Ev mi? Dev mi?

“Nereden Başlamalı?” başlıklı geçen haftaki makalemizde Yunus 87’yi ele almıştık.

Söz konusu ayet, Firavun’un zulmü altında inim inim inleyen, “tıkanma noktasına” gelen Müslüman İbranilere “çıkış noktası” gösteriyor ve “Nereden başlamalı?” sorusuna “evlerden” cevabını veriyordu.

Bu hafta, bu konunun devamı olan Ahzab Suresi’nin 34. ayetini ele alacağız.

Önce ayetin meali: “Evlerinizde okunan Allah’ın ayetleri ve (bunların) hikmeti üzerinde kafa yorun: Şüphesiz Allah sonsuz lütuf sahibidir, her şeyden haberdardır.”

Ayetin içerisinde yer aldığı pasaj, doğrudan Hz. Peygamber’in temiz eşlerine, yani mü’minlerin annelerine hitap ederek başlamaktadır. Bu açıdan ayetlerin doğrudan ve tarihsel muhatabı onlardır. Fakat “sebeplerin hususiliği hükümlerin umumiliğine mani değildir” ilkesince, Kur’an’ın tüm ayetleri gibi bu ayetlerden de alacağımız dersler vardır.

Bir kez, bir önceki 33. ayette “Ey Peygamber’in eşleri!” hitabıyla Hz. Peygamber’in eşlerini muhatap alan ve “oturun evlerinizde” diyen ibareyi, ayetin devamından ve müteakip ayetten koparan bir geleneksel hakim anlayış var.

Elbette ki bu bir istismar. Bir kez, hitabın muhatabı belli olduğu için emir hususidir. Gerekçe de belli. Haydi, bu tarihsel emri, dil ve usul verilerine aykırı olarak tüm kadınlara teşmil ettiniz, iyi de, kadının içinde oturacağı evi aynı ayetin devamında geçen nitelikleriyle kurabildiniz mi?

Tabi ki Allah, ayetlerini, erkekler kadınlarını istismar etsinler diye göndermedi.

“İçinde oturun!” buyurulan evlerin hususiyetleri aynı ayette sayılıyor:

İçinde Allah’ın ayetlerinin okunduğu evler…

Bunların sadece okunup geçildiği değil, üzerinde kafaların yorulduğu evler…

Bununla da yetinilmeyip, onların hikmetleri üzerinde durulduğu, gönderiliş maksadının ele alındığı, gözettiği yüce hedeflerin tayin ve tespit edildiği evler…

“Oturun” denilen evler eğer yukarıda nitelikleri belirtilen evler değilse, onlar birer “hapishane”, orada oturmaya mahkum edilen kadınlar birer “mahkum”, onları orada oturmaya mahkum eden erkekler de birer “gardiyan” hükmünde olmazlar mı?

Yani, ev “ev” değil sanki bir “dev”…

İçindekileri yiyip tüketen, cennetin dünyadaki şubesi olması lazım gelirken bir ıstırap mekanı, “yakıtı insanlar ve taşlar olan” bir cehennem şubesi olan evler…

Rabbi Allah olması gerekirken televizyon olan, mürebbisi Kur’an olması gerekirken şov dünyasının starları olan bir evler…

O halde, Ahzab 34‘ün söylediği belli: Dâr (ev), dâru’l-Kur’an olacak. İçinde son sözü vahiy söyleyecek. Gündemini vahiy belirleyecek. Mürebbisi vahiy olacak. Sofrasında, sohbetinde, muhabbetinde Allah’ın ayetleri gündeme gelecek. Onlar üzerinde fikir yürütülecek, ayetlerin “ne dediğiyle” yetinilmeyip “ne demek istediği” üzerinde durulacak.

Hepsinden önemlisi, akla sunulan bir “data”, bir “veri” hükmünde olan bilgi kırıntılarını, sahibini mutlak hakikate kılavuzlayan bir delil anlamına gelen “ilm”e dönüştürecek bir “çevrim istasyonu”, yani “muhakeme yeteneği” kazanılacak.

“Hikmet”e ancak bu sayede ulaşılabilir.

Fakat hepsinden önce bu çevrim istasyonuna malzeme, yani bilgi sağlayacak bir altyapı olacak. Daha içerisinde okunmayı hak edecek kitaplardan müteşekkil, “kütüphane” demeye layık bir kitaplığı bile olmayan evde, “hikmet” olur mu?

Evlerini hanımlarına ve çocuklarına hapishane etmeyi “dinden” addeden zevatın çoğunun hanımlarını, çocuklarını çevirip sorun bakalım “Hikmet nedir?” diye. Allah bilir ya, bazıları “Kendini vuran bakanın adını” hatırlamaktan öte gidemeyecektir.

“Evin adı dev imiş, insanlar korkmasınlar diye ev demişler” deyişi, bu alanda da hükmünü icra mı ediyor dersiniz?

 

Yorum Yaz