Bakara 184. ayetin anlamına dair

İbrahim Kardeş köşesinde soruyor: Bakara Suresi 184. ayetin anlamı nedir?

Sual, sorulduğu salı gününden beri boşlukta kaldı. Aynı soruyu tekrarlayan meraklı okurlar da devreye girince, konuya el atmak kaçınılmaz oldu.

Yazarımızın haklı olarak takıldığı yer, adı geçen ayette yer alan “ve alellezine yutîkûnehu fidyetun ta’âmu miskîn” ibaresinin kafa karıştıracak kadar birbirine zıt anlam ve yorumlara konu olması.

Örnekler de vermiş. Mesela Diyanet Vakfı’nın Açıklamalı Meal’inin 93-Ankara baskısının 27. sayfasında mezkur ibareye şu ‘yorumlu’ mana verilmiş: “(İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir.”

Yine Diyanet’e ait İlmihal I/İman ve İbadetler adlı eserin 382. sayfasında, bu kez de daha farklı bir yorumla şu mana verilmiş: “…hasta veya yolcu olmadığı halde oruç tutmakta zorlananlar ise bir fakir doyumluğu fidye vermelidir.”

Diyanet’in birbirinden -yorum olarak- farklı bu mealleriyle, Ubeydullah Efendi isminde birinin ayetin bu cümlesinden çıkardığı “Oruç tutmaya takati olup da tutmayanların üzerine fidye lazım gelir” sonucu arasındaki telafi edilemez farkı fark eden yazarımız diyor ki: “184. ayetin 185. ayet ile nesh edilmiş olduğu görüşünü de kabule şayan bulmayan Ubeydullah Efendi’nin yaklaşımı yanlış bulunabilir elbette. Ama 184. ayeti “doğru anlamak” ve bu anlamı “doğru aktarmak” her şeyden önce “dile saygı”nın gereği değil midir?”

“Sorun nerede?” sualinin cevabını bulmak, bir köşe yazısının boyunu hayli aşar. Yine de denemeye değer. Şöyle ki:

Kırılgan ve sorunlu nesih teorisini daha baştan göz ardı edebiliriz.

Bahse konu ihtilafta kelimenin sonuna bitişen hu zamirinin rolünü saymayalım. Bu zamirin fidye’ye gittiğini söylemek dil yanlışıdır. Savunulamaz. Çünkü zamir eril, fidye dişildir. Zamir yokmuş gibi “gücü yetenlere fidye vaciptir” şeklinde anlamak da yanlıştır. Zamir oradadır. Zamirin dil kurallarına uygun tek mercii vardır: Oruç. Geriye ihtilafın kaynaklandığı yutîkûne kelimesi kalmaktadır.

Meşhur okuyuş bu olsa da, kelime farklı okumalara da müsaittir. Nitekim 5 farklı okumaya konu olmuştur. Hz. Aişe ve İbn Abbas’ın kıraatı olan yutavvikûne bunlardan biridir. Yine bir başka okuyuş da yutayyikûne şeklindedir. Bu şaz okuyuşların hepsi de “güç yetiremeyenler”, “dayanamayanlar” anlamına gelir.

Bu kıraatları şaz olduğu için bir yana koyalım. Ama ihtilaf yine bitmiyor. Çünkü etâka fiili birbirine zıt iki köke nispet edilebiliyor: “Güç yetirme” anlamına tâkat ve “boyna takılan ağırlık, demir, gerdanlık, ağır gelen şey” anlamına tavk. Bundan bağımsız olarak İbn Faris itaka’ya “külfet” anlamı veriyor. Esasen Tahir b. Aşur’un ifade ettiği gibi “takat, gücün azce en yakın sınırı”dır. İşbu çift kutuplu kökenden dolayı yutîkûne’nin ilk akla gelen anlamı “güç yetirenler” olsa da, Türkçe karşılığının da tedai ettirdiği gibi, “güç yetenler, güç yetişenler, güç erişenler, zorlananlar” anlamına da gelir.

Zaten İbn Abbas’ın meşhur okuyuşa bu anlamı verdiğini Taberi’den öğreniyoruz. Ünlü dilci Ferra da kelimeyi “acziyet” anlamındaki el-cehd ile karşılamış.

Bu durumda kelimeye “güç yetirenler” ya da “güç yetişenler” şeklinde hem olumlu hem olumsuz iki anlam vermek mümkün. İkinci görüşü tercih edenlerin kelimenin başına olumsuzlayan bir lâ eklemelerine hiç gerek yok. Bu tavır, metne olmayan bir anlamı sokuyormuş gibi yanlış anlamalara meydan verdiği için terkedilmelidir.

İmdi, buraya kadar yazılanlardan sorunun kelime düzleminde aşılamayacağı ortaya çıkmış oldu. O halde geriye cümle ve ibare düzleminde aşmaya çalışmak kalıyor; tabiî ki metnin genel bağlamını da yardıma çağırarak.

Eğer kelimeyi olumlu anlamıyla alırsak, ibarenin manası şöyle olur: “Oruca güç yetirenlere fidye farzdır.” Bağlamı göz önüne alırsak bu cümle şöyle olur: “Oruca güç yetirip de tutmayanlara fidye farzdır.”

Elmalılı’nın da ifade ettiği gibi, bu bir çelişkidir. O zaman 183. ayet uyarınca farz olan oruç, sadece oruç tutmaktan aciz olanların boynunda kalır ki, bu düşünülemez. Şu soru da cevaplanmalı: Hemen üstte hasta ve yolcuya kaza emredilmişken, onun devamında sağlıklı birine oruçla fidye arasında seçme hakkı tanınması, teşri-i İlahinin tabiatına uygun mu?

Dahası da var: Bağlam mazeret bağlamıdır. Çünkü önceki cümle hasta ve yolcunun orucunun ertelenmesine ilişkindir. Burada da mazereti olan üçüncü bir kesimden söz ediliyor olması hitabın muktezasıdır.

İşte bütün bu nedenlerden dolayı kelimenin olumlu anlamı tercih edilemez. Geriye “güç yetişenler, zor ulaşanlar, zorlananlar” anlamı kalır ki, doğru anlam budur. Buna kadim tefsir ve fıkıh imamları oruçta zorlanan yaşlıları örnek göstermişlerdir. Bu hükme, hamileler, emzikli kadınlar, çok zayıf ve çelimsiz kimseler, oruç utması halinde zarar görmesi veya zarar verme ihtimali olanlar, ağır ve zor işlerde çalıştığı için zorlananlar dahil edilmiştir (İbn Aşur).

Not: Bu köşede yayınlanan yazılarımın tepkisinden oluşan Yerliler ve Yersizler kitabımı ve diğer kitaplarımı imzalamak için Pazar günü Sultanahmet Fuarı, Denge Yayınları Stand’ında Saat: 15.00-18.00 arası okurlarımla buluşacağım.

 

Yorum Yaz