hem de hayat tarzı olarak benimsemiş biridir. Kendisini yıllar yılı Ur ve Sümer gibi kadim putperest uygarlıkların varisi saymıştır. Oğullarına Putperest Cahiliyyenin en ünlü iki kabilesinin adı olan “Uday” ve “Kusay” ismini vermiştir. Hırıstiyan kökenli ateşli bir laik olan Mişel Aflak’ın fikir babalığını yaptığı laik-ulusçu Baas ideolojisine taparcasına bağlıdır. Günümüz Irak’ı, İslami muhalefete acımasız davranan Arap ülkelerinin en başında gelir.

İşte nitelikleri bu olan Saddam kanalıyla ABD İran’a saldırmış ve bir milyon kişinin ölümüne neden olmuştur. Saddam’ın kimyasal saldırıya hedef olarak Halepçe’yi seçmesi de tesadüf değildi. Zira Halepçe, bölgenin İslami muhalefet açısından en örgütlü merkeziydi.

Biz ne dersek diyelim -ki biz elbette mazlum ve mağdurları düşünerek bin kez “hayır” diyeceğiz-, “ilahi adalet” tecelli edecek ve hem Saddam hem onun gibi bir zalimi tepesinde taşıyanlar “amellerinin” karşılığını bulacaklardır. Bilir ve inanırım ki Allah “ihmal etmez, imhal eder”, yani “mühlet verir”. Mikro hesap ne olursa olsun makro hesap tüm hesapların üstündedir ve onu da yalnızca Allah yapar. O, tarihe ve zamana olaylar aracılığıyla müdahildir. Elbet sonunda ABD’den de “intikamını” alır. Hatırlasanıza o ölümsüz ilkeyi:

“Zalim Allah’ın kılıcıdır; onunla intikam alır, döner ondan da intikam alır!”

Kalkancı’nın düzmece şeyhliği neyse, Saddam’ın elgördülük Müslümanlığı da odur. Birincisi nasıl yerel 28 Şubat için bahane olmuşsa, ikincisi de küresel 28 Şubat için bahane olmuştur. Elbette ABD’nin bu saldırısı, kesinlikle “Saddam, el-Kaide, 11 Eylül” vs. gibi bahanelerden ayrı olarak değerlendirilmelidir.

 

ABD-İngiltere-İsrail şeytan üçgeni ne yaparsa yapsın, Müslümanları dünyanın geri kalan kitlelerinin gözünde ne denli “terörist” olarak göstermeye çalışırsa çalışsın, “İslam’ın medeniyet yürüyüşünü” durduramayacaktır.

Aksine, hiç istemeden de olsa, bu yürüyüşün önündeki engelleri açacaktır. Bu yürüyüşün önündeki en büyük engeller dış değil iç engellerdir.

Bir buçuk milyarlık Müslüman dünya, bunca iç ve dış engellerle kuşatılmış olmasına rağmen, kabına sığmamaktadır. O kutlu söz gerçek olacak ve “eğer Allah dilerse dinine kafirler eliyle yardım edecek”tir. Günü gelince, “cüzî hayırla küllî şer murad olunduğunu” hep birlikte görecek, yaşayacağız.

Farkında mısınız? Yerli 28 Şubat’ın topyekün savaş açtığı kesimlerin temsilcileri, şu anda kendilerine savaş açanlara rağmen hükümet ediyor. “Ne bedellerle, ne zorluklarla, ne sıkıntılarla, hatta ne tavizlerle?” demekte haklısınız. Fakat bu gerçeği yok sayamazsınız. Yok sayarsanız, haksız duruma düşersiniz.

Bu uzun bir yürüyüştür. Bu yürüyüş sırasında, kimin ne kazanıp ne kaybettiğini serinkanlılıkla ve doğru bir yaklaşımla tespit etmek durumundayız. Bağdat’a bombalar düşüyor. Elbette her masumun ölümüyle yüreğimiz daha bir üşüyor. Fakat üşüyecek ve bize olan bitenin iç yüzünü haber verecek diri bir yerlerimizin hâlâ var olması önemli.

Yüreğinize sahip olun. Bağdat düşebilir, fakat yüreğiniz düşmemeli. Yüreğiniz işgale uğramamalı. Asıl felaket odur.

Eğer yüreğiniz sağlamsa, “Postmodern darbe” gibi, “Postmodern terör”den de daha bir bilenmiş olarak çıkarsınız.

 

Yorum Yaz