Takke düştü, takiyye göründü

İslami kesimlerin AB ile ilgili ne düşündüklerini merak etmiyorum. Bu saatten sonra ne düşünmeleri gerektiği de çok önemli değil.

Zira biliyorum ki AB bu kesimlerin projesi değildi.

Onlar projeye son anda dahil oldular ve farkına varmadan üç çeyrek yüzyıldır sürdürülen bir oyunu bozdular. Laf aramızda, fena da olmadı hani.

Kimlerin oyunu bu?

Batılılaşma kimlerin projesiyse, işte onların…

Meğer hepsi yalanmış. “Muasır medeniyet” diye diye bu milleti bugünlere kadar oyalayan malum azınlığın derdi bambaşkaymış.

Renklerinin nasıl attığını görmüyor musunuz? Samanlıkta basılmanın şaşkınlığıyla ne yapacağını bilemeyen kaçkınları oynuyorlar. Yukarısı bıyık, aşağısı sakal durumları yani. Sorulunca, “hık-mık”tan başka bir şey de diyemiyorlar.

Yıllardır “mürteci, gerici” yaftasını yapıştırdıkları kadrolar, “madem bu kadar ısrarcısınız, hadi girelim ne olacaksa” deyince, oyun bozuldu.

Önce afalladılar. Hiç mi hiç umurlarında olmadığını bildiğim “bağımsızlık” falan diye efelenmeye başladılar. En militan ve dahi militarist laikler, en radikal din karşıtları, en çok bağımsızlık yanlısı kesilmiştiler. Onların bağımsızlıktan ne anladıklarını artık biliyorduk: Devlet’in milletten bağımsız, kendilerine bağımlı hale getirilmesi.

Her zaman yaptıkları gibi “takiyye” falan da diyemediler. Çünkü, asıl takiyyeyi kendilerinin yaptığı ortaya çıktı. AB’ye giriş sürecinin bence en eğlenceli yanı da buydu: Batıperestliğiyle maruf malum azınlığın, en azılı AB karşıtlığına soyunması.

Takke (daha doğrusu “şapka”) düştü, takiyye göründü.

Çağdaşlık, ilericilik, muasır medeniyet…

Hepsinin palavra olduğu kabak gibi ortaya çıktı. Bilen biliyordu onların bu ülkeyi ileri götürmek gibi bir dertlerinin olmadığını. Onlar “ilerleme” derken malum azınlığın “ilerlemesini” kasdetmişlerdi. Onların çağdaşlık projeleri içerisinde özgürlük, demokrasi, hak, hukuk, sosyal adalet, ahlak, inanç yoktu. Yani millet yoktu. Onların çağdaşlık projeleri jakobenizme, totaliterizme, otokrasiye, faşizme ve kleptokrasiye dayanıyordu.

İlle tepeden inecek, halkı halka rağmen adam edecekti.

Onların tek dertleri vardı başından beri: Paşa keyiflerince bu ülkeyi babalarının çiftliği gibi kullanmak. Bu ülkeyi tarihinden, kültüründen, inancından, iddiasından, kimliğinden, köklerinden soyutlamalarının temelinde de, bu marazi arzu yatıyordu.

Biz üç çeyrek yüz yılı, “batılılaşma” maskesi altında, aslında bu çevrelerin paşa keyifleri için heba ettik. Bu ülkeyi yüzyılın en kötü yönetilen ülkesi haline getirme şerefi, malum sınıflara aittir. Sadece o kadar mı? Artık, yönetilemez duruma getirme şerefi de…

Bazı İslamcı dostlarım Tayyip Bey ve ekibine niye bu kadar kızıyorlar ki? Onların yaptığı, kahyalarının kirlettiğini, ağalarına temizletmek. Bunda anlaşılmayacak ne var? Onlar kirletip biz mi temizleseydik?

Üç çeyrek yüzyıllık maskeli balo biterse, fena mı olur?

AB ile ilgili gelişmelerden en çok rahatsız olanların kimler olduğuna baksanıza bir.

Ülke topyekün AB’nin kapısına dayanmışken, burnumuzun ucunda kopacak bir savaşın harıl harıl hazırlıkları yapılırken, Kıbrıs meselesinde hayati bir dönemece gelinmişken, Ankara’da birilerinin “irtica brifingi”yle yeni iktidara gözdağı vermeye kalkışması, sizce neyin işaretiydi?

AB’ye bundan daha açık “hayır” mesajı olur mu?

Ya 40 yıldır Türkiye’nin sırtına sarılan Kıbrıs kamburunun çözümünde en çok ayak sürüyenlerin malum çevreler olması, tesadüf mü dersiniz?

Ne olursa olsun, ama Tanzimat’tan bu yana koyunlar gibi doluşturulduğumuz salonda seyrettiğimiz maskeli balo bitsin artık. Uzun süren fetret bir biçimde son bulsun. Yüzyılın en uzun yalanına paydos.

Yalan son bulmayınca gerçek zuhur etmez. Bir şeyin kemali, o şeyin zevalidir.

Bu milletin değerlerini savunanlar “yanlış projelerden” önce, “yalan projelere” yani “sahtekarlığa” karşı çıkmalı, maskeleri indirmelidirler.

Herkes olduğu gibi görünsün, göründüğü gibi olsun. Böyle bir ortam oluşmadan, kimin neyi savunduğunun ne önemi var? Şapın şekere, sapın samana, hakikatin yalana karıştığı bir ortamda verimli bir düşünce, sahici bir tartışma, ciddi bir proje üretilebilir mi? Bunların olmadığı yerde, kimin nasıl bir gelecek tasarladığının ne önemi var?

Dünün İslamcısı, bakıyorsunuz, bugünün militan Kemalistiyle kol kola girmiş “kuvvacılık” oynuyor. Ya da dünün iflah olmaz laikçisi, güya İslam’ı savunurmuş gibi suret-i haktan görünerek, azınlık haklarına gülle savuruyor.

Cami ehliyle kilise ehli, birbirini anlarlar. Ya hem cami duvarına, hem de kilise duvarına bevletmiş, iki arada bir derede kalan “âraftakilere” ne demeli?

Medeniyetler uzlaşacakmış. Türkiye de, bu uzlaşmada İslam medeniyetini temsil edecekmiş, öyle mi?

Malumlar, ne duruyorsunuz, bağırsanıza:

“Türkiye laiktir, laik kalacak!”

Güldürmeyin adamı…

 

Yorum Yaz