Yolun açık olsun yiğit

Bendeniz, oldum olası ölüm karşısında abartılı tepki vermem.

Belki yapımdan, belki başta annem olmak üzere birçok sevdiğimi küçük yaşta kaybetmekten dolayı, ölüme bir tür yakınlık duyar, ona kötü gözle bakanlara gönül koyarım. Ölüm karşısında abartılı tepki verenlerden hazzetmem.

Ölüm dediğin ne ki? Hayatın öteki yüzü, değil mi?

Yaşamak, ölmektir. Yaşamak, her an ölümü tatmaktır. Onun için Kur’an: “Her can ölümü tadıcıdır” buyurur. Cümlede “tadıcı”nın karşılığı fiil değil, ism-i faildir. Kûfe ekolüne göre ism-i fail süren fiildir. Yani, devam eden, kesintisiz süregelen. İsm-i failin bir başka ifadesi de “bir şeyi meslek edinmek”tir. Buna göre ayetin açılımı şu oluyor: “Her can her an ölümü tatmaktadır”.

Yüzümüz, altı ay önceki yüzümüz değil. Yüzümüzün tüm hücreleri altı ayda baştan sona yenilenir. Çok azı müstesna, diğer tüm organlarımızdaki hücreler de öyle. Yani, bilinç dışı bir biçimde, ilahi bir kanun gereği, bedenimizde her an milyonlarca hücre ölümü ve doğumu olup bitmektedir.

Her nefes alış bir dirim, her nefes veriş bir ölümdür. Bu ikisi hayatın iki yüzünü oluştururlar. “Yuhyi ve yumit” olan, yani “ölümü ve hayatı yaratan” Allah’ın fiilleri, insanda böyle tecelli eder.

Bütün bu hakikatleri bilmemize rağmen, yine de ölümü sevdiklerimize yakıştıramıyoruz. Duyduğumuzda, “yok, o değildir canım” diyoruz. Belki dilimiz varmıyor “öldü” demeye. Ölüm hayatın öbür yüzü olsa da, yine de zor geliyor. Hele bu genç ölümüyse, Yunus’un diliyle “gök ekini biçmiş gibi” bir ölümse, daha da zor geliyor.

Futbolcu Gökmen’in ölümü karşısında verdiğim tepki de, tıpkı böyle oldu.

Kızım, Perşembe gün “Gökmen abi ölmüş, televizyondan izledim” dedi. “Bir yanlışın var kızım, karıştırmış olabilirsin” dedim. Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nin Filistin şiirleri gecesine katılmak için yola çıktığımızda, arabanın radyosundan aldım Gökmen’imin ölüm haberini. İçimi şöyle hafiften bir alaz yaladı geçti. “Ölümü yaratan Rabbe hamd olsun” dedim. “Ahiretin taze misafiridir” dedim. “Yeni varmıştır, yer garibidir” dedim. “Kim bilir, belki de açtır, susuzdur; ilk nevale gönderen biz olalım” dedim. Gönderdik bu taze ahiret yolcusuna manevi nevalelerden: Dua ettik, rahmet diledik, okuduk?

İlk kez Güney takımlarında top koştururken sesiyle tanıdım onu. Tefsirimizin ve eserlerimizin düzenli bir takipçisi olduğunu söyledi. Bir Kur’an ve İslam aşığıydı belli ki. Telefondaki sesi, efendiliğini ve sükunetini ele veriyordu. İstanbul’da oynamaya başlayınca derslerimizin müdavimi oldu. Sık sık gelir, duygularını, heyecanlarını, hatta rüyalarını bizimle paylaşırdı. Fıkıhlı yaşar, sualler sorar, aldığı cevapları hayatına tatbik ederdi.

Şer-i şerife göre yaşamak için can atardı. Yaptığı her işte “Allah ne der?” diyenlerden idi. Genç yaşına rağmen halinden akan o sükunet ve sekinet, insana itimat telkin ederdi. Onun bu haline ilk vakıf olduğumda, futbol gibi pek de tekin olmayan bir mesleğin içinde, nasıl olup da bu kadar saf ve temiz kalabildiğine çok şaşırmıştım. Hâlâ da bu sualin cevabını bulmuş değilim. Demek ki, Kur’an’ın o mucizesi her zaman ve her yerde tecelli ediyor: “Sakınanlar, korunurlar?”

Gökmen’in ölümü, bana birçok şeyi tedai ettirdi. Başta, modernlerin, dünyada daha fazla yaşama tutkusunun ne kadar boş bir iş olduğunu.

Hani, hatırlayın o sloganvari sözleri: Spor yap, sağlıklı kal? Sağlıklı ve uzun yaşamak istiyorsanız, yılda bir kez mutlaka Check-Up yaptırın? Düzenli beslenme, ömrünüzü uzatır?

İlahi hakikat, modernlerin bu aforizmalarını adeta “ti”ye alıyor. Söyler misiniz; profesyonel bir futbolcu spor yapmıyorsa, kim yapıyor? Check-Up ve hekim kontrolü dersen, ha keza. Değil yılda bir, her an k-hekim kontrolündedir profesyonel sporcular. Beslenme de öyle; tüm gıdaları, işin uzmanı diyetisyenlerin kontrolündedir. Onları sermaye olarak koşturanlar, yatırımlarından verim almak için bakımlarında ve beslenmelerinde kusur etmezler.

Gökmen, antrenman için çıktığı sahada düşüyor ve bir daha da kalkmıyor. Sonuç: Kalp krizi. Ve bu sebebi bilinmeyen (veya bilinen) kalp krizleri, genç yaşlı ve hatta çocuk demiyor. Aniden geliyor ve alıp götürüyor. Kalp krizinden ölümler, kanserden ölümlerin 20 katına ulaşmış. Sebebi araştırılıyormuş. Uzmanlar pek de mukni şeyler söyleyemiyormuş. Vs. vs?

Gökmen’in ölümünden bağımsız olarak söylüyorum: Bu bir afet. Modern hayat, insana verdiğinden fazlasını alıyor. İnsanı “dünya hayatına” meftun ediyor, ona daha uzun daha sağlıklı, daha konforlu bir “yaşam” (!) vaat ediyor. Hayatı sigortalamak gibi gariplikler icat ediyor. Ama ölümün bir türlü önüne geçemiyor. Ölümün ilahi kanunları, tek dünyalı modernlerin tüm iddialarını avuçlarına verip, onları şaşkına çeviriyor.

Çift dünyalılar, tek dünyalıların ölüm karşısındaki bu paniğini tebessümle izliyorlar. Eminim ki, Gökmen de bulunduğu yerden tebessüm ediyordur. O “Allah’tan geldik, O’na döneceğiz” diyenlerdendi. Şimdi iman ettiği “ğayb”a kendisi de karıştı. Onu “kayıp” etmedik, o “ğayb” oldu ve yakine erdi. İman ettiği haikatleri, şimdi ruhuyla görüyor, biliyor, yaşıyor.

Yolun açık olsun yiğit. İyi bilirdik; Allah seni iyiler arasına katsın.

Yorum Yaz