Toprak hattı

İnsan ve toprak. Ana ve çocuk gibi birbirine ne kadar da yakın, ne kadar da muhtaçlar.

Toprak bir yanıyla zulmeti çağrıştırır. Çünkü yeryüzünün en kadim hikmetlerinden olan “anasır-ı erbaa” (dört unsur) içerisinde en kesif ve katı olan o. Su gibi akışkan, hava gibi latif ve şeffaf değil. Fakat ateş gibi “öfke” dolu da değil. Onunkisi latif bir kesafet. Çünkü tevazuu, şefkati, doğurganlığı, merhameti temsil eder.

Bunun için toprağa “ana” olarak bakılır. Fakat bu toprağın cinsiyeti olduğunu göstermez. O babadır da. Erkek ve dişi, her canlı varlığın elementer kökeni varıp toprağa dayanır.

Kur’an insanın yaratılışını açık bir biçimde toprakla irtibatlandırır. Kur’an’da Allah Teala “her canlıyı sudan var ettik” buyurur. İnsan canlı bir tür olduğu için biyolojik köken itibarıyla bu kategoriye dahildir. Fakat “insan” oluşu çok daha ileri bir aşamadır. Kur’an o aşamaya geçişi farklı kelimelerle ifade eder: “Min türabin” (topraktan). “Min salsalin” (balçıktan); yani su katılmış topraktan. “Min tînin lazib” (süzülmüş çamurdan). “Min hamein mesnun” (orijinal bir tavır ve şekil verilmiş konsantre balçıktan). “Min salsalin ke’l-fahhar” (ateşten geçmiş topraktan)…

Kur’an’ın insanın yaratılışını toprağa atfı iki boyut içerir: Hem insan türünün elementer kökenini, hem de her bir insan tekinin biyolojik gelişim sürecini.

“Has bahçe” anlamına gelen “cennet”, bir bakıma içinde taşıdığı tüm güzellikleri sergilemiş olan topraktır. Yeşilinden tabanı görünmediği için “c-n-n” kökünden türemiştir. Solmaz ve ölmez güzelliğin üretildiği merkez anlamına (cennatu adn: adn. ‘Adn’le aynı kökten gelen “maden” de bir cevherin merkezi anlamına gelmez mi?) gelir.

İnsan neden toprağı, özellikle maharetini yeşil örtüyle sergilemiş olan toprağı özler?

Belki aslı olduğu için. Dahası ideal güzelliğin simgesi olan “ana vatanını” yani “cenneti” özlediği için.

Yeşilden nefret eden biri olabilir mi? Ya da burcu burcu kokan bir gülün kokusundan tiksinen? Veya berrak bir derenin şırıl şırıl akışını “sinir bozucu” bulan?

Cevabı belli. O halde, insanın tabiatla ilişkisi “sonradan edinilmiş bir bilgiye” (husuli ve müdevven bilgi) dayanmaz, aksine zaten özünde var olan bir bilgiye (huduri bilgi) dayanır. O bilgiyi Yaratıcı fıtrata yerleştirmiştir.

Hz. Peygamber, insan tabiat ilişkisinin en muhteşem örneğini sergileyerek ara ara Uhud dağını kadim bir dostu ziyaret eder gibi ziyaret ederdi. Bunu anlamakta zorlananlara bir gün şu açıklamayı yapmıştı: “Uhud bir dağdır, fakat o bizi sever biz onu severiz.”

Ebu Davud’un naklettiği bir haberden, Hz. Peygamber’in bir gün aniden sağanak halinde boşanan bir yağmura elbisesinin eteğini tuttuğunu, bunun nedenini merak eden yanındaki dostlarına şöyle dediğini öğreniyoruz: “Onun Allah’la sözleşmesi benden daha yeni, ondan yararlanayım dedim”.

Yine onun, bir dağın zirvesine çıktığında orada iki rekat “şehadet/tanıklık namazı” kıldığını öğreniyoruz. Dağı imanınıza tanık kılmak… Bunu düşünebilmek… İşte bu!

Vahiy tabiatla ilgili muhatabına üç soru sordurur: Tabiat nedir? Tabiat nasıl bilinebilir? Tabiat nasıl kullanılır? Birincisi metafizik, ikincisi epistemik, üçüncüsü ahlaki bir sorudur. Üçüncüsünün cevabı diğer ikisinin cevabından bağımsız algılanamaz. Hz. Peygamber’in tavrı, işte bu üç sorunun birbiriyle nasıl irtibatlı olduğunu gösterir.

Modern hayat, insanın toprakla irtibatını zayıflattı, hatta kopardı. Bir başka ifadeyle insanın “toprak hattı” koptu. Toprak hattı kopan insan, en başta iz bırakamaz. Ayakları yerden kesilir. İz bırakamayanlarsa “izlenemez”. Peygamberler izlenmek için gönderilmişlerdi. Onun için de toprak hattını kavi ve sağlam tutmuşlardır.

Toprağın yerini ziftin ve betonun aldığı bir çevrede, elbet hava değil karbondioksit solunacaktır. Kirlenen sadece ciğerler olsa neyse. Ama bu kirlilik akleden kalplere kadar ulaşıyor. İnsan “tabiat mucizesine” şahit olamıyor. Şahit olamadığına sahip olmaya kalkıyor. Mutlak sahiplik iddiası “emanet” inancının düşmanıdır. Ve bu süreç emanete ihanetle sonuçlanıyor.

Herkes toprak hattını korumalı.

Bundan böyle ara ara bu köşede toprak hattıyla ilgili yazılar okuyacaksınız. Bu yazıyı, Osman Sarı’nın “toprağa” redifli şiirinden birkaç beyitle bitirelim:

Bütün varım toplasam sonra varsam toprağa

Hepsin üstüne atsam ve savursam toprağa

Er geç basar bağrına sevgili gibi beni

Ne denli meydan okur gibi dursam toprağa

Anlatsam üzerinde ne olup bittiğini

Çıkar toprak olmaktan haber versem toprağa

Yorum Yaz