Savcı kurtlar vadisine giren kuzu mu?

Can alıcı soru şu: Bu ülkede imtiyazlı sınıf veya sınıflar var mı, yok mu? İddia olmadığıydı. İşte şimdilerde bu iddianın ispat edilip edilemeyeceği tartışılıyor.

Adamına göre hukuk olur mu? Hukuk çorba mıdır ki, “az çorba” der gibi “az hukuk” siparişi verilsin?

Tartışmanın odağında “II. Susurluk” ilan edilen “Şemdinli olayları” var. Bu olaylar üzerine Van Cumhuriyet Başsavcısı bir iddianame hazırlamış. Bu iddianamede olayların sanıkları “çete” oluşturmakla itham ediliyor. Bunlar, arabalarının bagajında krokiler ve haritalarla suçüstü yakalanan iki astsubay.

Adı “Ali” olanı hakkında bu köşede daha önce de yazmıştım. Bu isim, adeta ülkedeki tüm karanlık işlerin kirli ilişkilerin “prototipi” gibi duruyor. Karanlık bir özgeçmiş. Yıllardan beri Diyarbakır’da yürütülmüş karanlık ilişkiler. Bu ilişkilerden alınan güçle öldürülen insanlar, bombalanan yerler, şantajlar, sahte evrakla adam yakmalar.

“Hacı” olan adını Ali olarak sonradan değiştiren, iddiaya göre bunu da soyağacını kaybettirmek için yapan astsubayın Diyarbakır’daki “eylem” yılları, Yaşar Paşa’nın kolordu komutanlığı yıllarına denk geliyor.

İşte Yaşar Paşa’nın başını yakan “İyi çocuktur, tanırım” şahitliği o yıllara dayanıyor. Yaşar Paşa’nın soyağacı hakkında sanal dünyada dolaşan bir sürü iddia da cabası. Başsavcı, görevini yapıp hazırladığı iddianameye verilen ifadelerin “kılçığını” ayıklamadan alıyor. Dikkat edin, Paşa’yı sanıklar arasına sokmuyor. Onu suçlamıyor. Yaptığı, ifadeleri ayıklamamaktan ibaret. Dürüst davranıp, elindeki tüm bilgi ve bulguları mahkemenin önüne değerlendirmesi için sunuyor. Gerisi mahkemenin bileceği iş. İster suçlu görür, ister görmez?

İşte kızılca kıyamet o yüzden kopuyor. Vay sen misin bunu yapan? Malum basın, ilk gün aklını kullanmış olacak ki, savcıdan yana gibi. Fakat ikinci gün, kadim reflekslerine avdet ediyor. Güçlü olan tarafı gözüne kestirip, Paşa’nın arkasında esas duruşa geçmekte tereddüt etmiyor.

Geçmişte gerek üst yargı organları olsun gerek normal mahkemeler olsun, verdiği acımasız kararlarda alkış tutan basın gitmiş, yerine görevini yerine sadece bir iddianame hazırlayan savcıya, “kurtlar vadisine destursuz giren kuzu” muamelesi çekmeye başlıyor. Sanki savcıyı ellerine verseler, “Büyüklerimizin vadisinde nasıl destursuz dolaşırsın” diye, sağ bacağından asmakta tereddüt etmeyecek. Şimdiden, savcıya yönelik her tür taarruza alkış tutup “Vur vur inlesin!” amigoluğuna başladı bile.

Tamam, ben de kabul ediyorum ki iddianame bir “hukuk metninden” daha çok uzun bir tahlil yazısını andırıyor. Ama bu ülkede hepimizin yargılandığı tüm iddianameler böyle değil mi? Savcılar sahaya inip bilgi ve bulgu devşirmek yerine, masa başında îmâl-i fikr eylemeyi daha çok seviyorlar.

İddianameye, Avrupa Parlamentosu raportörü Just Lagendjik’in ilk kez dile getirilen ve bazılarının değil söylemek, duyunca çamaşır değiştirdiği o sözler de girmiş.

O lafı etmek için adamın ya kalbur gibi yüreği veya iri kıyım dayısı olması lazım. Doğrudur, yalandır demem. Üstelik her doğru her yerde söylenmez. Ama savcı buna bile îmâda bulunmuş iddianamesinde. Böyle bir iddianame hazırlayan savcıya saldırmak yerine İtalya’nın cesur savcısı Di-Pietro gibi milli kahraman ilan edilmeliydi edilmesine ama?

Aması şu: Hazırlık soruşturması gizli iken, kızılca kıyamet koparacağını bile bile kim sızdırdı bu iddianameyi basına?

Bir savcı biliyor, bir onu teslim ettiği mahkemenin üyeleri. Üstelik o mahkeme bu iddianameyi geri çevirmeyip kabul de ediyor. İşte can alıcı soru bu ve bu sorunun cevabı bulunmadan, bu iddianame işiyle gerçekte ne yapılmak istendiği asla anlaşılamaz.

Bu anlaşılmadan da kimse kahraman veya hain ilan edilemez. Kanunlara göre gizli kalması gereken bu iddianameyi basına veren el ile savcının sırtını böyle bir iddianame kaleme alması için sıvazlayan el aynı olabilir mi?

Bu elin sahibi, böyle yapmakla “tavşana kaç tazıya tut” mu dedi? Yoksa o sisli ve puslu vadiye kuzuyu sokup, onun büyük bir iştahla yenişini el ovuşturarak izlemek ve ibret-i âlem için izletmek mi istedi? Bu ve daha başka ihtimaller üzerinden bu olay bahanesiyle suyu bulandırıp, bulanık suda balık avlamak ve hükümeti köşeye sıkıştırmak mı istedi? Yoksa daha başka bilmediğimiz numaralar mı var?

Benim aklım komplo teorilerine ermez. Bu işin uzmanları var. Onlara sormalı. Savcıyı o sisli ve puslu vadiye sokup, ondan sonra hazırladığı iddianameyi malum medyaya kanunen yasak olmasına rağmen servis yapan her kimse, bu soruların cevabını bilen de o.Kimse benden bu iş için rüyaya yatmamı beklemesin. Rüyamda görsem bile, kimselere söylemem. Sonra, sırf işini yaptı diye devletin savcılarına “devlet namına” bunu yapanlar, bizim gibi garibanlara ne yapmazlar ki?

Yorum Yaz