Türkiye’nin iki yüzü

Biri ak yüzü, diğer kara yüzü. Biri kendi yüzü, diğeri maskesi. Biri itimat telkin eden bir yüz, diğeri tedirgin eden.

Ak yüzü gerçek Türkiye. Ona bazıları “öteki Türkiye”, bazıları da “derin millet” diyor.

Türkiye’nin ak yüzü, sonradan tedarik edilmiş bir yüz değil. Ruh köküne bağlı, Türkiye’yi öz mazisine bağlayan, ait olduğu ruh soyunu ele veren bir yüz. Belli ki, bu yüz alnı secde görmüş bir yüz. Kur’an’ın ifadesiyle “Onların yüzlerinde secdenin izi vardır” dediği yüzlerden.

Alnındaki derin çizgiler bu yüzün sahibinin çok çileler çektiğini, çok badireler atlattığını, çok kahırlara katlandığını, feleğin çemberinden geçtiğini söylüyor. Derinlere açılan iki pencere gibi iki göz. Sanki ağlamış da ağladığını belli etmemeye çalışan biri gibi. Hem hüzün var, hem umut var. Öyle derin bakıyorlar ki, sanki sahibi “Ağzımın sustuğuna bakma, ben gözümle konuşurum; sen hep gözüme bak” der gibi.

Türkiye’nin kara yüzü, aslında bir yüz değil maske. Sümmettedarik olduğu dikkatli bakanın gözünden kaçmıyor. Meymenet yok bu yüzde. Secde izi yok. Aksine günahların nurunu aldığı yüzülesi bir yüz bu. Tıpkı Kur’an’ın “Günahkar suçlular yüzlerinden tanınırlar” dediği türden bir yüz.

Bu yüze belli ki çok makyaj yapılmış. Türkiye’nin en güzel yüzü sanılsın diye epey uğraşılmış. Ama yine de pudralanmış ölü yüzü gibi duruyor. Doğal değil, sentetik. Sahici değil, sahte. Samimi değil, diplomatik. Ruh köküne, mana soyuna ait değil. Sanki bir suratın derisini yüzüp, ait olmadığı bir bedene geçirmişler. Dikişleri atmış bir estetik ameliyat gibi. Bakan herkese “Bu yüz bana ait değil!” diye bas bas bağırıyor.

İşte Türkiye’de millet birinci yüzün sahibi. Devlet imkanlarını babasının çiftliği gibi sömürerek semiren malum zümre ise ikinci yüzün sahibi.

Camiler birinci yüzün. Köyler, kasabalar, sokaklar, varoşlarda birinci yüz hakim. Sandıkları patlatan hep birinci yüz. Kandillerde kandil simidi alan, bayramda kurban kesen, hacca gitmek için varını yoğunu veren, namazda gözü ezanda kulağı olan, haram olduğu için faize, fuhuş, kumara, içkiye bulaşmaktan kaçınan, kazara bulaştığında af dileyip tevbe eden hep birinci yüz.

Bu yüz bu ülkenin gerçek sahipleri. “Şehit cenazesi”nden söz edilen her yerde istisnasız bu yüzü görürsünüz. Tabutun içindekini göremezseniz, tabutun üstünde ağlayandan anlarsınız. Ölüme gidilecekse, Türkiye’nin bu yüzü koşar ölmeye. Kendisini tokatlayan ele rağmen yapar bunu. Tevekkül sahibidir. Kara yüzünün bir çilingir sofrasında tükettikleriyle bir ay geçinecek kadar kanaatkar.

Tavernalar, gece kulüpleri, Laila’lar, alkolün su gibi tüketildiği haramzade mekanları Türkiye’nin kara yüzüne aittir. İstisnaları hariç televizyon kanalları, o kanallarda bilmem kaç bin dolar alan sunucular, o kanallara kapılanıp “öteki Türkiye”ye “Kaynana” pazarlayan ve “Ailenin sahteliğini” göstermek için yaptığını söyleyen yapımcılar hep ikinci yüze aittir.

Yine istisnaları hariç gazeteler, gazetelerin köşeleri, “media plaza”lar, kısa sürede köşeyi dönüp parsayı toplayan medya patronları, rejimin kayırması sayesinde en zenginler kulübünde başköşeyi tutan montaj sanayicileri, papaz eli öpücüleri hep bu yüze aittir. Repodan para vuran onlardır. Yılbaşında millete gavur aşkı pompalayan onlardır.

Ünlü “medeniyetler çatışması” tezinin sahibi Yahudi düşünür Samuel P. Huntington ülkeleri tasnif eder. Türkiye’yi “yırtık ülkeler” kategorisine yerleştirir.

Ya! Önce yırtarlar adamı, sonra da “yırtık ülke” derler.

Bu ülke, yüzüne zorla geçirilen maskeden kurtulmadan rahat yüzü yok.

03

Yorum Yaz