Oğlu katledilen Ahmet Babaya teselliname

Fotoğrafını bir gazetede gördüm. Kravatın yoktu. Fötr şapkan yoktu. Ağarmış bıyığın, ceketin içinden giyilmiş bir hırkan vardı.

Bütün bunlar, hangi kasta mensup olduğunu ele veriyordu. Yani sen, her şeyinle “Ben Anadolu’yum!” diye bağırıyordun.Ciğerparesi katledilmiş bir baba nasıl görünürse, sen de öyle görünüyordun: Yüzün özüme kazındı; acıyla dolu, çaresiz, sitemkâr ve ağlamaklı yüzün ve ak saçların.

Dayanamamışsın besbelli. Katilin gelmediği mahkemedeki duruşmanın çıkışında ellerini Rabbine açmışsın. Dua mı ettin, beddua mı? Orasını Allah bilir. Her bağrı yanık babanın diyeceğini demişsin: “Keşke beni vursalardı”. Ve haykırmışsın: “Adalet istiyorum!”

Belki de ömründe attığın ilk slogandı bu. Bu olay başına gelmeden önce, canı yanıp meydanlarda slogan atanlara bir zamanlar sen de kızar mıydın, bilemem. Ama insanın canı yanınca,  bağırıyor be Ahmet Baba!

Oğlun Adem’i, Hristiyanların yılbaşısını kendini bilmez Müslüman evlatlarına kutlattıkları bir gece Taksim’de vurmuşlar. Vurana basın “maganda” sıfatını yakıştırmış. Bizim medeniyetimizde “katil” denirdi. Şimdi suçluların sıfatları bile magazinleşti. Ne de olsa “maganda” sözcüğü bilinçaltında bir mazeret gibi duruyor. Katil çekmiş kafayı ve vurmuş üniversite öğrencisi oğlunu. Katilin manitası “daha sonra eğlenmeye devam ettik” diyor.

Ahmet baba! İçkiye, zinaya, fuhşa, yılbaşına ve bilcümle haramlara dil uzatamayız. Devletimizin laik olduğunu biliriz. Bütün bunların zımnen dokunulmazlar cümlesinden olduğunu biliriz. Onun için bunları geçiyorum.

Oğlunu üniversiteye hangi temiz ümitlerle gönderdiğini tahmin ediyorum. “Saflık yapmışsın” demiyorum. “Taksim’de ne işi vardı?” demiyorum. “Bilmiyor muydun bu memlekette üniversiteler adam yiyerek besleniyor” demiyorum. Evladına yaşarken hangi değerleri verdiğini sorgulamak aklımdan geçmez. Bu senin bileceğin bir iş. Bildiğim ve inandığım hakikat şudur: Allah asla zulmetmez, bir. Allah’ın da bir bildiği vardır, iki. Başımıza gelen her şey, okumamızı bekleyen bir ayettir, üç.

Bana düşen, başsağlığı dilemektir. “Allah sabırlar ihsan etsin, gönlüne genişlik versin, beterinden esirgesin, oğlunun taksiratını affetsin!” diye dua etmektir. Ama benim asıl üzerinde durmak istediğim senin “Adalet istiyorum!” çığlığın. İşte bu konuda birkaç kelam etmeme müsaade et:

Bak Ahmet baba! Sen adalet istemekte haklısın. Ne var ki, muhataplarından veremeyecekleri bir şey istiyorsun. Onları da zor durumda bırakıyorsun. Sanki var da vermiyorlar mı? Yokluğun gözü kör olsun, yok. Onlar da emir kulu. Hakime savcıya “Senin amacın adaleti sağlamaktır; bunu sağla gerisine bakma” demiyorlar ki.

Fincancı katırlarını ürkütmeden nasıl anlatsam, bilmem ki. Yine de deneyeyim: Bizim ceza kanunumuz, Mussolini İtalya’sından ithal edilmiş devşirme yasalardır. Mussolini’nin Faşist İtalya’sında “Zanardelli Yasaları” diye meşhurdur. Sütüne vicdanına, bu kanunlarla adalet tesis edilir mi be Ahmet Baba! Bu, adalete haksızlık olmaz mı?

Zanardelli Kanunları başta, tüm modern ceza yasaları, kökten sorunlu, temelden yanlış yasalar. Nasıl mı? Şöyle:

1.Modern ceza yasalarının hepsi de “seküler, pozitivist, materyalist” zihniyetin ürünü. Onun için insana istatistiğin konusu olarak bakarlar. İlahi yasalar gibi, mahlukat ağacının en soylu meyvesi, Allah’ın şaheseri olarak bakmazlar.

2. Bu yüzden mağduru değil, suçu ve suçluyu savunurlar. Batılılar karanlık Orta Çağlarında (Bizim hiç karanlık Orta Çağımız olmadı şükür) suçluyu suçsuzdan ayırmak için su dolu fıçılara atıyorlar; batarsa suçlu batmazsa suçsuz ilan ediyorlardı. Onun mahcubiyetiyle, şimdi de suçluyu ve suçu savunur oldular.

3. Seküler bir hukuk vicdan inşa edemez. Dolayısıyla vicdanlar üzerinde yaptırım gücü de sıfırdır. Onun için, suçlunun vicdanını teskin gibi bir endişe taşımaz. Oysa ilahi hukuk tüm cezai uygulamalarında (hadler) üç vicdanı teskin etmeyi hedefler: a) Mağdurun vicdanı, b) Kamunun vicdanı, c) Suçlunun vicdanı. Samimi söyle be Ahmet baba, mahkemeden senin vicdanını teskin eden bir sonuç çıkabileceğine ihtimal veriyor musun? Modern seküler hukukun böyle bir derdi yok ki? Senin vicdanını teskin edemeyen, toplumunkini hiç edemez.

4. “Suçlunun vicdanını teskin de ne demek?” diyeceksin ki, haklısın. Zira sen, oğlunun katilinde vicdandan eser bulunmadığını düşünüyorsun. Bunda da haklısın. Çünkü yok. Nasıl olsun ki? İnsanda vicdanı ulvi değerler inşa eder, haydi adlı adınca analım “din ve iman” inşa eder, ideolojiler değil. Katile bu değerleri kim verecek? Okul mu, din deyince yüzünü buruşturan Devlet mi, kim?

Bak sana Kur’an vahyinin suçluda nasıl bir vicdan inşa ettiğine dair bir örnek vereyim. İnsanlık tarihinin gördüğü en güçlü vicdan inşa etme örneklerinden badece biri: Kısas Kur’an’da geçer, manası “suça bedel bir ceza” demektir. İşte böyle bir ceza verilmiştir Amr b. Semüre adlı gasp suçlusuna. Fakat o gaspı yaptıktan sonra kendisi teslim olup “Ya Rasulallah! Ne olur beni günahtan temizle!” diye defalarca yalvarmıştır. Allah Rasulü ona öteden beri uygulanan ve Kur’an’ın da onayladığı hırsızlık aleti olan organından kurtulma cezasını (kat-ı yed) tatbik etmiştir. 

Yorum Yaz