Okuyun da konforunuz bozulsun

Vakit’in promosyon olarak “Yahudileşme Temayülü”nü vereceğini “Vakit’in Müjdesini Benden Duyun” başlığı altında tam bir

Vakit’in promosyon olarak “Yahudileşme Temayülü”nü vereceğini “Vakit’in Müjdesini Benden Duyun” başlığı altında tam bir hafta önce bu köşeden duyurmuştum.

Gazetelerin okurlarına verebilecekleri en güzel hediyenin “kitap” olduğunu düşünüyorum. Bir zamanların tabak-çanak-çömlek furyasına Vakit’in atılmaması sevinilecek bir durum.

Kitap vermek iyi de, iş “Bir gazete hediye edeceği kitapta hangi kriterleri aramalı?” sorusuna gelince, orada çatallıyor.

Şöyle bir şey diyebiliriz: “Ben gazetenin seviyesini verdiği promosyondan çıkarırım”. Veya şöyle mi demeliydik: “Söyle promosyonunu, sana seviyeni söyleyeyim!”

Sakın suizan etmeyin, önce dinleyin: Promosyon veya değil, şahsen bir kitap alacağım zaman şuna dikkat ederim: Bu eser bana zaten bildiklerimi mi söylüyor, yoksa bana bilmediğim şeyler öğretecek mi? Eğer birincisi ise, buna gerek yok. Çünkü bir kitabın bana söyledikleri zaten benim bildiklerimse, o bana bir şey vermeyecek demektir. Aksine benden en kıymetli servetimi, yani zamanımı alacak demektir.

Fakat ikincisi ise, işte ona verdiğim para, zaman ve emeğe asla acımam. Çünkü o beni zenginleştiriyor, donatıyor, bereketlendiriyor, yani “mübarek” kılıyor.

Düşünsenize bir: Biri bana yemek ikram etse, en babayiğidi 12 saat, bilemediniz 15 saat gider. Sonra? Sonra yine acıkırım. Elbise ikram etse, 2 yıl, bilemedin 5 yıl gider. Eskir ve yallah çöpe. Ama bana bilgi ikram eden, bana eskimeyecek, ömür boyu benimle kalacak, hatta eğer o bilgi ahiretimi ilgilendiren bilgiyse, ölümden sonra da benim için azık olacak bir şey vermiş demektir.

Asıl ikram budur. Onun için bana iki dünyamı mamur edecek bir bilgi veren, bana süt emzirenden, karnımı doyurandan daha az ikram etmemiştir. “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” diyen dili, işte böyle bir tasavvur inşa etti. Konuşurken mangalda kül bırakmayıp, her gününün en kıymetli üç-beş saatini televizyona “hibe” eden biri, bunu nasıl anlasın? Böyle bir ömrün bereketi kalır mı? Böyle bir hayat, aslında yavaş yavaş intiharla eşdeğer değil midir?

İyi güzel de, yukarıdaki soruyu sormak öyle her babayiğidin harcı değil? Yani, “Bu eser bana ne katar?” sorusunu ancak kafa konforunu bozma cesaretini gösterenler sorabilir.

Esasen, “öğrenmek” dediğimiz mucizevi süreç boş kap doldurmaya benzemez. Öğrenmek, bir parça değişerek gelişmektir. Yani kimse kafa konforunu bozmadan öğrenemez. Aslında Kur’an “cahiliyye/cahil” derken hiçbir şey bilmeyen “hanzo”yu kastetmez. Ebu Cehil (Cehaletin Babası) bu adı “hanzo” olduğu için almadı. O dil bilen, Baharat Yolunun en ünlü ithalat ve ihracatçılarından biriydi. Yemen-Akdeniz arasında uluslar arası ticaret yapardı. Çağının iki süper gücünün başkentlerinde saygı gören bir aristokrattı.

Peki, neden “Cehaletin Babası” sayıldı? Kafa konforunu bozmadığı için. O ve onun gibi düşünenlerin tümünün şöyle dediğini Kur’an söylüyor: “Biz babalarımızı geleneksel bir din üzre bulduk, şu halde bize düşen onların yolunu takip etmektir” (43:23).

Bildiğimiz her şeyin en doğrusu olduğunu düşünmek bizi rahatlatır. Kafa konforu buna derler. O bilgimizi aslında biz kazanmamışızdır. Bir bedel de ödememişizdir. Beleş gelmiştir ve biz de “Bedava sirke (:yanlış bilgi) baldan (:hakikatten) tatlıdır” diyerek yumulmuşuzdur. Kendi kendimizi ikna için, “Üzümünü ye bağını sorma” aldatmacasına sığınmışızdır.

Üzümünü ye, bağını da sor. Bir bilgi geldi mi, kaynağını sor. Çünkü bozulmuş üzüm mideyi, yanlış bilgi kafayı bozar. Bozar bozmasına da, doğruyu yanlıştan ayıracak mümeyyiz bir akla sahip değilsek nasıl olacak bu iş?

Nasıl olacağı belli: Ya kabuklu diye karpuzun içini de atacağız, ya da kabuğuyla yiyeceğiz. Ya içinde taş var diye pirinç çuvalını çöpe yuvarlayacağız, ya da “taşına gurban” diye taşıyla yiyeceğiz. Peki kabuğu soymanın, taşı ayıklamanın kitabı yazılmadı mı, yok mu?

Olmaz olur mu? Çok. İşte Yahudileşme Temayülü öylesi kitaplardan sadece biri.
Okuyun da, konforunuz bozulsun.

Yorum Yaz